Salı, Temmuz 27, 2010

Beygir - Yılmaz Özdil

BeygirAKP’nin akıl hocası televizyona çıkıp, “Apo paşa olsun” diyor, siz hâlâ “Generallerin tutuklanması normal mi?” diye soruyorsunuz... Âlemsiniz yani!

O mevzuyu yazarız elbet...Şu ÖSYM’yi aradan çıkaralım hele.

Sınav yaptılar, sorular yanlış çıktı. Üniversitelerin taban puanlarını açıkladılar, taban puanlar yanlış... Kılavuz yayınladılar, kılavuz şinanay... Başarı sırası yaptılar, sıralama yanlış.

Bakın...

Türkiye’de her sene 62 milyar adet milli piyango bileti satılıyor. 62 milyar adet... İster Bursa’dan al, ister Van’dan, ister Giresun’dan... Bugüne kadar bir kez olsun, bir kez bile, mükerrer bilet basıldığını, yanlış sonuç açıklandığını, karışıklık filan olduğunu gördünüz mü?*Göremezsiniz... O nedenle, eğitim bakanı “Nimet Hanım”ı memleketin yüzde 80’i tanımaz ama, “Nimet Abla” dedin mi, herkes bilir!

Sayısal loto türevi oyunlar için, her sene, sıkı durun, 1 milyar 680 bin kolon oynanıyor. İster Diyarbakır’da, ister Samsun’da, ister Erzurum’da, istediğin bayiye git, makineye bak, kaç kişi oynamış, ikramiye kaç liraya ulaşmış, saniye saniye görürsün, neticeleri de canlı yayında görürsün... Bugüne kadar bir kez olsun, kolonlara eksik rakam yazıldığını, bilgisayarın aynı kolona mükerrer rakam yazdığını, hatalı hesaplama yapıldığını duydunuz mu?

Her gün at yarışı var; tatil, bayram yok, aralıksız, 365 gün... Yani, bir anlamda, her gün sınav yapılıyor... Soru kitapçıkları, memleketin dört bir köşesinde satılıyor. Alıyorsun ganyan kılavuzunu, dersini çalışıyorsun, tercihlerini işaretliyorsun. Milyonlarca cevap, milyarlarca kupon sel gibi akıyor merkeze... Fotofiniş’ler milimetrik olarak belgeleniyor.

Hiç yaşanıyor mu, “benimki öndeydi de, geride gösterdiler, yatırdığım tercihi yanlış yazdılar, ödememi eksik yaptılar” şikâyeti filan? Yaşanmaz... Sıfır hata.

Çünkü... Çocuklarımızı emanet ettiğimiz ÖSYM Başkanı’na, 365 gün çalıştırıp, sadece 375 lira maaş ödenirken; pazar günkü Başbakanlık Kupası’nı kazanan jokeye, sadece 2 dakikalık koşu neticesinde, 52 bin lira ödendi!

Çünkü... Çocuklarımızın “beygir” kadar değeri yok bu ülkede.

O nedenle, vay efendim, “sınavdan sınava koşan yarış atına çevirdiler çocuklarımızı” klişesini yıkmanın zamanıdır... Yemini biz veririz; çocuklarımıza beygir kadar değer versinler, razıyız.

Rakı Güzellemesi - Yılmaz Özdil

Dönülmez akşamın ufkundayız azizim (2)Arap aklıyla bize akıl vermeye kalkıyorlar ama “alkol” kelimesinin kökeni Arapça.

Kullanmamak lazım.Hatta, yasaklansın.

Rakı ise, özbeöz Türk.

“Ne malum?” derseniz.Nerede, ne zaman ve kim tarafından icat edildiği bilinmiyor. Oradan malum. Eğer, biz Türklerden başka bi milletin icadı olsaydı, yazılı tarihi olurdu, şeceresini bilirdik!

Şampanyanın mucidi Fransız keşiş, Dom Perignon, 1638'de dünyaya gelmiş mesela. Evliya Çelebi'nin 1635 tarihli seyahatnamesinde “rakı” geçtiğine göre, şampanyadan eski demek ki.
Yani?Şampanyayı icat eden Dom Perignon, kundakta ana sütü içerken, biz aslan sütü içiyorduk!

Başka “aydınlatıcı” veri var mı. Var.

Memleketi “ampul” yönetiyor ama, elektriğin ampulden önce rakıya faydası olmuştu. Çünkü, elektriğin icadıyla birlikte “buz” üretildi. Buz üretilince, “rakıya niye buz koymuyoruz azizim?” keşfi yapıldı. Bu tarihi keşif neticesinde, rakının üstüne buz koymak için daha uzun bardağa ihtiyaç oldu. Zahmet edip özel bardak icat etmek zor geldiği için, pratik Türk zekâsı devreye girdi, “limonata bardağı ne güne duruyor muhterem” keşfi yapıldı.

“Asil”dir rakı...

Bakın, 1900'lü yıllardan bir davetiye aktarayım size: “Muhterem efendim, teşrin'i saninin 21'inci gününe müsadif Cuma akşamı, Hristo'nun Meyhanesi'nde taam eylemek ve hususi bir eğlence tertip ederek vakit geçirmek istiyoruz. Sizi pek seven cümle dostlarımız teşrif edeceklerdir. Binaenaleyh, icabetiniz bizim içün mücib-i şeref olacaktır. Bu lütfu bizden esirgemeyeceğiniz ümidi ile takdim-i ihtiram eyleriz efendim. Pera sahaflarından Şener Efendi.”

Nezakettir, zarafettir.Adab-ı muaşerettir.

“Milli”dir.

Üstelik, AKP'nin “milli”sidir.

Bu arkadaşların döneminde “milli” oldu. Rakıyı “milli içki” olarak tescilleyen Türk Patent Enstitüsü Başkanı, o makama, AKP tarafından atandı... Eşi de, AKP milletvekili. Ki o milletvekili, Suudi Arabistan Riyad Eğitim Fakültesi İslami İlimler mezunudur iyi mi...

Dolayısıyla, “rakı balık Ayvalık” gibi, zincirleme reaksiyonla, AKP'nin “milli”sidir!

“Rakı içeceğinize meyve yiyin, kavunun yanına 35'lik salkım açın” filan gibi gayriciddi yaklaşılamaz ona. Ciddiyet ister. Fava, pilaki, şakşuka, memleket “meze”lesidir.

Yurtseverdir. İki tek attın mı “n'olacak bu memleketin hali?” diye endişelenmezdin aksi olsa.

Evrim Teorisi'nin kanıtıdır, fazla kaçırırsan, özüne dönersin, maymun olursun. Bilimdir.

Maymun değilsek bile; ne anlamı var onsuz, rakida'nın cibes'in turpotu'nun, inek miyiz biz?

Madem gıcıksın rakıya, niye balık avlıyorsun boşu boşuna? Şerbetle mi yiyeceksin lüferi?

“Fevkalade”dir.“Aliyül'ala”dır.1926'da üretime başladığında, rakılarına bu isimleri koymuştu Tekel.

Kadındır. Cumhuriyet'in ilk yıllarında “Sevim, Elif, Hanım, Denizkızı, Üzümkızı, Jale” isimlerini taşırlardı. Botoks'tur aynı zamanda. Çirkin kadın yoktur, az rakı vardır, en kaknemi bile bir başka görünür gözüne, içilir, güzelleşilir.

Hayatın anahtarıdır. Büst gibi oturan adamın bile çenesini açar. “çilingir” sofrası denmesi, ondan. Kontörsüz muhabbettir. Kahkahadır.

İçki içen, neler yaptığını hatırlamaz; rakı içen hatırlar. Acısıyla tatlısıyla hatıraları kaydeden hard disk'tir çünkü. Tıp bazen çaresizdir. O ilaçtır. Gurbete bile iyi gelir.

Herkesin gençlik hatası olabilir, bira içersin. Sonradan para kazanınca, şarap içmeyi matah zannedersin. Amerika'da kamyon şoförlerinin içtiği viskiye Etiler'de, Reina'da kamyon parası ödersin, ayrı. Kürkçü dükkânıdır. Döner dolaşır, gelirsin.

Çocuktur. Ağlarsın.

Orhan Gencebay'dır. Entel dantel barlarda dinlemeye utanırsın. Ama hepimiz biliriz ki, ezbere bilirsin. Tatlıses'tir. Realite'dir.

Peynir, Rakı, Kavun, PRK, örgüttür. Ama, bölücü değil, birleştirici örgüt. Türk'ü de içer, Kürt'ü de, Laz'ı da, Çerkez'i de, Ermeni'si de, Yahudi'si de. Rumlar öyle meze yapar ki, AB'ye almasalar da helali hoş olsun, Kıbrıs'ı veresin gelir.

Orhan Veli'dir. “Şiir yazıyorum, şiir yazıp eskiler alıyorum, eskiler verip musikiler alıyorum, bir de rakı şişesinde balık olsam”dır. Şiirdir. Dönülmez akşamın ufkudur aynı zamanda.

Ve, Mustafa Kemal'dir.Rakı içiyordu diye “sarhoş” demeye getiriyorsan eğer, “sarhoş kafayla kurup yücelttiği memleketi, ayık kafayla niye yönetemiyorsun?” diye sorarlar adama!

Oof, çok uzattım... Vakit tamam, güneş batmak üzere, bana müsaade, cümleten şerefe.

Cumartesi, Temmuz 24, 2010

Al Sana 12 Eylül - Yılmaz Özdil

Dün yazdım...

Nüfusumuz genç.
Memleketin çoğunluğu 12 Eylül 1980’i hatırlamadığı için, “ağlama açılımı”yla etkilemeye çalışıyorlar.

Değerli gençler...
Takunyalıların önünü açan 12 Eylül zihniyeti, Kasım 1982’de referandum yapmıştı... “O günler”le “bu günler”i kıyaslayabilmeniz için, Kasım 1982 arşivine girdim, buyrun...

“Çiftçi zorda, TMO üç aydır para ödemiyor” diye bi haber var mesela... TMO Genel Müdürü ise, “1983’ten itibaren buğday ithal edilmeyeceğini” açıklamış... (Nedir durum bugün?)

“Kar başladı, Doğu’da yüzlerce köy yolu kapandı” haberi var... (Bu kış nasıldı?)

“Yağma başlıyor, sahillere yapılaşma izni geliyor” haberi var... Yetkililer “yalan” demiş.

“1978’te başlayan Kurbağalıdere ıslah çalışmaları 1983’te bitirilecek”miş... (İki ay önce yağmur yağdı, ıslah işçisi dereye düştü, garibin cesedi hâlâ yok.)

“Devlet Bakanı Nimet Özdaş, vatandaşa kok kömürü dağıtacaklarını” açıklamış... (Mucidi oymuş demek ki... Merak ettim, kim bu diye, TÜBİTAK kurucusu profesörmüş iyi mi!)

“Başbakan, ithalatı azaltacağımızı, borç almayacağımızı” açıklamış... (Senelik ithalat 150 milyar dolar bugün, borç 460 milyar dolar.)

“Üniversitelerde yurtsuz öğrenci kalmayacağı” açıklanmış... (Tarikatlar sağ olsun!)

“Siirt’te yüksek graviteli petrol” bulunmuş... (Sırf benim hatırladığım 38 kere filan bulundu, hatta geçen ay gene buldular Siirt’te, yüksek graviteli.)

“Gazeteci Ali Sirmen, Barış Davası’ndan yargılanıyor”muş... (Ali ağabeyi yargılamaya doyamadılar, açsam sorsam, en az 20 davadan yargılanıyordur bugün.)

“SSK’nın devletten 65 milyar lira alacağı var”mış... (SSK’yı kapattılar.)

OECD Türkiye’ye Yardım Komisyonu Başkanı Dr. Geberth, ekonomimizi övmüş, “Sıhhatli büyüyorsunuz, Amerikan firmalarının Türkiye’ye yönelmesinden memnuniyet duyuyorum” demiş... (Daha ne desin adam! Adında meymenet yokmuş zaten, “Geberth”eceği belliymiş.)

“Özel dershanelerin kapatılması gündemde”ymiş... Biri şunları yazmış: “Dershaneye karşı olanlar, fakir fukaranın okumasına karşı... Bereket versin, Eğitim Bakanlığımız sahip çıkıyor. Dershaneye gitmeyen çocuk ne yapacak? Sokağa düşecek. Üç-beş kuruş verip, dershaneye gitse fena mı?” (Bu adam, utanmadan, duayen ayaklarıyla hâlâ köşe yazıyor bugün.)

İsviçre’ye kaçan Yahya Demirel’in, Devlet Malzeme Ofisi’ne 8 milyon adet “ampul” sattığı ortaya çıkmış... (Biz de merak ediyorduk birader, nerden çıktı bu ampul?)

Bakın “ampul” dedim, bir örnek daha var... Köklü kuruluş olduğunu anlatmaya çalışan Ziraat Bankası tam sayfa reklam vermiş, “ampul yokken, biz vardık” diyor!

Boğaz’dan geçerken dümeni kilitlenen tanker, yalılara bindirmiş... Tekirdağ’da otomobil kamyonun altına girmiş, 5 ölü... (Tam gaz devam.)

“Fenikeliler Türk mü?” tartışması yaşanıyormuş... (Bugün, Türklerin aslında Türk olmadığı tartışılıyor.)

Televizyon eleştirisi döşenmiş biri... “İslam âleminin liderliğini yapmış bir neslin evlatları olarak, Flamingo Yolu gibi ahlaksız dizileri seyretmekten utanıyoruz” diyor.

Adalet Bakanı “hâkim ve savcı açığımız var” demiş. Sağlık Bakanı “hekim ve hemşire eksiğimiz var” demiş. Eğitim Bakanı “kadrosuzluk nedeniyle tayinleri yapılamayan öğretmenlerin, en kısa sürede haklarının teslim edileceğini” söylüyor... (Nakarata devam.)

Hem vallahi, hem billahi... Çin Ticaret Bakanı’nı kabul eden Tarım Bakanımız, “Her Çinliye bir portakal yedirebilsek, ihracat sorunumuz hallolur” demiş.

Ticaret Bakanlığı Konjonktür Dairesi’ne göre, enflasyon azalmış, fert başına milli gelirimiz artmış... IMF rapor yazmış, “faize devam” tavsiyesinde bulunmuş.

Elektriğe zam gelmiş. Suya zam gelmiş. Benzine zam gelmiş. Yalaka basın o zamanlar da yalakaymış, “son zamma rağmen, normal benzinde Avrupa’dan ucuzuz” başlığı atılmış!

Ürdün Kralı’nı Çankaya’da ağırlayan Kenan Evren, “Arapları inanarak destekliyoruz, seviyoruz” demiş... Altın tabak içinde lüfer ve fıstıklı baklava ikram edilmiş.

Irak’tan Türkiye’ye geçerken Dicle Nehri’nde boğulan 10 kişinin cesedi bulunmuş... “Apo’cu oldukları sanılan” kişilerin üzerinde “Kalaşinkof diye tabir edilen otomatik tüfek var”mış... (Ne PKK’dan haberi var o zamanlar memleketin, ne Kalaşnikof’tan yani.)

Federal Almanya Dışişleri Bakanı “Türkiye 1986’da AET üyesi olur” demiş! (Federal Almanya bile yok artık.)

Ulusal Ermeni Komitesi, “Amerikan Senatosu’na 36 Ermeni’nin girdiğini” açıklamış... (Giriş o giriş.)

İşsiz sayısı artıyormuş, 613 bin kişiye yükselmiş... (613 bin mi?)

“Doğalgaz diye bir yakıt var”mış, “İran’dan döşenecek boru hattıyla senede 8 milyar dolar kazanacak”mışız... (Bu kafaya az bile döşemişler!)

Değerli gençler...
Kabak gibi görüldüğü üzere, sorunlar aynı sorunlar... Tek farkı, hepsinin büyümüş olması.

O günlerde de, analarınıza babalarınıza “evet” deyin, hepsini halledeceğiz dediler... Halbuki anayasayla manayasayla ilgisi yok bu işin... Bugün “sivil anayasa” diye kakalamaya çalıştıkları metin de, yukarıdaki sorunların hiçbirine derman değil.

Evet-hayır dayatmasına takılmayın, “bırak şimdi sen bundan sonra ne yapacağını... Ne yaptın bugüne kadar?” diye sorun.

Cuma, Temmuz 23, 2010

Hababam Sınıfından Neden takunyalı Yok - Yılmaz Özdil

Hababam Sınıfı Uyanamıyor...“Ağlama açılımı” yaptı arkadaşlar...
Hıçkırıklar filan...*
Niye biliyor musunuz? *
Türkiye’nin ortanca yaşı 28.Yani?Nüfusun yarısı 28 yaşından küçük.*
12 Eylül 1980’de doğan bebek, bugün 30 yaşında; darbe öncesini hiç yaşamadı... İlkokulda ortaokulda olanları ekle, memlekette şu an 4 kişiden 3’ü, tanklarla uyandığımızda çocuktu... Kaba hesap, 55 milyon kişi, 70’li yıllarda neler yaşandı, bilmiyor... Bildiği, kulaktan dolma.*
O nedenle, burunlarını çeke çeke ağlama rolü yapıyorlar. Sanırsın, zindana atıldılar...Nasıl olsa, 12 Eylül öncesinde dökülen gerçek gözyaşlarını hatırlayan yok. Buna güveniyorlar.*Değerli gençler...Her kafadan ayrı ses çıkıyor.Kim doğru söylüyor?Merak ediyorsunuz işin aslını.*Kanı gözyaşını bırakalım...Dramatik lafları da boşverin...Eğlenceli bi örnek vereyim.*
Hababam Sınıfı.*
Büyük usta Rıfat Ilgaz, 60’lı yıllarda yazmaya başladı, Hababam Sınıfı Uyanıyor, Hababam Sınıfı Sınıfta Kaldı gibi serileri, 70’li yıllarda kaleme aldı. Repliklerini ezbere bildiğimiz filmleri ise, 1975-1978 arasında çekildi. Yani, darbenin hemen öncesindeki yıllarda.*
İnek Şaban’ı Güdük Necmi’si Damat Ferit’i Kel Mahmut’u Külyutmaz’ı Domdom’u, Tulum’u, Hafize Ana’sıyla, bizizdir o... Fırlaması avanağı, şehirlisi köylüsü, batılısı da var orda, doğulusu da, zengin fakir... Özetle, o dönemki toplumun tüm katmanları var Hababam’da.*
Kim yok?Takunyalı...*
İnsanımızın kodlarını bu kadar iyi bilen, toplumu bu kadar iyi gözlemleyen efsane ustanın, Rıfat Ilgaz’ın, hepimizi tek tek oraya koyarken, takunyalıları ıskalaması mümkün mü? Neden Hababam’da “din” unsuru yok?*
“O dönemi Hababam gibi mizahi bir eserle özetleyemezsin” diyenler, bana mantıklı cevap verebilmeli... Neden kafasında takkeyle dolaşan öğrenci figürü yok Hababam’da?*
Yoktular çünkü.*
60’lı 70’li yıllarda da Müslüman’dı Türkiye... Ama, din bezirgânı yoktu. Olanlar da, parmakla gösterilecek kadar azdı; marjinaldi. Toplumda değer ifade edecek sayıda takunyalı olsaydı, şehirli köylü, doğulu batılı, fırlama avanak gibi, Hababam efsanesinde yerlerini alırlardı.*
Yoktular.*
O nedenle, 70’li yıllarda devrimci-ülkücü gençler birbirini gırtlaklarken, darbeden sonra devrimci-ülkücü gençler asılırken, Kürtlerin canına okunduğu, alayının işkenceden geçirildiği, “anaların ağladığı” günlerde, bunların hiçbirinin burnu bile kanamadı.*
O nedenle, mağdur olarak göstere göstere, anca, soldan dönme Ertuğrul Günay’ı örnek gösterebiliyorlar. Başka gösterebilecekleri “orijinal takunyalı” tek mağdur yok.*
Değerli gençler...Takunyalılar, 12 Eylül’ün eseridir.*
Belgeseli de, Hababam’dır.*
O nedenle, devrimcileri ülkücüleri biçip, takunyalılara koşmaları için yol açan 12 Eylül, Hababam’ın yazarını mezbahadan bozma hapishaneye tıkmıştır... Zaten, ustanın ölüm sebebi de, takunyalılar tarafından ateşe verilen Madımak’ta yaşadığı kahırdır.*
Ve o nedenle, adım gibi eminim ki, yaşasaydı bugün, timsah gözyaşlarına bakıp, efsanenin son cildini kaleme alır... “Hababam Sınıfı Uyanamıyor”u yazardı satır satır!

Perşembe, Temmuz 22, 2010

Kim Bunlar - Ahmet Hakan

Kim bunlar
- 12 Eylül’de Kenan Evren’i evlerinde ağırlayan ama bugün Başbakan Erdoğan’la birlikte Evren’in yaptığı zulümlere gözyaşı döken gazeteci aile kim?
- “Allah razı olsun Kenan Evren’den... Kendisi imam hatip mektepleri açtı...” diyen ama bugün referandumda “evet” çıksın diye canla başla çalışan cemaatin lideri kim?
- 12 Eylül rejimine “Türk / İslam sentezi” ideolojisini oturtan, dünün Aydınlar Ocağı mensupları, bugünün AK Partilileri kim?
- 12 Eylül’ün getirdiği siyasi yasakların kalkmaması için mücadele veren Turgut Özal’ı “demokrasinin üç yıldızı”ndan biri olarak ilan eden siyasetçi kim?

Ağlayan Adama Mektup - Ahmet Hakan

SAYIN ağlayan adam...
Madem...Gencecik insanların yağlı urganlarla asılmasını, 30 yıl sonra bile gözyaşlarına boğulacak denli kederli ve içli bir şekilde anımsayabiliyorsunuz...Söyler misiniz lütfen, sizi bu denli efkârlandıran bir konuda neden 30 yıl boyunca ağzınızdan tek kelime bile çıkmadı?

30 yıl! Dile kolay...İlçe başkanı oldunuz, il başkanı oldunuz, belediye başkanı oldunuz, parti kurdunuz, parti başkanı oldunuz, başbakan oldunuz, hepsinden önemlisi 7 yılı aşkın bir süre hükümran oldunuz.Ama bu mevkilerin hiçbirinde...“Yağlı urgan” demediniz, “Adalı” demediniz, “Beni burada arama anne” demediniz, “Metris’in önü” demediniz, “Erdal Eren” demediniz, “Siz bilmezsiniz kimleri astılar” demediniz.Neden?

Sayın ağlayan adam...Eğer referandumda “evet” oyu verirsek...Yağlı urganlarla asılan gençlerin asıldıklarıyla kalmayacaklarına dair bize bir söz verebilir misiniz?Eğer referandumda “evet” dersek...Yağlı urganları o gençlerin boynuna haksız ve hukuksuz bir şekilde geçirenlerden hesap sorulacağını altını çizerek söyleyebilir misiniz?Hadi daha net sorayım:Eğer “evet” dersek...Hastanede ziyaretine gittiğiniz, Çankaya Köşkü’nde ağırladığınız “asan adam” Kenan Evren’in yakasına yapışacak mısınız?Lütfen bizi bu konuda aydınlatabilir misiniz?

Sayın ağlayan adam...Gözyaşlarınızın içtenliğine inanmak istiyoruz.Lütfen aydınlatın bizi...Mesela...“12 Eylül Anayasası ilk kez mi değişiyor ki 12 Eylül’ün tepesine ilk demir yumruğu indiriyormuş gibi yapıyorsunuz?” sorusuna bir yanıt verin.Mesela...“12 Eylül’ün simgesi YÖK’ü ortadan kaldırmak için neden küçük parmağınızı bile kıpırdatmıyorsunuz?” sorusuna bir yanıt verin.Mesela...“Vaktiyle 12 Eylül yönetimiyle iş tutmuş birçok ismi partinizin en etkili yerlerine neden getirdiniz?” sorusuna bir yanıt verin.Mesela...“Kenan Evren, Erdal Eren’in yaşını büyültüp yağlı urganla astırırken, aranızdan kimler daha fazla imam hatip açsın diye Evren’in kapısındaydı?” sorusuna bir yanıt verin.

Sayın ağlayan adam...Gözyaşlarınızın içtenliğine ben de inanmak istiyorum...Ben de milletvekilleriniz gibi ağlamak istiyorum.Ben de “Yaşasın! Ülkemin başbakanı 30 yıl sonra da olsa, hesapsız bir şekilde kanayan bir yaraya parmak bastı” diye sevinmek istiyorum.

Hatta...“Tescilli bir dönek” olarak...“Hayır” cephesinden “evet” cephesine bile dönebilirim.Yeter ki sorularıma tatmin edici yanıtlar verin...

Üzüm Açtım Kirazla Tüttürüyorum - Yılmaz Özdil


Ey Halkım - Bekir Coşkun