Perşembe, Temmuz 18, 2013

Merhamet Hanım Sarayın Önünde - Hasan Pulur

Hiç ummadığınız biri, hiç ummadığınız yerde öyle bir laf eder ki!

Mesela bir Alman köylüsünün imparatora ya da başbakana söylediği gibi...
Bir kamulaştırma davasıdır, köylü haklı olduğunu sanır, şöyle der:
Berlin’de hakimler var!
Bu söz yıllar yılı dillerden düşmez, hukuk devletinin, yargının ve kavramların simgesi olmuştur.

***

Geçenlerde bir Anadolu köylüsünün de, hakime “ben para pul peşinde değilim, hak hukuk peşindeyim!” demesi gibi...
Ziya Paşa, “terkib-i bend”de, der ki:
Hiç ummadığın keşfeder esrar-ı derunun
Sen herkesi kör, alemi sersem mi sanırsın?
Bu da o sözlerden biridir...

***

Geçenlerde, Çağlayan’daki adliye sarayının önünde beş çocuklu bir kadın vardı: Merhamet Sarıçiçek...
Taksim Gezi olaylarında kocası tutuklanmıştı, örgüt kurup olaylara karışmaktan sanıktı, seyyar bayrakçı!!!

***

Merhamet Hanım gayet düzgün konuşuyordu:
Evet, biz örgütüz, yedi kişilik bir örgütüz! O örgütün başı içeride, ben ve beş çocuğum dışarıda.”
Kara mizahın, acı mizahın alası buydu...
Merhamet Hanım devam ediyordu:
Biz otuz yıldan beri bayrak satarız... Parti mitingleri bizim işyerimizdir. Bugün kazanıp ertesi gün yeriz.”

***

Merhamet Hanım’ın ağzı da laf yapıyor, mantığı da sağlam:
Geçenlerde Kazlıçeşme’deki AK Parti mitinginde kocam bayrak sattı.
Türk bayrağı... O zaman kimse sesini çıkarmadı, şimdi yine Türk bayrağı sattı içeride...

***

Merhamet Hanım, günceli de izliyordu:
Bu olay yıllar sonra, Türk bayrağı satanı bile tutukladılar, diye...
Hele hele örgüt iddiası!

***

Merhamet Hanım neredeydi?
Adalet sarayının önünde...
Yakıştı mı?
Bize kalırsa da tam uygun!
Yakıştıramıyorsanız, bu da “Merhamet Hanım”ın günahı değil!
Ya kimin?
Palacı”ya sorun.

Uydur uydur yaz, kafalar karışsın! - Mehmet Yılmaz

DÜN, TMSF’nin yani devletin el koyup, başına da eski bir AKP milletvekilini genel yayın müdürü tayin ettiği Akşam gazetesinde bir haber yayımlandı.


Gazetenin birinci sayfasında dokuz sütunluk bir manşet! “Beykoz Konakları’nda sır toplantı” başlığı altında şöyle deniliyor:

Türkiye, Gezi olayları ile Mısır’ı tartışırken, kulisler ilginç isimlerin bir araya geldiği zirvelerle çalkalanıyor. Aralarında Mustafa Koç, Aydın Doğan ve Mustafa Sarıgül’ün olduğu işadamı, siyasetçi ve medya patronlarının eski siyasetçi Hüsamettin Özkan’ın evinde bir araya geldiği iddia edildi”.

Akılları sıra uyanıklık yapıyorlar, “iddia edildi” diyerek uydurdukları haberi sanki bir istihbaratmış gibi sunmaya çabalıyorlar.

Tahmin edeceğiniz gibi böyle bir toplantının olmadığı, toplantıya katıldığı iddia edilen kişilerce yalanlandı.

Bu yalanlama yapıldığı sırada Ankara’nın belediye başkanı bir tweet attı ve “Toplantıda nelerin konuşulduğunu az sonra açıklayacağım” yazdı.

Olmayan bir toplantıda nelerin konuşulduğunu açıklayacakmış!

Sözü edilen kişilerin bu zatı arayarak neler konuşulduğunu anlatmaları mümkün değil, içlerinden bazıları zaten sokakta görse selam vermez.

Peki, nereden öğrenmiş olabilir? Evlere gizlice dinleme aletleri mi yerleştirdi, telefonları filan mı dinliyor?

AKP muazzam bir dezenformasyon ve karalama kampanyası ile insanları terörize etmeye çalışıyor.

Bunun için de yalanlar dahil her türlü yolu kullanıyorlar.

Üstelik bunu bir de ramazan günü oruç ağızla yapıyorlar! Allah ıslah etsin!

Salı, Temmuz 16, 2013

Yaşasın Adalet - Mehmet Yılmaz

DÜN Hürriyet’te “halkı isyana teşvik” suçu işlediği gerekçesiyle tutuklanıp, Metris Cezaevi’ne gönderilen bir “suçlunun” fotoğrafı vardı. Gözaltına alınmasından hemen önce çekilmiş.


Kucağında bir tomar bayrak var, onlara sarılmış, belli ki biraz da hırpalandığı için hareket edemeyen, bir vatandaşın omzuna yaslanmış orta yaşlı bir erkek. Bir bayrak satıcısı!

Beş çocuğuna bakmak için sokaklarda dolaşıp bayrak satan bir işportacı!

Faiz lobisinin adamı olmadığı kılık kıyafetinden belli. Telekinezik güçlerini kullanıp, memleketi başsız bırakacak olsa, bu gücünü önce kendisini refaha çıkarmak için kullanırdı. Dış mihraklarla konuşabilecek yabancı dili de yok.

Ama tutuklu olarak yargılanacak, çünkü polis öyle olduğuna karar vermiş.

Onunla da kalmamış, memleketin savcısı, yargıcı da polis gibi düşünmüş, “Bu adam halkı isyana teşvik etti, atın içeri!

Ne diyeyim: Yaşasın adalet!



Cuma, Temmuz 12, 2013

Sisi’yi gören El Beşir’i nasıl göremedi? - Mehmet Yılmaz

ANKARA Cumhuriyet Başsavcılığı Mısır’daki darbeyi “insanlığa karşı suç” olarak değerlendiren bir suç duyurusunu işleme almış ve soruşturma başlatmış.

Soruşturma, Türk Ceza Kanunu’nun 13. ve 77. maddelerine dayanılarak yapılacakmış.
Bununla ilgili olarak Dışişleri Bakanlığı ve MİT’ten de darbeye yönelik bilgi istenecekmiş.

İlk bakışta bir hukuki fantezi gibi görünüyor ama unutmayalım ki Şili diktatörü Pinochet de İspanyol yargıç Garzon’un İspanya’da başlattığı bir soruşturma nedeniyle İngiltere’de tutuklanmıştı.

Bu soruşturma da dileyelim ki işe yarasın, diktatörler, darbeciler, katliamcılar dünyanın hiçbir köşesinde rahat yüzü göremeyeceklerini bilsin.

Ama” sözcüğünü kullanmak artık ayıp sayılıyor, fakat bu durumda kullanmak zorundayım: Ama ben hukukçuda tutarlılık ararım!

Merak ettim, soruşturmayı yürüten savcılık, Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin, Sudan Devlet Başkanı El Beşir hakkında “insanlığa karşı suç ve soykırım” suçlamasıyla tutuklama kararı verdiğinden haberdar değil miydi?

Haberdar olmaması düşünülemez, çünkü gazeteler günlerce bunu yazmıştı. Katil, Başbakan’ın davetlisi olarak Türkiye’ye geldiğinde de aynı durum tekrar tekrar hatırlatılmıştı.

Şimdilik 53 kişinin ve demokrasinin katili durumundaki Sisi’nin işlediği suçu takip edenin, 200 bin kişinin ölümünden sorumlu tutularak hakkında tutuklama kararı verilmiş olanı takip etmemesi tuhaf değil mi?

Savcılığı göreve davet ediyorum:

Hakkında uluslararası tutuklama kararı olan bir soykırımcıyı Türkiye’ye geldiğinde tutuklamayan polisler, onların amirleri ve onlara bu emri veren siyasiler hakkında da hemen bir soruşturma açılmalı.
Açılmalı ki Sisi hakkında yaptığı soruşturmanın bir gösteriş değil, gerçek adalet ve insanlık arayışının sonucu olduğunu herkes kabul etsin!

Perşembe, Temmuz 11, 2013

Demokrasi Kahramanı Başdanımşman - Özgür Mumcu


Erdoğan yaptığı son hamleyle kendisine kibirli, sert, uzlaşmaz diyen herkesi boşa düşürmüş durumdadır. Bir siyasetçinin ne kadar hoşgörülü ve müşfik olduğunu hepimize ders verir gibi ispat etti. Yiğit Bulut’u ‘Başbakanlık Başdanışmanı’ olarak atadı.

Böylelikle Sayın Erdoğan öfkesine asla yenilmediğini ve son derece affedici olduğunu da göstermiş oldu.
AKP hakkında kapatılma davası açıldığında artık Başbakan’a başdanışmanlık yapacak olan Sayın Bulut şöyle yazmıştı:

“Devlet ‘hükümete’ yeter dedi!” Yazısında Başbakan’a da fahri danışmanlık hizmeti vermişti: “Hükümet eden siyasi parti artık şunu anlamalı: ‘Bundan sonrası yok!’ Uçağı ‘riske’ atmadan ‘pilotaja’ devam etsin ve lütfen artık ‘sakin’ dursun!”

Yine aynı dönemlerde hatırlarsınız Yiğit Bulut gidişattan çok kaygılıydı. Vatan gazetesindeki köşesinden şöyle sesleniyordu: “Sevgili dostlar, artık işin dozu kaçtı. Belki farkındasınız, belki değilsiniz ama ‘sistem artık’ demokrasiden ‘faşizme’ doğru kayıyor.”

Yeni başdanışman yine de faşizme kaymanın engellenebileceğini düşünüyordu. Nasıl mı?

“Hitler Almanya’sında ‘ordu’ lidere itaat ediyordu, bağlıydı. Bizde ‘diktatör’ olma yolunda ilerleyen arkadaşlara ‘ordunun destek olması hatta sempati’ duyması mümkün değil...”

Peki, bu ‘arkadaşlara’ nasıl hitap ediyordu Sayın Bulut: “Atatürk devrimlerine bağlı bir sistem içinde ‘diktatör’ denebilecek haşerelerin ‘silahlı bir ordu gücünü arkalarına almaları’ mümkün değil.”

Orduyu ele geçiremeyecek olan iktidarın seçeceği yolun “kendine bağlı ‘ideolojik’ dinamikler ile motive edilmiş ‘polis’ gücü” oluşturmaktan geçtiğinin de altını çizmekteydi.

Kendisini nasıl tanımlıyordu Başbakan’ın başdanışmanı: “Sevgili dostlar, AK Parti ile ‘kesişen’ tek bir noktası bile olmayan, ‘laik Cumhuriyetimize’ sonuna kadar bağlı bir vatandaş olarak...”

AKP’nin kapatılmasını devletin ‘hükümete’ dur demesi olarak gören, gidişatın faşizme doğru olduğunu söyleyen, ‘ordu gücünü’ arkasına alamayacak ‘haşerelerin’ ideolojik olarak motive edilmiş polis gücü oluşturmasından yakınan biri ‘Başbakan Başdanışmanı’ oldu.

Artık Sayın Erdoğan’ı demokratik olgunluğu sebebiyle tebrik etmek dışında ne yapılabilir? Kendisi, fikirleri ve partisi hakkında bunları yazmış birini dahi en yakınına alıp ona danışan birinin demokrat olmadığını hangi babayiğit iddia edebilir?

Malum, Yiğit Bulut son zamanlarda Başbakan’ın telekinezi yöntemiyle yani ‘düşünce gücüyle etki yapılarak’ öldürülmeye çalışıldığından bahsetmişti. Böylesi bir düşünce gücüne karşı Sayın Bulut gibi devasa bir düşünce gücünden bir kalkana başvurmak da Başbakan’ın vizyonunun genişliğine işaret.
Yiğit Bulut’un başdanışmanlığı memleketimizin sonuna kadar demokratik bir ülke olduğunu ve Erdoğan’ın da gelmiş geçmiş en demokrat siyasetçi olduğunu göstermektedir.

Artık herkes biliyor ki eğer iyi bir çocuk olursanız Başbakan’a başdanışman bile olabilirsiniz.
Bundan büyük saadet var mı?

Ne yazmıştı vaktiyle Sayın Bulut: “Açık söylüyorum, Türkiye’de bunu yapan anlayış faşizan bir anlayıştır ve ben yarın ne kendi geleceğimden ne de benim gibi düşünenlerin geleceğinden emin değilim.”

Artık kaygılanmasına gerek yok, geleceğini emin ellere teslim etmiştir.

Çarşamba, Temmuz 10, 2013

Meralarda Koyun Var...

Meralarımızda sadece koyunlar, inekler olsaydı bunlar başımıza gelmezdi. Ne yazık ki, bizim konuşan ama ne olduğunu anlamayan koyunlarımız ve ineklerimiz boldur.

Erdoğan Bayraktar ile bir iş adamı arasında geçen telefon görüşmesi sızmıştı internet sitelerine hatırlarsanız. Meraların imara açılması ve tarım ve hayvancılığın köylünün elinden alınması gibi konular var idi içerisinde.

Dün gece torba yasayla, meralarda yapılaşmanın da önü açılmış durumda.

Ancak Bakan Erdoğan Bayraktar "Meraların imara açılması söz konusu değil" gibi saçma açıklamalar yapmaktan, ama aynı açıklamanın arasına "Meraların kullanılmasının teminine yönelik en fazla binde 5'ine kadar 5 tane bakanlık tarafından oluşturulacak komisyonla belirlenecek şekildeki kullanımlarını belirtecek bir husus getirilmektedir" diyerek sıvama işlemini de tamamladı.

İnanmayan okusun;


Buna da darbe denir

AKP, kendine engel teşkil edecek her türlü unsuru, olguyu, yasayı gece yarısı operasyonları ile bertaraf etmeyi sık sık yapıyor. Bunun son örneği dün gece yaşandı.

Gezi parkı eylemlerine destek veren, yıllardır iktidarın kim olduğuna bakmaksızın şehir yaşamına, doğaya ve topluma zararlı her türlü girişimin önünde duran TMMOB'nin yetki ve gelirleri Çevre ve Şehircilik Bakanlığı'na (Çevre ve Şehircilik nasıl aynı bakanlıkta oluyor o da ayrı) devir edilmesine dair bir önerge gece yarısında meclise sunuluyor. Acilen de yasalaşıyor. Malum, TMMOB son olarak gezi parkına kışla ve AVM projesine karşı dava açmış ve yürütmeyi durdurmuştu. AKP, her zamanki kindarlığı ile anında cezayı kesti elbette. Buna da ülke yönetmek, demokrasiyi işletmek diyorlar.

Salı, Temmuz 09, 2013

BU Tablodan Darbe ve Kan Çıkmamalıydı - Ertuğrul Özkök

MAALESEF beklenen oldu.
Mısır’da askeri darbe ile gelen demokrasi, yine askeri darbe ile askıya alındı.
Ve kan dökülüyor.
Oysa geçen yılki seçim sonuçlarından kan değil, bütün Mısır için uzlaşmacı bir demokrasi çıkabilirdi.
Çıkmalıydı.
Mısır’da Mursi’yi iktidara getiren seçimlerin sonuçlarına bakalım.
İlk turda adayların aldığı oylar şöyle:
-Müslüman Kardeşler’in adayı Mursi: Yüzde 24.70
-Mübarek’e yakın bağımsız aday Şefik: Yüzde 23.66
-Şeref Partisi Sabbahi: Yüzde 20.72
-Bağımsız siyasetçi Ebu’l Futuh: Yüzde 17.47
Yani oylar dörde bölünmüş ve Mursi, seçime katılanların dörtte birinin bile oyunu alamamış.
Onun aldığı oy sayısı 5 milyon 764 bin, darbeyle devrilen Mübarek’e yakın Şefik’in aldığı oy sayısı ise 5 milyon 505 bin.
Arada sadece 259 bin oy farkı var.

İlk iki aday ikinci tura geçiyor ve aldıkları oylar şöyle:
-Mursi: Yüzde 51.73
13 milyon 230 bin
-Şefik: Yüzde 48.27
12 milyon 347 bin
-Aradaki fark: 883 bin
Bu rakamlar bana şunu söylüyor.

2012 seçimi, Mısır’a çok dengeli, uzlaşmacı bir anayasa yapmak ve dengeli bir demokrasiyi yaratmak için bulunmaz fırsat vermiş.
İlk turda seçime katılanların oylarının dörtte birini bile alamayan Mursi bunu nasıl kullandı?
Bütün valiliklere, bürokrasiye Müslüman kardeşlerini atamak, yandaş bir yargı oluşturmak, kafasındaki hayat tarzını herkese empoze edecek bir anayasa yapmak için...
Tabii buna feci hale gelen ekonomiyi de eklemek gerekir.
Elbette ki bunlar için “Darbeyi mazur gösterecek şeyler” demeyeceğim.
Asla değildir. Darbe, onun yarattığı sorunların çok çok daha büyüğünü yaratacaktır.
Sadece demokrasi için olağanüstü bir fırsat kaçırıldı diyeceğim.

Maalesef Mısır’da daha da kan dökülecek. Ne yazık ki demokrasinin gelişi daha da gecikecek.
Mursi geri dönse de dönmese de bu sorun çözülemeyecek.
Ortadoğu’nun makûs talihi bir kere daha kırılamayacak.
Bu bölge, darbeyle gelen diktatörlerden de ve seçimle gelen diktatörlerden de daha uzun yıllar çekecek.
“Demokrasi sandık kadar, demokrasi kültürü ve kurumları meselesidir” gerçeğini anlaması için daha uzun yıllar bekleyecek...
Biz de, şöyle veya böyle, 60 yıldır sürdürdüğümüz çokpartili hayatımızın kıymetini daha da iyi anlayacağız

Eruğrul Özkök'ten İlginç Bir Yazı

DEMOKRASİ bazen hür seçimle değil, darbeyle de başlayabilir...”
Durun, hemen piyanistin üzerine ateş açmayın.
Cümlenin sonunu, yazının ortasını bekleyin.
Cümle bana ait değil.
Geçen pazar günü demokrasinin beşiği İngiltere’de yayınlanan “Sunday Times” gazetesinin yazarı Camilla Cavendish’in sözleri...

Mesela hangi darbe?
Mesela 1974’te Portekiz’de diktatörlüğe son veren sol askeri darbe.
Mesela, Mısır’da Mübarek rejimine son verip Mursi’yi iktidara getiren seçime yolu açan darbe...
Buraya kadar hemfikir miyiz?
Öyle ise devam edelim.
Portekiz’de o askeri darbeden sonra demokrasi bugüne kadar kesintisiz yürüdü.
Yani 40 yıldır.
Peki Mısır’da niye yürümedi?
Bunu bir tartışmamız gerekmiyor mu?
Tartışırsak mı darbeci oluruz?
Yoksa tartışmazsak mı?
Darbeyle başlayan demokrasi süreci Portekiz’de neden 40 yıldır yürüyor da, Arap Baharı’nda daha şimdiden Mısır ve Libya’da duvara tosladı?
Neden Tunus’ta hâlâ herkesin üzerinde anlaşabileceği bir demokratik zemin oluşamıyor?

Bana “Daha 3 yıl oldu, biraz sabret” diyebilirsiniz.
Ben de derim ki: “Tamam kardeşim iyi de, Portekiz’in darbeden sonra da ilk 3 yıl vardı. Neden orada böyle bir şey olmadı?”
Üstelik o 3 yıl Portekiz tarihinin belki de en travmatik dönemiydi. Koskoca bir imparatorluk çöktü. Bir milyona yakın Portekizli, ülkelerine dönmek zorunda kaldı.
Buna rağmen ikinci bir askeri darbe olmadan sistem yürüdü. Neden?
Cevabı çok basit, çünkü daha ilk günden bir demokrasi için gerekli “birlikte yaşama kültürü” oluşturuldu.
Herkes haddini bildi.

Nedir bir demokrasi için olmazsa olmaz ortak yaşama kültürü?
Bir daha, bir daha, bir daha yazayım.
-Hür seçim.
-Seçimle işbaşına gelen iktidarı denetleyici mekanizmalar.
-Hür medya.
-Bağımsız yargı.
-Tarafsız kamu hizmeti.
-Azınlıkların korunması.
-İnanç özgürlüğü.
-Yasalara saygı.

Sonuç, iyi bir demokrat olmak için darbelere karşı çıkmak şarttır.
Ama sadece darbelere karşı olmak yetmez.
Aynı zamanda demokrasinin temel ve vazgeçilmez kurumlarını ve kültürünü de aynı güçle ve samimiyetle savunmak gerekir.
İkinci sonuç: Evet demokrasi bazen darbeyle gelir. Çoğu kez de darbeyle gider.
Bazen de seçimlerle diktatörlükler gelir....
Ama öyle de olsa, geldikleri gibi gitmelidirler.
Yani seçimlerle...
Darbelerin kaldıracağı tek “ama” da budur.

Kendi Önergesine "Hayır" Oyu Veren AKP



İşte bizim demokrasi oyunumuz bundan ibaret.. Yoruma gerek var mı?

Salı, Temmuz 02, 2013

Survivor - Yılmaz Özdil

110 gün önce başlamıştı.


**

Bu 110 günde...

**

Apo, ulusa sesleniş konuşması yaptı, Kürdistan’ı ilan etti. Gazilerimiz, akil adamların kafasına protez bacak fırlattı. AKP genel merkezine law silahıyla saldırıldı. Diyanet İşleri Başkanı, açık açık gâvur diyemedi, “İzmir’in farklı bir dindarlığı var” dedi. Afrika’da üretilen GDO’lu pirinçlerin Türkiye’ye kakalandığı ortaya çıktı. TC’yi kaldırdılar. Emek Sineması’nı yıktılar. Fazıl Say’ı hapse mahkûm ettiler. Kanser hastası üniversiteli kız “ilaçları bulamıyoruz” dedi, Toki Bakanımız cebine para sıkıştırdı, “sakın düşürme” diye tembihledi, kızcağız “ben dilenci değilim, eliniz cebinize değil, vicdanınıza gitsin” dedi. Adana Otistik Çocuklar Eğitim Derneği Başkanı, otistik çocukların ateist olduğunu izah etti. AKP genel başkan yardımcısı Mehmet Ali Şahin “okullara Kuran dersi koyduk, çünkü insan malzememiz bozuldu” dedi. Murat Karayılan, Kandil’de basın toplantısı yaptı, bizim basın kuyruğa girdi. AKP milletvekili Zeyid Aslan, CHP milletvekili Kamer Genç’e “senin a..ına koyarım, o..spu çocuğu, senin ananı s...rim” diye bağırdı. Tayyip Erdoğan “milli içkimiz ayran” dedi, “iki ayyaş” dedi, içki satışına sınırlama getirildi. THY’de hosteslerin kırmızı ruj sürmesi yasaklandı. 1 Mayıs’ta sıkıyönetim ilan edildi, Taksim’de harp çıktı, yüzlerce kişi yaralandı, 17 yaşındaki lise öğrencisi Dilan’ı kafasından biber gazı kapsülüyle vurdular, beyin ameliyatı geçirdi, İstanbul Valisi “marjinaldir, radikal mensuptur” dedi, Dilan’ı hastaneden kovdular. Iğdır’da mayın patladı, 2 asker şehit oldu. Sınırdan zorla Türkiye’ye girmek isteyen Suriyeliler ateş açtı, 1 polis şehit oldu. Olimpiyatta altın madalya kazanan Aslı Çakır Alptekin’in dopingli olduğu ortaya çıktı. Reyhanlı havaya uçtu, 52 vatandaşımız hayatını kaybetti. Suriye sınırında F-16 düştü, pilotumuz şehit oldu. Beşiktaş tribününde demir copla adam dövdüler. Galatasaray taraftarı, Fenerbahçe taraftarını bıçaklayarak öldürdü. Fenerbahçe taraftarı, Galatasaraylı Drogba’ya “muz” salladı. Show TV’ye el kondu, Lig TV’ye el kondu, Marcus Merk bile kamulaştırıldı! Tayyip Erdoğan, 19 Mayıs törenlerine katılmadı, Obama’ya gitti. Emine hanım’a “Diktatörlüğün Psikolojisi” isimli kitap hediye edildi. Hatay’da mazot kaçakçılarına baskın yapıldı, herifler depoyu havaya uçurdu, 9 kişi öldü. Kapadokya’da balonlar çarpıştı, turistler öldü. Hürrem Sultan Almanya’ya kaçtı. Eski OHAL Valisi Hayri Kozakçıoğlu, intihar etti. Kılıçdaroğlu’nun makam aracı, beton mikserinden kurtulayım derken kaza yaptı, beton mikserinin 33 yaşındaki şoförü ehliyetsiz çıktı. Üçüncü Boğaz köprüsüne “Yavuz Sultan Selim” adı verildi, Osmanlı hanedanının mensupları bile “hakikaten Alevilere ayıp oldu, keşke Kanuni filan koysalardı” dedi. Karabük Üniversitesi, padişah Abdülhamid’e onursal doktora verdi. Gezi Parkı direnişi başladı. Çadırları tutuşturdular, ülkede yangın çıktı. Çapulcu dediler. 1’i polis 4 kişi öldü. Ethem’i kafasından mermiyle vurdular, vuran polisi serbest bıraktılar. 8 bin kişi yaralandı. 11 kişi gözünü kaybetti. 1 kişinin dalağı alındı. 59 kişinin hayati tehlikesi sürüyor. Avukatları gözaltına aldılar. Duran adam’ı durduğu için gözaltına aldılar. Televizyonda bunları göstermek yerine “penguen” gösterdiler. Piyano tutukladılar. Divan Oteli’ni hücreevi ilan ettiler. Yabancı öğrencileri casus diye içeri tıktılar. Camide içki içildiğini görmedim diyen, yalan söyleyemem diyen müezzini terörle mücadele şubesinde 6 saat sorguladılar. Polat Alemdar “bize nazar değdi” dedi. Tayyip Erdoğan, 2 milyar 800 milyon ağaç diktiğini söyledi. Eski YÖK Başkanı Profesör Kemal Gürüz hapishanede intihara kalkıştı, bileklerini kesti. Hasdal’daki subaylar açlık grevi başlattı. Fenerbahçe ve Beşiktaş, Avrupa’dan men edildi. Tayyip Erdoğan “Akdeniz, White Sea olarak adlandırılır” dedi. Gezi parkı direnişçilerine “vatan hainleri yaptığınız eylemi si...yim, Ermenilere bıraktınız meydanı, Allah belanızı versin” diyen güreşçiye, milli takımın bayrağı taşıtıldı. Akdeniz Oyunları boyunca 16 sporcumuz dopingli yakalandı. Dolar patladı. Jandarma asayiş komutanıyla, kolordu komutanını taşıyan helikoptere ateş açıldı, “barış süreci”nden zor kaçtılar! PKK polis teşkilatı kurdu, Cizre’de diploma töreni yaptı. Lice’de arbede çıktı, köylüler karakol inşaatını bastı, 1 kişi öldü.

**

Hilmi Cem’in şahsında ünlüleri-gönüllüleri kutlarım ama... Aslında, Panama’ya adaya gidenler yırttı.

Survivor’ın feriştahı burası!

Bu günahı kim ödeyecek - Mehmet Yılmaz

MİLLİ Eğitim Bakanlığı, geçen yıl okula başlayan 60-66 aylık öğrencilerin yaşadığı uyum sorunu nedeniyle 4+4+4 sisteminde revizyona gidecekmiş.


Vatan’ın haberine göre 60–66 aylıkların okula başlama kararı veliye bırakılmıştı. Şimdi veli onayı yanı sıra, uzman komisyon onayı da istenecek.

Başbakan’ın kulakları çınlasın! Çocuklarının okula o yaşta başlamasını sakıncalı bulan velilere demediğini bırakmamıştı.

Tam bir yıl önce bu endişeler içinde olan velilere şöyle seslenmişti:

Gidip rapor alanlar var. Bunları evlatlarına ihanetle vasıflandırıyorum. Bu çocuklar geri zekâlı mı?

Zekâ tartışmasına hiç girmeyeceğim, çocuklara ihanet eden kim acaba diye merak ediyorum!

Habere göre 40 dakikalık derslere 60–66 aylıklar uyum sağlayamamış. Dinleme bozukluğu ve dikkat dağınıklığı söz konusu, bunun için dersler 20-30 dakikaya indirilecek.

60–70 aylık çocuklarla 71–84 aylık olanlar ayrı sınıflarda toplanacak.

Dersliklerin de bu yaştaki çocuklar için uygun olmadığı ortaya çıktı. Sıra boyları onlara göre değil. Şimdi bunun için minderli derslikler oluşturulacak. Okulların çatılarına ve bodrumlarına oyun alanları yapılacak.

66 ayın altındaki her beş çocuktan dördü okumayı sökemedi. Yüzde 67’si en az bir kez altına kaçırdı. Öğretmenlerin yüzde 65’i de zaten bu yaştaki çocuklara eğitim verebilecek meslek içi eğitimden geçirilememişti.

Bütün bunlar bir gece yarısı gündeme getirilen ve Milli Eğitim Bakanı’nın bile haberi olmayan 4+4+4 sistemi yüzünden oldu.

Yüz binlerce çocuğun geleceği, AKP’lilerin imam hatiplerin orta bölümlerini açma hırsları yüzünden karartıldı.

Bütün bu yaşananlar, bir yıl önce uzmanlar tarafından söylenmişti, ama uzmanları dinleyen kim ki zaten?

Başbakan mimariden tutun da eğitimciliğe kadar her şeyin “tek bileni”, onun dediği oldu, sonuç ortada!

Bu kadar çocuk ve velileri utangaç da olsa bir özrü hak ediyor. Özür o çocukların yaşamları boyunca yaşayacakları sorunları hafifletmeye yetmez elbette.

Ama hiç olmazsa pişkinlikle karşılaşmayalım!