Cuma, Şubat 28, 2014

Yatacak Yerimiz Yok Bizim - Ahmet Hakan

DENİZ Baykal'ın o malum "kaset"i internete düşmüş, Akit adlı gazetenin internet sitesinde büyük bir harala gürele ile yayınlanmıştı.
Ben o zaman...
Şu iki şeyin altını çizmiştim:

BİR: Deniz Baykal'ın özel alanına kamera yerleştirilmesi, dört dörtlük bir alçaklıktır. Bu alçaklığı yapanlara lanet olsun.

İKİ: Ancak yapılan ne denli büyük bir alçaklık olursa olsun... Bu kaset yok sayılamaz. Baykal istifa etmelidir.

Ortada...
Akçalı bir iş yoktu. Hırsızlık yoktu. Rüşvet yoktu. "Çıkar elde etme" yoktu. Pazarlık yoktu. "Kamu malı" yoktu.
"Para pul" yoktu.

Peki ne vardı?
Bir siyasetçi için kabul edilemez bir "görüntü" vardı.
O "görüntü" ortaya çıktıktan sonra o makamda kalınamazdı.

Başta ben olmak üzere...
Onlarca köşe yazarı Deniz Baykal'ı istifaya davet ettik.
Neden?
"Kaset" yüzünden.
¦ O "kaset'in alçakça yöntemlerle elde edildiğini bildiğimiz halde bunu yaptık.
¦ O "kaset' in Baykal'ın özeliyle ilgili olduğunu bildiğimiz halde buııu yaptık.
¦ O "kaset' te kamu malına el uzatmak türünden toplumu ilgilendiren bir durum olmadığı halde bunu yaptık.
Deniz Baykal da çağnya karşılık verdi.
Gereğini yaptı.
"Montaj" sözünün arkasına saklanmadı.
"Paralel" yapı" demedi.
"Alçaklığa prim vermem" demedi. "Bu benim özelim" demedi.
Bastı istifayı, ödedi bedelini.

Baykal'ın kasedi karşısında "şahin" kesilen, "derhal istifa etmeli, başka çare yok" diyen, cesur ve korkusuzca hareket eden bizler...

Şimdi Başbakan'ın kasedi" karşısında...

¦ "İstifa" kelimesini aklımızın ucundan bile geçiremiyoruz ya...
¦ Kekeleyip duruluyoruz ya...
¦ Mırın kırın edip duruyoruz ya...
¦ "Doğru mu değil mi tam olarak bilmiyoruz" diye yazıp çiziyoruz ya...

Bu da bizim büyük ayıbımızdır.
Yatacak yerimiz yok bizim.

Kriptonit Babacım - Yılmaz Özdil

- Selamünaleykiim babacığım.
- Aleykümselam.
- Beni sen mi aradın babacığım?
- Yo-oo, sen aradın.
- Gizli numaradan arandım da...
- Ee. açsaydın.
- Gizli diye açmadım.
- Beni niye arıyorsun o zaman?
- Ben mi aradım?
- Oğlum konuşuyoruz ya!
- İşte ben de onu soruyorum babacığım, ben ararrıadıysarrı kapatayım istersen.
- Sana o kriptolu telefonu emanet edende kabahat zaten.
- Niye kısık sesle konuşuyorsun babacığım, Kısıklı dayım diye mi?
- Ooff, off... Git enişteni çağır, amcanı çağır, abini çağır.
- Abim de var, çağırayım mı?
- Oğlum söylüyorum ya işte, abini al, amcanı al, enişteni al, hepiniz biraraya gelin, oraları halledin.
- Küçük eniştemi mi çağırayım, büyük eniştemi mi?
- Allahıırı sen bana sabır ver, kızkardeşin geldi rııi oraya?
- Büyüğü mü, küçüğü mü?
- Oğlum delirtçen mi lan beni, hangisi geldi senin yanına?
- Küçüğü.
- Yanında mı?
- Yanımda, çağırayım rııı?
- Evladını hasta mısın, madem yanındaysa niye çağırıyorsun?
- İşte benim kafam da ona takıldı babacığım, ben mi çağırdım buraya, sen rııi gönderdin?
- F.kmek çarpsın Harvard'ın itibarına yazık.
- Arılamadım babacığım?
- Anlasan şaşardım zaten...
Sıfırladın mı o şeyleri?
- Neyleri babacığım?
- Hani o senin evde duran şeyleri?
- Senin paraları mı?
- Açık konuşma! - Kasaları boşalttım, dolarları gönderdim, artarılarıyla da Şelırizar'dan villa aklını inşallah.
- Açık konuşma diyorum!
- Geride bi 30 milyon miktar avro kaldı, Allah'ın izniyle hava kararınca onu da halledeceğim babacığım.
- Oğlum maazallah seni yanlışlıkla bi gözaltına alsalar var ya, sülalemizi yakarsın şerefsizim.
- Paraları taşırken konıırıalar fotoğrafımı çekti gibi geldi bana, bizi dinliyorlar mıdır acaba babacığım?
- La havle, kızkardeşini ver telefona.
- Küçüğünü mü, büyüğünü mü?
- Kapat, ölümü öp, kapat.
- Kriptolu olanını mı kapatayım, öbürünü mü babacığım?

Çarşamba, Şubat 26, 2014

Son Bir Günde Öğrendiklerim - Mustafa Mutlu

"Alt tarafı bir gün"demeyin; bazı günler vardır ki yıllarca öğrenemediklerinizi bir günde öğrenirsiniz, örneğin ben 24 Şubat 2014 Pazartesi 19:00'dan sonraki 24 saatte o kadar çok şey öğrendim ki...

¦ Yıllardır terör estiren birinin, aslında tahmin ettiğimden çok daha fazla korktuğunu öğrendim.
¦ Her zaman avazı çıktığı kadar bağırmadığmı, "para" söz konusu olduğunda sesini kısabildiğim öğrendim.
¦ Kısık sesle konuşunca dinlenemeyeceğini sanacak kadar cahil olduğunu öğrendim.
¦ Devletin gizli işlerinde kullanması için kendisine tahsis edilen "kriptolu" telefonu, oğluyla pis işlerini konuşmak için kullandığını öğrendim.
¦ Sabahın sekizinde oğlunu arayıp, "Oğlum senin evinde ne var, ne yok" diyebilecek kadar evlat sevgisiyle yanıp tutuştuğunu; ama oğlunun, "Senin paraların var baba" yanıtını verecek kadar "dombira" olduğunu öğrendim!
¦ Para birimlerini bile bilmediğini ve paradan söz ederken "şey" dediğini öğrendim.
¦ Bir babayla oğlunun, haram para konusunda konuşmaya başlamadan önce bile birbirlerine "Selamünaleyküm" diyebildiklerini, yani Allah'tan korkmadıkları gibi bir de utanıp sıkılmadan onun adını ağızlarına alabildiklerini öğrendim.
¦ Bursla okuyacak kadar muhtaç bir evladın, çok değil on-on beş yıl içinde 30 milyon eurodan (90 milyon lira) "bir miktar" diye söz edebilecek kadar zenginleşebileceğini öğrendim.
¦ Yirmi yıl önce "Babalar çocuklarından değil, çocuklar babalarından hırsızlığı öğrenir" diye ahkam kesen siyasetçinin; tüm sülalesini suç ortağı haline getirebileceğini öğrendim.
¦ Bazı siyasetçi evlerinde sıradan bir banka şubesindekinden bile çok daha fazla para bulunabileceğini öğrendim.
¦ İki kuruş para vermemek için yıllardır arkadaş evlerinde ya da otellerinde tatil yapan birinin, başı sıkışınca arkadaşlarına arabalar dolusu parayı kayıtsız kuyutsuz gönderecek kadar "yüce gönüllü" hale dönüşebileceğini öğrendim.
¦ "Sıfırlarken" bile büyük sorun yaşadıkları o kadar parayı, kaç günde, ayda ya da yılda, o evlere nasıl taşıdıklarını merak etmemem gerektiğini öğrendim.
¦ Hakkındaki bir ses kasedini "Bunlar alçakça bir montaj"diye yalanlayan birinin, "O sesler bize ait değil" diyememesinin, aslında o kasetlerin doğruluğunu itiraf etmesi anlamına geldiğini öğrendim.
¦ Kefenin cebi olmadığını biliyordum ama... Birilerinin bunu bile öğrenemediğini öğrendim.
¦ Böylesine büyük bir skandal karşısında bile kimsenin bir şey yapamadığını görünce; bu ülkede erkler ayrılığı, hukukun üstünlüğü, demokrasi gibi kavramların sizlere ömür olduğunu bir kez daha öğrendim.
¦ Gitmez sanılan birilerinin bile "gidici" olabileceğini öğrendim.
¦ O kasedi çekip bugün piyasaya sürenlerin de en az o kasettekiler kadar tehlikeli olduklarını ve onlardan da mutlaka kurtulmak gerektiğini öğrendim.
¦ Her şeye rağmen, en kötü günlerde bile bu ülkeden umut kesmemek gerektiğini öğrendim.
Bakalım önümüzdeki günlerde daha neler öğreneceğim?
SANSÜRE ÇARE!

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve oğlu Bilal Erdoğan'a ait olduğu iddia edilen ses kayıtları internetten kısa bir sürede silindi.
Peki ne oldu?
İnterneti sansürleyenler, halkın ağzını bantlayamadı.
Birçok vatandaş, telefonlarının hafızalarına kaydettikleri bu görüşmeyi toplu taşıma araçlarında yüksek sesle dinletirken görüldü! Dolmuşta, otobüste, metroda, metobüste, vapurda yolculuk yapan çok sayıda vatandaş bu yöntemi tercih etti.
Sözüm sansürcülere: Halkın yaratıcılığı karşısında hiçbir yasağınızın beş kuruşluk hükmü olamaz!

Söz, AKP'li seçmende!

Ne yalan söyleyeyim; sağduyu konusunda AKP'nin yönetici kadrosundan çok da umutlu değilim: Bir bölümü zaten gırtlaklarına kadar pisliğe batmış durumda; diğerleri ise biat kültürünün gereğini yerine getirmenin telaşında...

Ancak ben, "Bunlar dindar adamlar. Hırsızlık yapmazlar, fakirin fukaranın parasını yemezler" diye bu partiye oy veren sıradan seçmene güvenmek istiyorum.

Çünkü her şey bu kadar açıkken yine de götürüp oylarını vereceklerini sanmıyorum.

Ve biliyorum ki... Herkes bu kadar kirlenmiş olamaz!

GÜNÜN İSYANI!

Erdoğan'lara ait ses kaydı internete düşünce AKP Diyarbakır Milletvekili Cuma İçten bir twit atmış ve kayıtları yalanlamış. Çünkü Erdoğan, kayıtlarda kızı Sümeyye'yi soruyormuş; oğlu da, "Yanımda" diyormuş ama... Bu, mümkün değilmiş. Çünkü Sümeyye Erdoğan, o gün Konya'daymış. Cuma İçten, "Sazan olmak bir ayrıcalık" notuyla Sümeyye'nin Konya'da olduğunu gösteren bir de fotoğraf yayınlamış... Gelin görün ki paylaştığı fotoğrafın bir yıl öncesine ait olduğu ortaya çıkmış. İsyanım Cuma Bey'e: Sana sazan bile demeyeceğim; sazanlara haksızlık olur!

Selamünaleyküm Pensilvanya, İnşallah Ananas - Hakan Gülseven

MİLLET olarak, faiz ve vaiz lobilerinin ardından, sondaj ve montaj perileriyle muhatap olmaya başladık. Çok paranın evlere nasıl takıldığını, hatta o evlerin neden villa olmak zorunda olduğunu anlamış vaziyetteyiz; '1 milyar' dolann bir odaya sığıp sığamayacağını hesap etme aşamasına geçtik artık.
Malum, bir süre bu ses kayıtlanyla yatıp kalkacağız. O halde birbirimize alışalım. Ve AKP ile ilgili bazı gerçekleri hep beraber tespit edelim.
1. Telefon dinleniyor diye, aynı telefonda kısık sesle konuşarak kendince önlem almaya çalışan bir Başbakana sahibiz. Böyle bir başbakanı başımıza musallat eden 70 milyonun tek tek elini sıkarak tebrik etmek istiyorum.
Kendimden başladım bile.
2. Teyyip Bey'in oğlu Bilal'i niye ABD'de -işadamı bursuyla- okuttuğu belli oldu. Bilal'in ÖSS sınavına girmiş halini tahmin bile edemiyoruz zira.
3. ABD'de işadamı bursuyla çocuk okutan Teyyip Bey'den, evdeki paralar temizlendiğinde bile geriye harçlık olarak 30 milyonu kalan Teyyip Bey'e... İşte büyüyen, zenginleşen Türkiye!..
4. Sümeyye geldi mi? Geldi...
5. Ailecek pek fena bir halde olduklan kesin.
6. 'Cemaat' tabir edilen Pensilvanya Çetesinin 'basın sözcüsü' konumundaki isimlerin gevrek gevrek sıntarak yaptıkları açıklamalara bakılırsa, gördüklerimiz daha hiçbir şey. 'Turp' diyor hepsi, Pensilvanya Çetesinde tam bir ağız birliği var. 'Turpun büyüğünü daha görmemişiz. Anlaşılan o ki, İsviçre'deki hesaplar da ortaya dökülecek!

7. Teyyip Bey ve sülalesi, 'Adalet mülkün temelidir' manzaralı sandalyelerde oturacak gibi görünüyor. Mevzu sadece evlerde ya da İsviçre'deki hesaplarda saklanan milyar dolarlarla sınırlı olmamalıdır. Halka karşı kimyasal gaz kullanılmış, Beyefendinin emriyle pek çok kişi öldürülmüştür!

8. Böyle şeyleri söylemeyi sevmiyorum ama çok uzun zaman evvel AKP'nin son kullanma tarihini doldurduğunu belirtmiştim. Ceylan derisi raflarda artık iyice kokmaya başlamış mamullerden söz edilebilir.
9. AKP çatlayacaktır.
Şimdi gelelim 'Şeytanın gör dediklerine...
1. Pensilvanya Çetesinin pembe yanaklı şakirtleri Teyyip Bey'in 'kriptolu' telefonlannı dinleyemez. Bunlann eline o telefon dinleme kayıtlarını CIA tutuşturmuştur.
2. Türkiye'de iktidar pastasından mümkün olan en geniş dilimi almak isteyen pembe yanaklı ananas tarikatı, uzun süredir CIA'nın çizdiği rotayı takip ediyor.
3. Ortada casusluk şebekesi gibi çalışan bir tarikat örgütlenmesi var. Bunların dandik bir ortak lügati var.
'Turp' diyorlar, ellerine tutuşturulmuş skandal CIA malzemelerine. O 'turplardan sekiz tane varmış. Ufaktan iriye doğru sıralıyorlar. Pensilvanya Çetesinin basın sözcüsü olarak öne çıkan isimler, hem plandan, hem de o 'turplardan haberdar. Gevrek gevrek sıntarak, yeni malzemeleri piyasaya sürmeye hazırlanıyorlar.
4. Teyyip Bey'i artık kullanmak değil, süpürmek isteyen ABD, süpürgecilik işini elbette uşaklarına yaptıracaktır. Esas sorun, devlet içinde ciddi bir örgütlenmeye ve büyük bir sermayeye sahip olan bir tarikatın ABD'ye 'hizmet' ediyor olmasıdır.
5. Elbette müritlerini, bu 'hizmet'in kendilerine yaradığını anlatarak kandınyorlar. 'Allah ve memleket sevdalısı' olduklanndan, dünyanın öbür ucuna giderek 'hizmet' peşinde koştuklannı söylüyorlar. Oysa hem okullan CIA istasyonudur, hem de gariban ülkelerde ihale takipçiliği yaparak ellerindeki sermayeyi büyütmektedirler.
6. Bunlann her sahtekarlığı yapabileceği; yargı, polis ve devlet mekanizması içindeki müritleri aracılığıyla her tuzağı kurabileceği, her tezgahı hazırlayabileceği artık herkes tarafından anlaşılmıştır.
7. Pensilvanya Çetesi CHP içinde ciddi bağlantılar kurmuştur. CHP'yi de yönlendirerek, diyet borçları yaratarak ilerlemeye çalışıyorlar. AKP'nin çöküşünden doğacak boşluğu daha fazla etkinleşerek doldurmaya hazırlanıyorlar.
8. Pensilvanya Çetesinin kurduğu tuzaklara düşülmemelidir. Neticede; Teyyip Bey, kısık sesle konuşarak telefon dinlemesinden kurtulabileceğini sanan bir değişik ademdir; şimdilerde bütün çamaşırlan bir bir ortaya serilmektedir... Halbuki, Pensilvanya Çetesi, o dinleme kayıtlarını elinde tutup maniple eden bir karanlık merkezden idare edilmektedir.
9. Teyyip Bey kendini yemiş ve bitirmiştir. Pensilvanya Çetesi ise, darbe alsa da, teşkilatını muhafaza etmektedir.
AKP'nin devrilmesinden güçlenerek çıkmayı hedeflemektedir. Bu çetenin tasfiyesi, en az AKP zararlısından kurtulmak kadar önemlidir. Daha demokratik, daha özgür bir ülkeyi, bu karanlık teşkilatın varlığı koşullannda kurmak mümkün değildir.

Hizbullah Evinden, Erdoğan Evine - Soner Yalçın

Telefonum çaldı…
Arayan gazeteci arkadaşımdı. “Erdoğan ile oğlu Bilal arasındaki telefon görüşmesi gerçek mi, montaj mı” diye sordu.
Fenerbahçe-Elazığ maçını seyrediyordum ve olan bitenden haberim yoktu. “Mutlaka dinle” diye kapattı.
Dinlemek için içimde istek yoktu. Maçı seyretmeye devam ettim. Fakat telefonlar rahat vermedi. İnatla maçı bırakmadım.
Benim maç seyretmem farklıdır; aynı zamanda kitap okurum; sevgili dost Jürgen Ellasser’in ABD’deki “paralel devlet” konusunda aydınlatıcı “Gölge Hükümet” kitabını merakla okuyordum.
Sonunda maç ve kitap bitti. Hiç istemeyerek youtube’daki telefon görüşmesini dinledim.
İlk aklıma gelen ne oldu dersiniz: Hizbullah!
Evet, radikal dinci Hizbullah örgütü geldi; öldürdüklerini evlerinin bodrumuna gömüyorlardı. Türkiye bu “ölüm evlerinden” çıkan cesetleri tv’lerden canlı yayınlarla takip etti.
Kendi kendime dedim ki:
Radikal dinci örgütün evinden ceset çıkıyor!
Ilımlı İslamcı partinin evinden dolar-Euro çıkıyor!
Cemaat’in Pensilvanya’daki evinden ne çıkacak?
Tahmin etmek zor değil…
Gandi’nin sözünü hep anımsatacağım:
Kin, utanç ve korkunun olduğu yerde Allah ortaya çıkmaz.
Telefon kaydını dinleyince duygum ise şu oldu:
Telefon görüşmesini yaptığı gün Mevlana’yı anmaya gidiyor! Nasıl çift kişilikli bir yaşam bu?
Türkiye’nin geldiği yer maalesef burası; boşuna ortaçağ/dincilik diye yazıp durmuyorum.
Dincilik; bayağılıktır; kalitesizliktir; varoşluktur; değersizliktir.
Ve hırsızlıktır.
İşte budur bir türlü doyurulamayan nefis açlığı, ruh doymazlığı.
“Bir lokma bir hırka” diye geldiler; zengin olmak için her türlü zorbalığı yaptılar.
Tüm değerlerimizi yıktılar.
Dolar’a taptılar.
İktidarı sadece güç için istediler.
Hiç bilmediler; önemli olan iktidar değil, saygıdır.
Nasıl bir hayat yaşıyorlar, yazık.
Gerçekten o çocuklara; Bilal’e, Sümeyye’ye üzüldüm. Bunlar nasıl anne-baba; çocuklarının omuzlarına nasıl bu kadar ağır yük bindirirler? Böylesine korkunç hayat nasıl yaşanır? Çocuklarının hayatlarını karattıklarının farkında bile değiller.
Ve en acıklısı, o çocukların lekeli bir mirasla yaşaması.
Söz gerçekten bitiyor…
Ve eminim bu duyguda olan tek ben değilim. Herkesin morali bozuldu.
Fakat: Çuvaldızını kendimize batırma taraftarıyım. Eğer böylesine çukura batmış ahlaksızlıktan bahsediyorsak, sorunu kendimizde arayacağız; sorunu başkasına yükleyerek sorumluluktan kaçamayız. Bu ayıp hepimizindir; Türkiye’nindir.
Her ülke layık olduğu yöneticilerini seçer çünkü…


Görüntüsü de var

Bir ay önceydi…
17 Aralık Operasyonu’nun yapıldığı gün Kısıklı’daki villalardan para nakli yapıldığı haberi geldi.
Söyleyen CHP’li yöneticiydi.
Para naklinin araçlarla yapıldığını; görüntüsünün olduğunu söyledi.
Tüm bunlar Bilal Erdoğan’ın da yargılandığı dava dosyasındaydı.
Dedim ki, “artık orada yoktur, yok edilmiştir.”
Yanıt verdi:
“Paralel (Cemaat) de aptal değil, yanlarında götürmüştür, yakında çıkar.”
Görüntü çıkmadı ama telefon kaydı sızdırıldı.
Sırada görüntü var…
Peki paranın kaynağı ne?
Aklıma ilk ABD Büyükelçisi Eric Edelman’ın WikiLeaks’teki belgesi geldi. “Erdoğan’ın İsviçre bankalarında sekiz ayrı hesabının olduğunu” Washington’a bildirmişti.
CHP yöneticisinin söylediğine göre, Kısıklı villarındaki para miktarının 1 milyar dolar olduğu tahmin ediliyordu.
Böylesine büyük bir parayı evinde kim, neden tutar ki?
“Acaba” dedim, İsviçre bankalarına güvenmeyip parayı Türkiye’ye mi getirdiler?
Bakınız, sahiden az paradan bahsedilmiyor; dinlediklerimize göre Bilal dolarları- euroları, tüm gün eşe dosta dağıta dağıta bitiremiyor. Babası kızınca, gerekçesini söylüyor; “paralar çok yer tutuyor!”
1 milyar doları bir günde “eritmek” kolay mı?
Gerçekten inanılacak gibi değil. Piyasaya sürseler doların değeri düşer!
O villalarının altında “banka” mı var?
Biliyoruz Erdoğan sağlığı için villasının altını küçük bir hastane yaptırdı; tetkikleri orada yapılıyor. Demek villarının altında bir de “banka” var; ya da “faizsiz finans kurumu” demeliyim!..

Sızıntının nedeni

Peki…
Türkiye’nin gündeminde iki temel konu var:
Hırsızlık ve yasadışı dinlemeler.
Hangisi tehlikeli?
Hangisinin safında duracağız?
Biliyoruz ki:
İkisi de tehlikeli.
O halde, Türkiye bu kirlilikten nasıl kurtulacak?
Tribüne çıkarak, “yesinler birbirini” diyerek sorun çözülemez.
Sonra, gelin gideni aratır; dizinizi yine çok döversiniz.
Kurtuluşun tek yolu var:
Bu pis iktidar savaşının nedenini bulmak.
Ortaya serilen telefon sızdırmaları, bu kavganın nedenleri üzerinde düşünmemizi engellememelidir.
Erdoğan’ın hükümetten düşmesini istemek; gelecekte kimin iktidar olacağı tartışmasını engellememelidir.
AKP hangi uluslararası güçlere dayanıyor?
Cemaat hangi uluslararası güçlere dayanıyor?
Bu güçler Türkiye’ye gelecekte nasıl bir yol çiziyor?
Bunları analiz etmezsek Erdoğan-Gülen kavgasını sadece bir iç mesele olarak görürüz ki, bu çok yanıltıcı olur.
Artık biliyoruz: Erdoğan bitti. Koltuğunu altından çektiler.
Türkiye’yi yönetemez/yönettirmeyecekleri ortada.
Bu nedenle ısrarla soruyorum; gelen ne?
Tarih göstermiştir ki: Dinler ne zaman iktidar hırsına kendilerini kaptırıp hükümet gibi davranmaya başlamışsa, inananlar da eninde sonunda inançlarına sırt çevirip yeni arayışların, yeni ideallerin peşine düşer.
Yeni arayışları ve yeni idealleri yaratanlar geleceğin Türkiye’sinde iktidar olacaktır.
Umudu yaratamama durumunda -yazmaya içim elvermiyor ama- gelecekte bizi çok büyük tehlikeler bekliyor.
Bu kirli kavganın üzerine çıkıp bunları düşünmek zorundayız.

Cuma, Şubat 21, 2014

AYIP AYIP - Ahmet Hakan

Ayıptır ayıp GİRESUN da AK Partili başkanlar, engelli bir kadına akülü araba almışlar. Ve bunun için "tören" düzenliyorlar.

Bir tarafta bir tanecik akülü araba var. Diğer tarafta dört adet AK Partili "başkan, bir adet makas, bir adet kırmızı kurdele ve birkaç adet nahoş sırıtış.

Bir tanecik akülü araba veriyorlar. Ve bunun herkes tarafından görünmesini, bilinmesini istiyorlar. Bir tanecik akülü araba veriyorlar. Ve çıkardıklan tantanayla verdikleri elin yeryüzündeki diğer bütün eller tarafından bilinmesini istiyorlar. Bir tanecik akülü araba veriyorlar. Ve alay eder gibi tören düzenliyorlar.

Şu akülü araba verdiğiniz engelli kadının mazlum ve hüzünlü duruşu var ya... Yıkarsa o yıkar sizi. başka bir şey değil.

Demokrasi Tramvayında Son Durak - Mehmet Yılmaz

MİT Müsteşarı'nın, deyim yerindeyse "çekirdek hükümet" içinde birçok bakandan daha öne çıkması ile ilgili ipuçlarını gördükten sonra, adım adım bir Baas rejimine gittiğimizi düşündüğümü yazmıştım.

Üzerine Sünni sos gezdirilmiş, "muhaberatın" devletin dışişleri, içişleri gibi geleneksel siyasi kurumlarının önüne geçtiği bir rejim. Tabii Arap örneklerinden farklı olmalıydı, bu ülkedeki şunca yıllık demokrasi geleneğini de bir çırpıda silip atmak mümkün değildi çünkü.

TBMM'ye sunulan ve MİT Kanunu'nda önemli değişiklikler yapan kanun, bu Baas-Muhaberat rejimi yolunda, çok önemli bir virajın da yakında dönüleceğini gösteriyor. Hükümet, HSYK Kanunu ile yargıyı artık kendine bağlamıştı, son eksiklikleri de yeni MİT Kanunu aracılığıyla tamamlayacak. Anayasal düzene TBMM çoğunluğunu kullanarak bir sivil darbe yapan hükümet, bu kanun değişikliği ile birlikte son hedef için ihtiyaç duyacağı "operasyonel" gücü de yaratmış oluyor.

 Bu virajdan sonrasında "yol artık yokuş aşağı" olacaktır. Yani daha açık söyleyecek olursak "demokrasi tramvayının son durağına" az bir yolumuz kaldı. O son durağa gelene kadar MİT'i yapacağı yasadışı işlerden korumak için bu kanun değişikliği düşünülmüş belli ki. Artık yasadışına çıkan MİT görevlilerinin yargılanabilmesi mümkün olmayacak. Eğer MİT soruşturma açmak isteyen savcıya "O iş bizim görevimizdi" derse, savcı kuyruğuna bakarak adliyedeki odasına dönecek. MİT isterse "Önleyici casusluk faaliyetidir" diyerek, yargı karan olmadan telefonları da dinleyebilecek, haberleşmeyi de kontrol edebilecek.

MİT'in marifetleri ile ilgili belgeleri ve bilgileri yayınlayanlara da ağır cezalar getiriliyor. Buna göre MİT ile ilgili yayınlan yapanlara 3 yıldan 12 aya kadar hapis cezası var. Hem de sadece haberi yazana ve yayınlayana değil, o yayın organının sahibine de, o yayını basan matbaacıya da, o yayını dağıtan yayıncıya da 3 yıldan 12 aya kadar ceza geliyor! Dünyanın hiçbir yerinde olmayan bir şeyi akıl etmişler, bravo! Bu kadarı Putin'İn bile aklına gelmemişti. Benzerlerine sadece Esad'ın Suriye'sinde, Saddam'ın İrak'ında, Stalin'in SSCB'sinde, Çavuşesku'nun Romanya'sında rastlanmıştı.

Bütün bunlann AB'ye girmek isteyen. Avrupa İnsan 1 lakları Mahkemesi nin yargı gücünü kabul eden bir ülkede yapılabilmesi mümkün mü? Mümkün değil. Demek ki bu beylerin ağzındaki "AB hedefi" de, "Kabataş'ta cinsel tacize uğrayan kadın" gibi gerektiğinde kullanılmak üzere bir kenara konulmuş büyük bir yalandan ibaret.

Cuma, Şubat 07, 2014

Allah millete rüşvetçinin hayırlısını versin kardeşim - Yılmaz Özdil

İnsanın sınırları var.

Mesela... Kulağımız 20 ila 20 bin hertz arasındaki sesleri duyabilir. 20'den azsa, 20 binden çoksa, duyamayız. Halbuki, o sırada ses vardır. Algılayamayız.

Gözümüz de öyle... Sadece 400 ila 700 nanometre arasındaki ışığı görebiliriz. Sınırlarımızın dışında kalan, kızılötesini, morötesini göremeyiz. Uzaktan kumandanın düğmesine basarız, şak diye televizyon açılır, şak diye kanal değişir, o sırada ışık gidiyor aslında kumandadan televizyona, algılayamayız.

Rüşvet ve yolsuzluk skandali da tıpkı böyle... 87 milyar dolarlık ihale, 100 milyar dolarlık soruşturma, 40 milyar dolarlık karapara, 630 milyon dolarlık avanta gibi rakamlar, asgari ücretle çalışan vatandaşın algılama sınırlarının dışında kalıyor.

Gözünün önünde cereyan etsin, bangır bangır bağır, nafile.

Günde 12 saatten 30 gün çalıştırılıp, sanki lütufmuş gibi anca bin lira maaş ödenen insana, nakit 100 milyon dolar rüşveti, asla tarif edemezsin, algılayamaz. Zaten algılasa... O çalman 100 milyon dolarlar yüzünden kendisinin anca bin lira maaş alabildiğini algılar.

Dolayısıyla, naçizane, algılanabilir ebatta bi rüşvet hikâyesi anlatayım.

İzmir'deki bacanak soruşturması var ya... İşte orada yaşandı.

Rüşveti dağıtan kişiyle, rüşvet zincirinin en küçük halkalarından biri, telefonda konuşuyor. Rüşveti alan arkadaş, rüşveti dağıtana "e hani 10 bin lira olacaktı" diye sitem ediyor. Rüşveti dağıtan "e kaç para yatmış ki" diye merak ediyor. Rüşveti alan, kuruşu kuruşuna söylüyor, "hesaba dokuz bin dokuz yüz doksan beş lira gelmiş" diyor. Rüşveti dağıtan "haaa, beş lira eksik öyle mi" diye soruyor. Rüşveti alan "evet, beş lira eksik" diye tasdik ediyor.
Rüşveti dağıtan mahcup oluyor, "valla onu demek ki banka kesmiş, havale ücreti aldılar herhalde, neyse önemli değil, sen hiç merak etme, ben şimdi on bine tamamlarım onu" diyor.
Rüşveti alan, pek memnun oluyor, "Allah razı olsun" diyor.

Rüşvetçi, beş liranın hesabını soruyor, beş liranın... Varsın o kadarcığı da eksik oluversin, canı sağ olsun demiyor, rüşveti dağıtanın yakasına yapışıyor.

Hakkını arıyor!

Ne diyelim... Allah bu millete, rüşvetçinin "algılama şuuru"nu versin. Amin.

Terbiyesizler - Kanat Atkaya

DİYALOGA bakın hele:

-"Bu milletiıı a... koyacağız, sen merak etme.
- inşallah, inşallah...

Mehmet Cengiz (Cengiz İnşaat) ve Nihat Özdemir (Limak)
Tapelerden tape beğen günlerinde hangi birine şaşıracağım şaşırmış vatandaşa son bir "Yok artık, hecin devesi!" deme hakkı tanınırsa, oyumu rahatlıkla bıı diyalog için kullanabilirim.

Tabii "şimdilik" şerhini de düşerek.

Bu hızla devam edilirse hepimize bizzat adımızla sanımızla küfredildiğini bile duyabiliriz; ortam o şekilde! Peki nedir bu diyalogun "kahramanlarının" derdi?

Nedir bu cüretin sebebi hikmeti?

Nasıl bir pervasızlıkla topumuzun hatırını "sinkaflı" şekilde sorabiliyor?

Haydi yine kendimizden şüphe duyarak soralım: Onu bu kadar sinirlendirecek ne yapmış olabiliriz?

Celal Koloğlu (Kolin İnşaat)
Aslında bu kayıtlar ortaya çıkmamış olsa milletçe bu "ilişki teklifinden/ tehdidinden" haberimiz olmayacaktı. Ve aslında bu "teklif/tehdit" bir sinir krizi sırasında gelmiyor; bir coşku anında dökülüyor dudaklardan inci inci.

Neyin coşkusu?

Elbette ufukta beliren ihalelerin, paracıkların coşkusu.

Uzatılan torbaya paylarına düşen milyonları atarken yaşadıkları sıkıntıları, yüzlerinin kızarmasını, dil altı haplarını filan biliyoruz.

Birbirlerini teselli ettiklerini okuyoruz: "Merak etme, alışırsın..." Parası çıkışmayana devlet bankasından kredi imkânı tanınması teklifi geldiğinde "Tamam da kendi adıma mı çekeyim, şirket adına mı? N'apayım?" diye deneyimli götürücülere sorarken ezilip büzülenlerin streslerini de dinliyonız.

Ama ne oluyor, nihayetinde gergin adaııılanııııza müjdeler yağmaya başlıyor. "Mutlu son" oluyor.
Milyon koyan milyar alıyor.

Beyefendilerini sıkıntıya sokmayanın. "Sabah/Atv" fonuna sakal atanın portföyü ihale, cebi para doluyor.
Kimin parasıyla doluyor?

Devreye burada biz giriyonız işte.

Alacağı ihalelerin bedelini itaat ve bir miktar peşinatla ödeyen stresten şişmiş gergin adamlar toplumsal ırzımıza göz dikiyor: Bu milletin a... koyacağız, sen merak etme.
- İnşallah, inşallah...

Bu millet de bir gün bunun hesabını soracak, merak etmeyin.
inşallah, inşallah...
Terbiyesizler, terbiyesiz herifler!

Perşembe, Şubat 06, 2014

Yedi kamyon dolusu para - Yılmaz Özdil

Beyefendi diyor ki...
Pamuk eller cebe! Mehmet'le Celal, tiko para 100'er milyon dolar veriyor.

Nihat'a telefon ediyorlar, madem beyefendi istiyor, lafı bile olmaz, bi 100 milyoncuk da ben toka edeyim bari diyor.
İbrahim'in haberi oluyor, daha cazip bi öneri getiriyor, üçüncü havalimanı ihalesine beni de dahil edin, 150 vereyim diyor.

Biri kıllık yapıyor; kardeşim diyor, sen 100 milyon dolar veriyorsun ama, şakır şakır ihale kaptın, ben henüz ihale mihale almadım, niye para ödeyeyim?

Makul bi soru tabii... Alt tarafı 20 bin liraya köşe yazarı kiralamak varken, niye 100 milyon dolar ödesin? Ayda 5 bin lira maaşa yalama yapan gazteci bile var.

Kıllık yapanı ikna ediyorlar. Kıl parayı ödüyor.

Kardeşim diyorlar, henüz ihale kapmadım diye endişelenme, biz de keriz değiliz herhalde, bu paraları sokaktan toplamıyoruz, verilmesi gerekiyor ki, veriyoruz, nasıl olsa bir yerlerden katbekat çıkaracağız bu parayı diyorlar.
Bir başkası, kaz gelecek yerden tavuk esirgenmez, ödemesine ödeyeyim ama, o kadar nakdim yok diyor.

Dert ettiği şeye bak Allah aşkına... İleri demokrasilerde çare tükenmez. Akıl veriyorlar, yol yordam öğretiyorlar, Ziraat Bankasına koş, selamımızı söyle, tıkır tıkır kredi çek, kap getir papelleri diyorlar.

Getir demesi kolay...
100 milyon dolar bu.
Ayakkabı kutusuna sığmaz.
Üstelik...
Memleket hırsız dolu.
Maazallah çalınırsa?

Düşünüyorlar, taşınıyorlar.
Zırhlı minibüslerle taşıyorlar.

(Önceki akşam, Halk TV'de Abdüllatif Şener'i seyrediyorum, sırf bu mevzuda dönen 630 milyon doları hesap etti... Türk Lirası na çevirdiğinde, yedi kamyon dolusu para ediyor, anca sığıyor.)

Neyse... Teslimat tamamlanıyor.
Keyifler yerine geliyor. Sohbet başlıyor. Biri gevrek gevrek gülerek, bak görüyorsun yeraltından nasıl çalışıyorum diyor.

Öbürü, biliyorum diyor, Nihat'ın ağzı kulaklarına vardı diyor.

Gevrek gevrek gülen arkadaş, daha gör bak diyor, bu milletin a..ma koyacağız diyor! Ben en çok bu müteahhidimizin görüşlerini takdir ettim.

Yerden göğe kadar haklı...

Çünkü, milleti donuna kadar soyuyorlar, millet itiraz edeceğine, soyuyorsa beni soyuyor sana ne diye savunuyor, kavga ediyor.

E bu şartlarda n'aapsın Nihat?
Koymazsa kabahat.

Ar Damarı Çatlamışların Ülkesi - Cüneyt Ülsever

'Anormalliğin normalleşmesi / normalliğin anormalleşmesi' zaman zaman kullandığım bir kavram.
Türkiye giderek normal olanı anormal, anormal olanı normal bulmaya başladı.
Neden?
Türkiye'ye yön veren siyasetçiler, iş adamları ve gazetecilerin bir bölümünün ar daman çatladı da, ondan! Artık, hedefe giden her şey / her yol mubah! Yönetenler için de, yönetilenler için de! ???
MetroPoll Araştırma Merkezi nin yaptığı saha araştırmasına göre; Türk halkının yüzde 90,9'u "Yolsuzluğa bulaşmış partiye oy vermem" diyor. Aynı araştırmaya göre; halkın yüzde 70,1'i "AKP Hükümetinin bakan ve yakınlarının yolsuzluğa bulaştığına" da inanıyor ama AKP'nin oyları halen en az yüzde 40-45 seviyelerinde! İşte bu durum, anormalliğin normalleşmesidir.
Aynı araştırmaya göre; yolsuzluğa bulaştığına (yüzde 70,1) inanılan hükümet yolsuzluklann kapatılması (yüzde 59,7) için de gayret gösteriyor ama bir paralel devlet de (yüzde 57,3) var! Hükümetin yolsuzluğa bulaşmadığına inanların oranı sadece yüzde 16,8! "Yolsuzluk muhakkak var ama zamanlama manidar!" İnsanları manipüle etme ('yönlendirme), yalanı 'sahih' zannettirme dehası Goebbels bile mezarında Türkiye'deki ar daman çatlamışlar ordusuna şapka çıkarıyordun ???
Müstafi bakan Muammer Güler, oğlunun evinde bulunan kasaların, para sayma makinelerinin, milyonlarla ifade edilen paraların adını bile zikretmeden, "Veremeyeceğim hesap yoktur" diye, memleketi Mardin'de gürlediğinde apışıp kalıyoruz.
Zafer Çağlayan de "Bu kardeşinizin saklı gizli işi olabilir mi?" diye Mersinlilere seslendiğinde, fezlekesinde yer aldığı söylenen 28 kerede toplam 52 milyon dolar rüşvet aldığına, 700 bin liralık saati hediye olarak kabul ettiğine, bazı kanundışı işlerine 'yardımcı olduğu' Rıza Sarraf'ın özel uçağı ile Umre'ye gidip, rüşveti 'sevap' olarak aldığına dair iddialara hiç değinmiyor.
İkisi de, çok ağır ithamlardan aklanmak için zerre kadar gayret göstermiyor.
Sadece üfürüyorlar! Onlann memleketinde bu seviyede utanmayı ayaklar altına almış insanlara ne denir bilmem ama bizim buralarda 'ar daman çatlamış' deniyor! ???
Ancak 'ar damarı çatlatma' konusunda kimse Erdoğan Bayraktar'ın eline su dökemez.
17 Aralık'ın ardında bu zevat aynen şunları söyledi:" .. rüşvet ve yolsuzluk ifadelerinin bulunduğu bir operasyon sebebiyle 'İstifa ediniz ve beni rahatlatacak deklarasyon yayınlayınız' şeklinde tarafıma baskı yapılmasını kabul etmiyorum. Çünkü, soruşturma dosyasında var olan ve yasalara uygun olarak onaylanan imar planlarının büyük bir bölümü Sayın Başbakan 'ın talimatıyla yapılmıştır. Bu nedenle, Bakanlıktan ve milletvekilliğinden istifamı açıklıyorum.
Bu milleti ve vatanı rahatlatmak için Sayın Başbakan 'ın istifa etmesi gerektiğini ifade ediyor, yüce milletimize saygılar sunuyorum
".
17 Aralık sonrası Erdoğan Başbakan'a: "Beraber yürüdük biz bu yollarda!" dedi ve takdir kazandı.
Ancak aynı zevat geçen gün de: "Başbakanımız benim davamın lideridir, maksadını aşan bir şekilde istifa ifadesini kullandım. Bu ifadelerimden dolayı liderimden ve dava arkadaşlanmdan özür dilerim" deyiverdi.
Acaba RTE de Bayraktara: "Beraber götürdük biz bu yollarda!" dedi de can havliyle Bayraktar bütün omurga kemiklerini mi aldırdı?
???
Ahlakın sukut ettiği bu ülkede anketlere yalan / uyduruk / kendisinden beklenen cevaplar verip, sandıkta ise "Yolsuzluk yapsın ama beni de görsün" diyerek oy kullananlar var. "Bal tutan parmağını yalar" "Bana dokunmayan yılan bin yaşasın." "Devletin malı deniz, yemeyen domuz" Böyle tumturaklı atasözleri kaç ülkede var?
???
"Neysen öyle yönetilirsin!" (Hz.Muhammed - Hadis) "Milletler layık oldukları idarelere kavuşurlar." (Maurice Duverger - Siyasetbilimci)

Gazetelerde Bugün

Van'da bir can. 3 yaşında. Tüm kabahati, bu ülkede, bu ülkenin çok kar yağan bir köyünde, cehaletle ihanetin ortasında doğmuş olması.

Merkeze 16 km mesafedeki köyde, yüksek ateş ile kıvranan Muharrem'in annesi ve babasının feryadına kimse kulak kabartmıyor. Yolları kapalı yola ulaşmayı denemiyorlar bile.

Libya'dan binlerce insanı uçaklara doldurup Türkiye'ye getiren ve tedavi ettiren devlet, Van'daki garibanı görmüyor.

Günün en berbat, en can yakan haberini gazeteler nasıl gördü bakalım;

Neredeyse tüm gazetlerin birinci sayfasında olan haber, SABAH'ta yok. Sabah hala Başbakan'ın götünü kurtarma operasyonu ile ilgileniyor. Mehmet Barlas aşağılığı aşağılığı yazılarında rekor üstüne rekor kırıyor.


Vatan

Posta

Sabah