Perşembe, Aralık 27, 2012

Cadill-ak / Yılmaz Özdil

Her şey... 06-001 CA plakalı, siyah Cadillac Fleetwood’un rektörlüğün önüne park etmesiyle başladı.


Sekiz silindirli zırhlı makam aracının sağ arka koltuğunda, Robert Commer oturuyordu. ABD Ankara Büyükelçisi. Gizli saklı değil, harbi harbi CIA casusuydu. Vietnam’da görev yapmış, 60 bin kişinin ölümünden sorumlu tutulan Phoenix projesini yürütmüş, Türkiye’ye atanmış, Esenboğa’da yumurtalarla karşılanmıştı.

*

Hükümetimizin kankası büyükelçi, öğle yemeğine geldi, rektörlüğe girdi, öğrenciler cadillac’ın etrafını sardı. Aslında, otomobili araklamayı, elçiyi yaya bırakıp, madara etmeyi düşünüyorlardı. Şoför anahtarları vermedi, kaçtı. Hobaaa, ters çevirip, yaktılar... Pencereden seyreden elçinin kalbi kırıldı, “kuruluşuna bizzat Birleşik Amerika’nın dostane destek sağladığı bir üniversitede cereyan etmiş olması, bilhassa şayanı teessüftür” dedi. Nankörler demek istiyordu yani... Ertesi sabah, bizim dışişleri’ne telefon etti, resmen özür diletti, cadillac’ın parasını ödetti, dört ay sonra da bavulunu topladı, gitti.

*

Maddi tazminat peşin ödenmiş...

Manevi tazminat eksik kalmıştı.

*

Taksit taksit o ödeme de yapıldı.

O öğrencilerden...

İkisi asıldı.

İkisini jandarma öldürdü.

Üçünü polis öldürdü.

50 küsuru hapse tıkıldı.

*

O yüzden...

“Üniversiteler bizimdir” sloganları atıyor çocuklar...

Bedeli ödendi çünkü.

*

Dolayısıyla, ak’ademisyenler, Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi filan ODTÜ’yü kınamış, hikâyedir.

*

Ortadoğu Teknik Üniversitesi varken, Büyük Ortadoğu Projesi’ni gerçekleştiremezsin. Mesele budur..

Pazar, Aralık 23, 2012

Üniversiteli - Bekir Coşkun

Onlar; kömüre, nohuda oy veren senin seçmenine benzemiyorlar...
Kocaman dilleri var...
İnatları kafalarından büyük...

*

Senin milletvekillerin gibi değil üniversiteliler...
Yalakalık olsun diye ağlamazlar...
Soruları var...
Cevap verme, zırıltılarını susturamazsın...

*

Bürokratlarına benzemezler...
Koltuk, masa, makam arabası dertleri yok...
Bir spor ayakkabıdır, kırmızı bağcıklı...
Binip giderler...
Tutamazsın...

*

Şu muhalefete benzer yanları yok...
Göstermelik soru önergeleri, laf ola gensorular, seçmen görsün maksat laf ebelikleri, bir sürü salaklık arama...
İki yumurta attı mı...
Kapalı yerde şemsiye açtırırlar adama...

*

Medya patronlarına benzemiyorlar...
Ne de onların maaşlı yalaka yazarlarına...
Bilgisayarının başına oturup “Ohaaa” diye kaleme aldı mı tek kelimelik baş makalesini, kesinlikle doğrudur...

*

Paşalara da benzemezler...
Birbirlerini asla satmazlar...
Ya da ters “L” harfi pozisyonunda durduramazsın önünde...
Üniformaları çok çok bir parkadır...

*

Dün sabah karanlığında, evlerini bastılar üniversitelilerin... ODTÜ eylemlerine katıldığı iddia edilenleri topladılar...
Birinci amaç ağzını açanları cezalandırmaksa, ikinci amaç ağzını açmayı düşünenlere peşin gözdağıdır...
Faşizm daha nasıl olur?..

*

Oysa...
Uygar, insan haklarının ve hukukun olduğu bir ülke istiyor sadece üniversiteli...
“Diploma” diye eline tutuşturulacak bir kâğıt parçası ile işsizliğe, sömürülmeye, süründürülmeye salınacağını bile bile, kendisi için değil...
Bu kirli düzenbazlıklara itirazı var...
Anlasan da anlamasan da...

*

Sana da benzemiyorlar besbelli...
Çağdaş dünyanın başı dik, onurlu, kimlikli, uygar, modern, medeni bireyi olma hayalleri var... Din sömürüsüne, hırsızlığa, ilkelliğe teslim olmamış adam gibi bir devletin genci olmak istiyorlar...
Dinleyeceksin...
Yoksa susmaz üniversiteli...

Salı, Aralık 18, 2012

Tam Gün Yasasının arkasına dolandılar

Recep Akdağ, kendisi Sağlık Bakanı olur ve tam gün yasasının mimarıdır. Her zaman olduğu gibi, uyuyanların uykusunu daha da derinleştirecek afyon niteliğinde yasa ile, özel hastanelerde görev yapan Üniversite doktorlarını, ya kamu, ya özel tercihine zorlamışlardı. Halka da şirin görünmüşlerdi.

Böylece, özel hastanelerde veya kendi muayenehanelerinde görev yapan doktorlar, hocalar, Üniversite hastanelerinde cerrahi müdahalelerde bulunamıyorlardı. Bu durum iki sonuca sebep oldu;

* Hastanın istediği doktoru seçme hakkı engellendi
* Üniversitelerdeki uygulamalı eğitim kalitesinde 5-10 yıl sonrası belirsizleşti

Ancak, önce RTE ve son olarak da Recep Akdağ'ın eşi Üniversite hastanesinde, normalde o ameliyata giremeyecek doktorlarca tedavi edildi. Allah sevdiklerine bağışlasın, bol bol şifalar versin...

Yani, padişahımız ve yakın tebaası, ülkenin sahibi olarak, hepimizden daha üstündüler.

Ne diyelim, böyle başa böyle tarak...

Çarşamba, Aralık 12, 2012

Utanç Tablosu - Mehmet Yılmaz

İNSAN Hakları Derneği, son 11 ayı kapsayan insan hakları ihlallerini bir raporda toparladı.


Geçtiğimiz 11 ay içinde ileri demokrasi getirildiği söylenen ülkemizde 506 işkence, 35 yargısız
infaz, 19 faili meçhul, 216 kadın cinayeti yaşanmış. 301 kişi de sırf düşüncesini açıkladığı için
ceza almış.

Cezaevlerinde 69 kişi, gözaltında da 9 kişi hayatını şüpheli şekilde kaybetmiş bulunuyor. İş
kazalarında yaşamını yitirenlerin sayısı ise 615!

Gerçek bir utanç tablosu!

Normal bir demokraside, böyle bir tablodan sonra ne içişleri bakanı görevinde kalabilirdi, ne de
emniyet genel müdürü! Ama bizde yaprak bile kımıldamıyor, gazetelerin çoğunda bu haber kendisine iki sütun yer bile bulamıyor!

Dün Radikal’de işkence ve kötü muamelenin neden bu ülkede bir türlü önlenemeyeceğini anlatan haberlerden biri daha manşetteydi. Karakolda iki genci dövmek için polisler sıraya girmişler. İki saat, odaya giren dövmüş, çıkan dövmüş, yüzleri gözleri kan içinde kalmış.

Daha sonra da gençlerin yakınları, hastanede iki polise saldırmışlar ve onlar da polisleri dövmüşler.

İki tane açık suç var Polislerin vatandaşları dövmesi ve vatandaşların polisi dövmesi.

Sonuç: Polisi dövenlere haklı olarak iki ayrı dava açılmış, vatandaşları döven polislere dava açılmamış, soruşturma sürüyor!

Böyle bir ülkede işkence ve kötü muamele önlenebilir mi?

Korkutan Korkutana - Mehmet Yılmaz

BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan, bütçe görüşmelerinin başlaması nedeniyle yaptığı konuşmada, “paranoya üreten bir zihniyetin Türkiye’nin enerjisini heba ettiğini” söyledi.


Şöyle konuştu: “On yıllar boyunca Türkiye, yapay tartışmalarla, sanal korkularla, kendi milletini iç düşman ilan eden ‘Cumhuriyet tehlikede’, ‘laiklik elden gidiyor’, ‘irtica geliyor’ diyerek paranoya üreten bir zihniyetle enerjisini heba etti.”

Başbakan’da seçici algı var elbette, ‘Bu kış komünizm gelecek”, “Misyonerler milleti dinden çıkaracak” gibi eskide kalmış korkuları ihmal etmiş.

Bir de günümüzün “paranoyaları” var tabii!

İçimize sızan bizden olmayan binleri tarihimizi çarpıtarak bizi yok edecekler” bunlardan biri meselâ! Bir televizyon dizisi seyredenin milli kimliğini yitirebileceğine ilişkin olarak yayılan korku! Konserde bir bira içen gencin alkolik olacağına ilişkin yayılan korku!

Başını kaldıranı “Ergenekoncu” diye yaftalamak! İnsan haklarından söz edenin bölücü olması!

Bunlar da bu dönemin paranoyaları ve bu paranoyanın baş imalatçısı da Türkiye’nin yıllardır paranoyakça korkular içinde vakit kaybettiğini söyleyen kişiden başkası değil!

Devirler değişiyor, iktidarlar değişiyor, ama bir gerçek hiç değişmiyor.

İstiklal Marşı, “Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak” diye başlayan bir ülkenin halkı sürekli bir şeylerle korkutuluyor. Maşallah biz de korkmaya pek eğilimliyiz zaten. Sesi yüksek çıkan birisi ortaya atılıp da bir öcü ile bizi korkutmaya kalktığı zaman sus pus olup bir kenara saklanmaktan başka bir şey yapmak aklımıza gelmiyor. Her dönemin egemenleri de bu huyumuzu bildiği için bizi korkutacak yeni yeni öcüler bulup, piyasaya sürebiliyorlar.

Ne yalan söyleyeyim, halkımızın bu ruh durumu da beni korkutuyor!

Cuma, Aralık 07, 2012

Arınç, "İnanç Özgürlüğü" istemiyor mu? - Mehmet Yılmaz

BAŞBAKAN Yardımcısı Bülent Arınç, imam hatip liselerinin memleket için yararlarını sayarken

bu okullardan hiç satanist çıkmadığını da söyledi.

Bunu bilebilmemize olanak yok sanırım. Kim bilir belki çıkmıştır da bizim haberimiz olmamıştır.
Bir çocuk yetiştirdiğim için bu tür konulara yönelik olarak ilgim açık. Bu tür haberleri dikkatle
izlerim. 1-lafızamı internet yardımıyla da tazeledim, memleketimizde kaç satanizm olayına tanık
olduğumuzu hatırlamaya çalıştım.

Satanizme bağlanan bazı çocuk intiharları ve bir genç kızın öldürülmesinden başka kayda değer
bir şey yok. Bu olaylarda ateş düştüğü yeri yakmış ama bunun bir genel eğilim olmadığı da
açıkça görülüyor.

Yani Arınç üzülmesin, memleketimizin öteki okullarının da satanist yetiştirme konusundaki
performansları iyi sayılmaz.

Öte yandan Arınç, bize kendisini hep Müslüman bir demokrat olarak tanıtmaya gayret etti.
Vicdan (ya da inanç) özgürlüğünün savunucusu olduğunu da biliyoruz.

Satanizm de sonuç itibariyle bir inanç. Şeytana inanabilirsiniz, bu sizden başka kimseyi
ilgilendirmez. Eğer sizin inanmadığınız türden bir “ahiret hayatı” varsa tabii ki yandınız demektir,
ama bu dünyada bu sadece sizi ilgilendirir. Satanizm ne zaman ki başka insanların ya da
hayvanların canının yanmasına neden olur, işte sadece o zaman bu hepimizi ilgilendirir. Kamu
otoritesi buna engel olmak ve cezalandırmak için harekete geçer.

Yani Arınç, eğer inanç özgürlüğü konusunda samimiyse, inançlar arasında bir ayırım yapmadan
bunu herkes için istemelidir.

Bir inancın “uygun” olup olmadığına karar vermek ona düşmez, herkes kendi hesabını kendisi
verir.

Pazartesi, Aralık 03, 2012

Hırsızlar İmparatoru - Mehmet Yılmaz

DENİZ Feneri soygununda, Almanya'da yardım için toplanan 4 milyon 580 bin euro’nun (yaklaşık 10 milyon lira, ya da eski parayla 10 trilyon lira!) kuryeler aracılığıyla Türkiye’yi getirildiğini gösteren belgelerin kriminal laboratuvarındaki incelenmesi tamamlanmış: Belgeler gerçek!


Bu incelemeye neden gerek duyulduğunu anlayamamıştım. Çünkü zaten davanın sanıkları bu belgeleri ve altındaki imzalan kabul ediyorlardı.

Bu davanın sanıklarının mütedeyyin insanların duygularını sömürerek bu paraları toplayıp kendi özel işlerinde kullandıkları iddia ediliyor. Bu paralarla televizyon bile kurmuşlar, gemiler satın almışlar.

Her şey dörtdörtlük bir suç örgütüne işaret ediyordu ki davaya bakan savcılar görevden alındılar. Yeni atanan savcılar, sanıkları bu suçtan masum bulmuş olmalılar ki davayı hizmet sebebiyle "güveni kötüye kullanmaktan” açtılar.

Böylece sanıklar daha az cezayla paçayı kurtaracaklar, tabii mahkeme onları suçlu bulursa. Gerçi henüz dava da başlamış değil. Ama bu arada eski savcıların yargılanması tamamlandı.

Bu köşede eski savcılardan Abdülvahap Yaren'in mahkemedeki savunmasından bir bölümü aktarmıştım. Soygun belgelerinin gerçekliği ortaya çıkınca o savunmayı yeniden hatırladım.

Yaren Şöyle konuşmuştu: “Zekât hırsızlarını koruma altına alan bir güç var. Ben bu güce hırsızların imparatoru diyorum. Bu imparator hem altında yer alan figüranları koruyor, hem de kendisine ulaşılmasını engelliyor. Hırsızlar imparatorunun kim olduğu apaçık belli. Halk arasında bir tabir vardır, arife tarif gerekmez anlamına gelen, damda gezer miyav der diye, isme gerek var mı?

Ben de hâlâ merak ediyorum! Bu “Hırsızlar imparatoru kim” diye!

Sonunda Bu Da Oldu - Mehmet Yılmaz

“Her Şeyi izne tabi ileri demokrasi” memleketinin RTUK. CNBC-e kanalında yayımlanan çizgi komedi dizisi "The Simpsons"a 52 bin 951 lira para cezası kesti.


RTUK denetçisine göre. “Çizgi filmdeki karakterlerden biri (bu Homer olmalı), bir diğerinin dini inancını kullanarak (bu da Flanders sanırım), onu şiddete yöneltiyor. Tanrı’nın olmadığına ilişkin sözler söyleniyor, Tanrı şeytana kahve ikram ederek şeytanın emrindeymiş gibi gösteriliyor, Noel’in alkolizm için iyi bir fırsat olduğu ifade edilerek alkolü özendiriciyayın yapılıyor”

Başbakanının dizi filmi belgesel zannettiği bir ülkede. RTUK denetçisinin The Simpsons’ gibi bir çizgi komedi dizisindeki esprileri anlayabilmesini zaten beklememek gerekirdi. Bu tür esprileri anlamak belli bir zeka düzeyini ve mizah duygusunun gelişmiş olmasını gerektirir çünkü.

Acaba kanal bu karar ile ilgili olarak idare mahkemesine ve Danıştaya gidecek mi? Acaba memleketimizin yargıçları diziyi izleyip gülecekler mi, yoksa onlar da “Vay namussuzlar, ödesinler cezayı” mı diyecekler?

Tabii ileride bu durum gündeme geldiğinde Başombudsman'dan ilhamla “Bunun bir çizgi film olduğunu dosyadan anlayamadık” deme haklarının saklı olduğunu unutmayalım!

Bana sorarsa, Ferit Bey in bir kurban kestirmesi de iyi olur, bütün bunların dönüp dolaşıp onu bulması da özel bir düşmanlıktan kaynaklanmıyorsa “nazar” olmalı çünkü!

Ve elbette en çok da şunu merak ediyorum:

Dizinin senaristleri. adı “Turkey” olan bir ülkede, dizideki esprilerin gerçek zannedildiğini ve bu nedenle cezalandırıldığını duyunca ne yapacaklar?

Aşırı Hıristiyan Fianders'in yanına bir de badem bıyıklı bir RTUK denetçisi eklerler mi dersiniz?

Ortada Homer’in evi, bir yanında inançlı Hıristiyan Flanders, öte yanında inançlı Müslüman “Almond Mustache”!

Cumartesi, Aralık 01, 2012

16/9 - Yılmaz Özdil

Darbecinin kızında…
169 villa var dediler.
Adresi 16/9 çıktı.
Dua etsin aslında…
96/9’da oturuyor olabilirdi.
*
Seneler evvel…
Kenan Evren’in cumhurbaşkanlığında son günleri, galiba, temmuz başlarıydı. Şöhretli köşe yazarlarımızın onuruna verdiği ev partilerinden vakit buldukça, şehir şehir geziyor, veda ziyaretleri yapıyordu. Peşinde gazeteci ordusu, adım adım takip ediliyor, ayran içti, kuzu okşadı filan gibi, buram buram yalakalık manşetleri atılıyordu. Marmaris’e geldi. Orda ev yaptırmıştı. Emekli olunca yerleşecekti. İnşaatı yeni bitmiş, eşyalar döşenmiş, oturulabilir hale gelmişti. Girdi evine… Muhabirler kapıda bekliyordu. Ki, biraz sonra basın danışmanı çıktı, buyrun dedi, sizi çağırıyor. Girdiler. Evren evini gezdirdi, şurası salon, şurası mutfak derken, bahçeye yürüdü, havuz vardı, 10 metreye 3 metre kadar, yüzme havuzu, etraf çit, dışardan görünmüyor, hava sıcak, ben yüzücem dedi, mayosunu giydi, girdi havuza, kulaç attı… 20 civarında muhabir seyrediyordu. Mayonuz varsa, siz de girin dedi. Nasıl yani demeye kalmadı, genç muhabirlerden birinin içinde mayosu vardı, zart diye çıkardı pantolonu, daldı. Öbürlerine cesaret geldi. Şakır şakır fotoğraf çekmeye başladılar. Sanırsın, Michael Phelps kelebekte dünya rekoru kırıyor… Önden çektiler, yandan çektiler, sırtüstü çektiler, kurulanırken çektiler. Haber merkezlerine gönderdiler. Ertesi gün, Michael Phelps yok, daha ertesi gün, gene yok, havuzdan vazgeçtik, evin içinden fotoğraflar bile yok… Sadece, dışardan çekilmiş kareler yayınlanmıştı. Çünkü, Evren umursamamış, muhabirler görevini yapmış ama, gazeteleri yöneten arkadaşlar neme lazım demiş, netekim’in havuzunu sansürlemişti. Gel gör ki, sansürlerken bile yalakalıkta nirvanaya ulaşılmış, dandik yazlığa “Beyaz Ev” lakabı takılmıştı… White House yani!
*
E bakıyoruz şimdi…
*
Evren gelmiş 150 yaşına, burnuna hortum sokmuşlar, bizim basın yazıyor, 250 tane yazlığı var, 580 tane apartmanı var falan… Hadi len diyesi geliyor insanın… O hadi darbeciydi, tırsıyordunuz, şimdi ileri demokrasi yok mu, niye yazmıyorsunuz şimdiki villaları-arsaları, Amerikalardaki apartmanları diyesi geliyor.