Perşembe, Eylül 25, 2014

Milli Sporumuz: Kitap Okuma

TRT Çocuk kanalında Mancınık adında bir yarışma programı var. Küçük yaşta çocuğu olanlar bir şekilde izlemiş olabilirler. 9-10 yaşındaki çocuklar kendi aralarında eğlenceli bir bilgi yarışmasında kozlarını paylaşıyorlar. Birkaç kez izlediğim bu programa katılan çocukların, kimisi oldukça olgun, kimisi heyecanlı, kimisi hazır cevap, kimisi bitse de gitsek edasında, kimisi hırslı  davranışlar sergiliyorlar.

Yarışmacı yavrular çeşit çeşit ama neredeyse hepsinin tek ortak yönü var: "boş zamanlarında en çok kitap okumayı" seviyorlar.

Ben kendimi bildim bileli çocukların en çok sevdiği aktivite kitap okumak oldu nedense. Elbette gerek basılı, gerekse elektronik kitap ve dergilere erişim ve satın almak gücü benim çocukluğuma göre çok gelişmiş olsa da, bir Kargı Halk Kütüphanesinin bile 1980'li yıllarda gerçekten çocuklarla dolu olduğu günlere bakıyorum, bir de şimdiki halimize. Kütüphaneler, evinde uygun ortam olmadığı için ders çalışmaya gelen binlerce KPSS mağdurlarını ağırlıyor artık. Ama yine de çağ atladık, eski komünist Enstitü geleneğinden gelen, statükocu öğretmenler değil, özgürlükçü (sadece türbana) öğretmenlerle eğitiliyoruz. O nedenle, kütüphanelere de, kitap okumaya da gerek yok.

Konu ile ilgili en güncel araştırmalardan birisine göre Japonya'da yıllık kişi başı okunan kitap sayısı 25. Ülkemizde ise  0,1. Daha anlaşılır anlatayım, ülkemiz insanlarının ortalaması 10 yılda 1 kitap. Yani bir ortalama Japon'un bir yılda okuduğu kitap sayısına, ancak 250 yılda ulaşabiliyoruz.

Şimdi, bu istatistikler ortada iken, nasıl oluyor da En Milli Boş Zaman Sporumuz "kitap okumak" oluyor. Kitap kapağı veya fiyat etiketi okumak desek bile ben Japonya'ya yetişebileceğimizi sanmıyorum ama işin bir trajik yanı daha var ki üzerine kafa yorulmalı bence.

9 yaşındaki çocuğunun televizyon ekranlarında kendisini olduğundan farklı göstermesine (istisnalar var elbette, "en çok oyun oynamayı seviyorum" dedi birisi) ses çıkarmayan ebeveynlerin varlığı Tayyip Erdoğan'ın var olma sebeplerinden değil midir sizce de.

O nedenle değil midir ki İsmet Berkan gibi, bir taraftan Cern'deki Tanrı Parçacığı arama araştırmalarına methiyeler düzüp, zaman zaman kimsenin anlayamayacağı türden copy/paste makalevari yazılar dayarken, bir taraftan da "Kabataş'ta üstleri çıplak, deri pantolonlu, çişini türbanlı kadınların üzerine yapmaktan hoşlanan adamlar" ın var olduğuna inanabiliyoruz.




Cumartesi, Eylül 13, 2014

ABD Tatili Gezi Notları 10 - Sekizinci Gün (San Fransisco - Los Angeles)

21 Nisan 2014 - Pazartesi

Ertesi gün sabah 08:40'ta kalkacak Hawaiian Airlines'ın HA1 numaralı Los Angeles - Honolulu uçuşuna yetişmek için iki alternatifimiz var idi. Ya akşam saatlerine kadar San Francisco ve çevresinde takılacak ve akşam 20:00 gibi yola çıkacaktık, ya da erkenden gidip Los Angeles'ta sabahlayacaktık. Birinci seçenek iyi görünmekle beraber iki büyük riski de taşıyordu; bir haftadır sürekli az uyku, bol gezme ve çokça direksiyon sallamanın getirdiği yorgunlukla gece yolculuğunun getireceği risk ve 6-7 saat süreceği planlanan yolun uzaması ile Honolulu uçuşunun kaçması riski. Dolayısıyla, hiç riske girmeden ikinci seçeneği seçip, saat 14:00 gibi San Francisco'dan ayrılarak 5 numaralı karayolu üzerinden Los Angeles'a yol almayı planladık.



Planımıza göre saat 14 gibi çıktığımızda, gezerek ve bolca dinlenerek 11 gibi Los Angeles'ta olacak, kiralık aracımızı teslim ettikten sonra havaalanına geçerek orada sabahlayacaktık.

Tekrar etmekte fayda var, bu kadar yoğun bir program ile gezi planladıysanız ve araç kullanmak durumundaysanız, işler planladığınız kadar kolay olmuyor. Haritalarda 5 saat olarak görünen yollar, 7-8 saat bile olabiliyor. Bu nedenle, planlama aşamasında kendinizi dinlendirecek fırsatları mutlaka düşünmelisiniz.


Pazartesi günü sabah 9 gibi otelden çıkıp, kahvaltı dahi yapmadan otobüsteki yerimizi aldık. Tur otobüslerinin iyi tarafı kısa sürede çokça yer görmenizi sağlıyor ve ücrete dahil rehberlik hizmeti de veriyor. En büyük handikapı ise hava durumu oluyor. Üstü açık olan bu otobüsler, güneşli havalarda da, soğuk havalarda da bir süre sonra çekilmez olabiliyor. Hele ki, Nisan ayında ve San Francisco'da iseniz. Güneş çıktığında soyunup, bulutlandığında hemen soğuyan hava ile tekrar giyinmek yorucu ve bolca eşya taşımanızı gerektiriyor. Bu nedenle, hem içeceklerinizi, hem de havaya uygun kıyafetlerinizi yanınızda taşımanız önemli. 

Otobüs güzergahına uygun olarak, şehir merkezinde inerek, yüksek binaların arasında dolaşmak, bir miktar hediyelik eşya bakmak ve kahvaltı yapmak için zaman tükettik. San Francisco'ya kendine has manzarayı sağlayan yüksek binaların varlığı, neredeyse dakika başı 1906 ve 1989 büyük depremlerini hatırlatan, büyük büyük annelerinden dinledikleri deprem anılarını bize aktaran rehberleri dinledikçe şaşırtıcı oldu elbette. Meraklısına not: San Andreas fay hattının tam üzerine kurulu olan San Francisco'daki 1906 depremi 3000'e yakın kişinin ölümüne sebep olmuş ve arkasında büyük yangınların da etkisi ile neredeyse bir harabe bırakmıştır. Yaşıtlarımın da hatırlayacağı 1989 depremi de, en az 1906 depremi kadar büyük olmasına karşın, 50 kadar kişiyi almış. Depremlerden ders alabilen ve insan hayatına değer veren toplumlar ile aramızdaki fark bu işte.

Gezimize dönersek, şehir içi gezimizden sonra, tekrar tur otobüsüne binip Golden Gate merasimini de tamamlamak üzere yola çıktık. Şansımıza, otobüsün en ön koltukları boşaldı ve soğuğa aldırmadan resim çekmeye başladık.
City Hall
Resmin Çekildiği Nokta İçin Tıklayın



San Francisco'daki neredeyse tek çapraz cadde olan Market Street'ten devam ederek ilk durak olarak kendimizi City Hall'da bulduk. 1906 depreminde yıkılına City Hall'un yerine 1915'te yapılan bina o günden bugüne hizmet veriyor. Çok güzel bir mimariye sahip olan binanın ünlü özelliği ise dünyanın beşinci büyük kubbesine sahip olmasıymış. İyice yavaşlayan ve inecek yolcular için duraklayan otobüsten resim çekme fırsatı da yakaladık.





Çok oyalanmadan yoluna devam eden otobüsün bir sonraki durağı Golden Gate Park oldu. 412 hektar alana sahip dediğimde anlaşılamayabilir ama koca San Francisco şehrinin kurulu olduğu yarım adanın genişliğinin yarısı kadar büyük bir parktan bahsediyorum. Ağaçları, çiçekleri, heykelleri, modern bir mimariye sahip "de Young" müzesi, içinde yoga yapan Japonları ile keşke zaman olsa bir günümüzü burada geçirsek dedirtecek kadar güzel bir park. Şehre rant değil hayat veren bu tür parkları gördükçe insan iyice üzülüyor kendi yaşadığı şehir adına.

Manzaralı Golden Gate Park turundan sonra, şehir merkezini Napa'ya bağlayan ve ABD'nin Özgürlük Heykeli kadar ünlü bir diğer simgesi olan Golden Gate Köprüsü geçişi yapıldı. Soğuk ve kapalı hava eğlenceyi çokça kısıtladı ama yine de keyfini çıkartmaya çalıştık. 1937 yılında yapılmış olan bu köprünün bu kadar ünlü olmasının sebebini pek anladığım söylenemez. Rehberimizin heyecanlı anlatışından anladığım kadarıyla köprünün ünü dünyanın en uzun 7. asma köprüsü olması ve bolca filme doğal plato görevi dayanıyor. İkisinin de ben çok cezbettiğini söyleyemeyeceğim. 






Lombard Street
Resmin Çekildiği Nokta İçin Tıklayın
Köprünün kuzey ayağındaki seyirlik alanda yolcuların çoğu inip bir sonraki tur otobüsüne kadar manzara izlemek için inse de, açıkçası biz hem zaman sıkıntısından hem de belli etmeden bizi hasta edebilecek soğuktan dolayı inmeden devam ettik.  Öğleden sonra çok gecikmeden yola çıkmayı istediğimizden, öğlen olmadan şehri otobüs ile bir kez daha gezip otele gitmek için taksiye atladık. Hint asıllı, 29 yıllık San Francisco'lu, 7 çocuklu, Almanya'dan göçmüş, işini çok seven eğlenceli taksici olan şoförümüz ile keyifli bir sohbete daldık. İsmini hatırlayamadığımız şoförün ilk soruları "Şehrimizi beğendiniz mi?" ve "insanlarımız size yardımcı oldular mı?" oldu. Elbette sadece 29 yıldır ABD'de olan  bu neşeli taksicinin ülkeyi, şehri ve insanları sahiplenerek konuşması şaşırtsa da, sonradan düşündüğümüzde gerçekten de yolculuk boyunca genel olarak yardım sever insanlarla karşılaştığımız aklımıza geldi. Sohbeti bol ama kısa bir taksi yolculuğundan sonra sabahtan zaten çıkış işlemlerimizi yaptığımız otele sadece arabayı almak için uğramış olduk. 

San Francisco için planlarımızın sonuncusu olan yine SF kadar ünlü Vermont Street idi. 
Fakat haritada aynı yapıda Lombard Street'i de görmüş olduğumuzdan ikisini de görmek istedik. Önce şehrin sakin iç mahallelerinde araba ile tur atıp, güzel evlerin arasındaki Alamo Square Park'ta kısa bir yürüyüş yaptıktan sonra Lombard Street üzerindeki, bizim Varyant'ın daha sıkılaştırılmış ve çiçeklerle süslenmiş bir versiyonu olan taş yoldan araba ile geçip, aşağıda da hatıra fotoğrafı çektirdik. Yine de görmeden gitmeyelim diye, zaten yolumuzun üzerinde olan Vermont Street'e de uğradık.




Girişte belirttiğimiz plana sadık kalarak saat 14:30 gibi Treasure Island'ın da üzerinden geçen 80 numaralı köprülü yol ile Oakland'ın içerisinden geçerek 5 numaralı otoyola bağlandık. Genelde de bilindiği üzere San Francisco ve çevresi teknoloji ve internet şirketlerinin merkezleri ile dolu; Google, Oracle, Facebook vb.. Kısıtlı zamanımızda ve çok da merak etmediğimiz binaları gezmeden ayrıldık. Yol üzerinde dünyanın veri tabanı devi Oracle bizi uğurladı.


Yorgunluğun etkisini de azaltmak amacıyla ve vaktimiz bol olmasıyla neredeyse her saat mola vererek yol aldık. Çok istesem de, bir kamyoncudan rica edip kamyon içerisinde fotoğraf çektirme hayalim, Öznur'un da etkisiyle sadece Peterbilt marka bir kamyon önünde poz verme ile sonlandı. 

Belki bahsetmişimdir, geniş bir alana yayılan ve 50 eyaletten oluşan bu devasa ülkenin sadece 12 eyaletinin okyanusa kıyısı var. Ve bu kadar geniş bir ülkede karayolu ile yük taşımacılığı hâlâ en büyük paya sahip taşımacılık şekli. Demiryolları ile ana hatlarda taşınan yükler, daha sonra neredeyse tamamı MACK ve Peterbilt marka olan efsanevi burunlu ve her biri birbirinden bakımlı kamyonlara aktarılarak nihai varış noktalarına ulaştırılıyor. O nedenle, yollarda en çok gördüğünüz taşıt büyük kamyonlar ve hiç de hız sınırlarına uydukları söylenemez. Kamyonlardan sonra en çok göreceğiniz taşıt türü ise karavanlar. İnsanların mobilize yaşadığı bir ülkeymiş meğerse Amerika. Karavanı ve arkasına bağladığı binek aracı ile otoyollarda değişik plakalı gezginlere rastlamak çok normal. 

5 numaralı otoyolda bir diğer dikkatimizi çeken husus ise, ağzımızı açık bırakacak kadar büyük portakal bahçeleri. Ölçmedik ama tahminen 350 km boyunca aralık vermeden portakal bahçelerinin içinden geçtik ve bu bahçeleri tanımlayabilecek en kolay tabir; "göz alabildiğince"...

Akşam saat 22 sularında havaalanı çevresindeki araç kiralama bölgesine ulaşarak hızlı bir şekilde aracımızı teslim ettik. Yine ring servisleri ile havaalanının yolunu tuttuk. Türkiye'den gelirken sadece 2 kabin tipi valizimiz varken, gezide satın aldıklarımızı ve hediyelikleri taşımak için de büyük bir valiz almıştık Las Vegas'tan. Allahtan ne Öznur ne de ben alışveriş manyağı olmadığımız için büyük valizi henüz dolduramadık. Akılcı bir çözüm ile küçük valizlerden birisini büyük valizin içine yerleştirerek hem taşıma kolaylığı, hem de hava yolu şirketleri ile yaşanacak muhtemel bir valiz sorunundan kurtulduk. 

Los Angeles Int'l hava alanına geldiğimizde saat 23 gibiydi. Sabah saat 08:40'ta havalanması beklenen bir uçak için fazlasıyla erken gelmiştik ama yapacak fazla da bir şey yoktu. Hem şehre gidip gezmek için gereğinden fazla yorgunduk, hem de kontuarlar açık olmadığı için valizleri verebilmek mümkün değildi. Türkiye'deki 24 saat canlı ve konforlu hava alanlarına alışık bizler için özel not: Los Angeles bile olsa ABD'deki hava alanları berbat ötesi. Ana salonlarda ne oturabileceğiniz doğru dürüst bir alan, ne de yiyecek içecek alabileceğiniz doğru dürüst bir mekan var. Bildiğiniz dördüncü sınıf otogar misali, saçma koltuklar, daracık alanlar ve gece 24'te kapanan kafeler var. Valizlerimiz olmasa check-in yaptırıp, en azından uzanabilecek genişlikte koltukların olduğu yolcu salonlarına geçeceğiz ama ne yazık ki hem valizimiz var, hem de Hawaiian Airlines'ın online check-in olanağı mevcut değil. Üstelik sadece 3 kioskları var ve onlar da uçuştan 2 saat önce açılmak üzere ayarlanmış. Yani neresinden tutsanız dökülen bir sistem. Gelişte Atatürk Havalanında bir gün öncesinden kontuara valizlerimizi verebildiğimizi ve nefis bir gece geçirdiğimizi de düşününce, hedef 2023 vizyonu ile gözlerimiz bir kez daha yaşla doldu. Batı batı dedikleri bu muymuş...

Cuma, Eylül 12, 2014

ABD Tatili Gezi Notları 9 - Yedinci Gün (Monterey - San Fransisco - Route 1)

20 Nisan 2014 Pazar





Kalan 230 millik yoldan keyif alabilmek ve San Francisco'ya çok geç olmadan erişebilmek için erken kalkmak gerekti. Sabah 6 gibi Creekside Inn'deki odamızdan ayrıldık ve görevlinin dediği gibi anahtarımızı kapının önündeki lambanın içerisine bırakıp samimi check-out'u tamamladık.

Deniz Aslanları
Resmin Çekildiği Nokta İçin Tıklayın





Yola çıktıktan belki 10 dakika sonra ilk molamızı verdik. Sisli yolların arasında, okyanus kıyısındaki izleme noktalarından birisine girdiğimizde, tanımadığımız seslerden biraz irkilmemize rağmen kıyıya iyice yaklaşıp kumsalda birbirine sıkışmış uyuyan, ara sıra da kavga eden deniz aslanlarını seyrettik Kıyı boyunca onlarca izleme noktasında binlerce deniz aslanlarını seyretmek, fotoğraflarını çekmek için duraklamak şart.




Çoğunlukla denize sıfır ilerleyen Route 1, zaman zaman kıyıdan uzaklaşıp Yaşlı Adam dağlarının arasına girip çıkarak Los Padres Ulusal Ormanına doğru giderken, sabah serinliği ile oluşan sisin verdiği poza dayanamayıp yine mola verdik. Sabah serinliği dediğimize bakmayın, aslında soğuk bir havaydı...

Resmin Çekildiği Nokta İçin Tıklayın

Cambria ve Monterey arasında kalan geniş ormanlık alan, California'nın en güzel manzarasına sahip ve Big Sur olarak biliniyor. Seyrek ve tek başına evler ve bir otel dışında çok bina göremedik. Hayret ettiğimiz husus ise, bu seyrek evlerde (ki genelde yolun pasifik tarafında uçuruma inşa edilmiş oluyorlar) yaşayanların ihtiyaçlarını nasıl karşıladıklarıydı. Ekmeği, suyu, meyveyi-sebzeyi nereden ediniyorlar, neden böyle zor bir hayat tercih ediyorlar anlam veremedik. Arada gördüğümüz tek medeni dinlenme alanı Deetjen Big Sur Inn oteliydi ki, biz de durmadık nedense.


Bixy Bridge
Resmin Çekildiği Nokta İçin Tıklayın
Henüz saat 8:30 olmadan epey yol aldık. Bir taraftan önceden planlamadığımız kahvaltı için iyi bir yer ararken, bir taraftan da manzaranın keyfini çıkartıyorduk. 1 numaranın üzerinde yer alan ve uçurum üzerine kurulmuş Bixy Köprüsünü geçer geçmez soldaki izleme noktasında mola verdik. Buraya bir not koymam gerekiyor, kara yolu ile yolculuk Amerikalıların vazgeçemedikleri tutkusu. Yol üstü restoran ve otellerin bolluğu ve doluluğu zaten bu tespiti teyit ediyor. Bir nevi turizm sayılan bu yolculukların daha keyifli olması için yerel yönetimler de elinden geleni yapıyorlar. Önemli bir ayağı ise çok sık izleme noktaları oluşturmuş olmaları. Bir yerde manzara var ise mutlaka düzenlenmiş bir izleme noktası da var. Bixy Köprüsünü geçip bir kaç poz resim çekmek ve manzaranın keyfini çıkarmak için durduktan kısa bir süre sonra, bir başka çift de durdu yanımızda. Biz onların, onlar da bizim resmimizi çekti.

El Estero Park
Resmin Çekildiği Nokta İçin Tıklayın


İlk hedefimiz olan Monterey'e ulşatık. Sabah henüz erken olmasına rağmen, cıvıl cıvıl bir kahvaltı salonu bulduk kendimize. Monterey Bay Lodge Otel'in kahvaltı salonunda güzel bir kahvaltı yaptıktan sonra
Monterey'i keşfe başlayabilirdik. Kahvaltı salonu El Estero parka bakıyordu ama hava hala serin olduğu için içeride oturduk. Kahvaltı sonrasında, saat farkını da dikkate alarak en uygun saat olan 10:30 gibi evdekilerle görüntülü konuşarak hasret giderdik.




Güneşlenen Deniz Aslanları ve Öznur
Resmin Çekildiği Nokta İçin Tıklayın
Kahvaltı mekanımızın çok yakınındaki balıkçı rıhtımında tur atmak üzere yola çıktık ama, havanın kararsız hali bizi çokça yordu. Tişörtle durulamayacak kadar serin, mont veya kazakla terletecek kadar ılık. Montu taşı, giy, çıkart, tekrar taşı, yine giy... Rıhtımın hemen yanındaki kumsal alanda kayaların üzerinde güneşlenen deniz aslanlarının resmini cep telefonu ile çekmek için istemeden de olsa suya girmek zorunda kalan Öznur, okyanusta denize giren ilk Gündüz ailesi üyesi oldu.

Pacific Heights Inn
Resmin Çekildiği Nokta İçin Tıklayın
Monterey sahilinde dinlenmek amaçlı kısa bir yürüyüş sonrasında San Francisco için yola çıktık. Yaklaşık 2 saat sonra kalabalık bir trafiğin içerisinde bulduk kendimizi. Android'in harita uygulaması navigasyon hizmeti verdiği gibi, trafik yoğunluğuna göre sizi yönlendirebiliyor. Bu sayede, başta planladığımız rotaya alternatif başka bir rota üzerinden Pacific Heights Inn'e ulaştık. Küçük bir yarımada üzerine kurulu şehirde otopark bulmak problem olabileceği için tercih ettiğimiz otel, konumu itibariyle çok kullanışlı olmasına karşın, benim gördüğüm en küçük odalara sahip olduğundan konfor beklentilerinizi boşa çıkartabilir. Sadece bir gece kalacağımız için bizim açımızdan bir sorun olmadı.



Otele saat 14:30 gibi ulaştığımızda hızlı bir şekilde check-in yaptırıp, kısıtlı zamanımızı iyi değerlendirmek için dışarıya gitmek istiyorduk. Resepsiyondaki görevli bir taraftan gerekli işlemleri yaparken, bir yandan da ne amaçla geldiğimizi, nereli olduğumuzu soruyordu. Sonra, Big Bus şehir turu hakkında bilgi vermeye ve tanıtım broşürlerini göstermeye başladı. Komisyon karşılığı tur sattığını belirten görevli, kendisinden bilet almamız halinde 48 saatlik tam turu (gündüz turu, gece turu ve bazı indirimli/ücretsiz etkinlikler dahil) önerdi ve toplam 18 Dolar indirim (?) yaptı. Kısa bir incelemeden sonra kişi başı 32 Dolar ödeyerek bu turu satın aldık. Öznur odaya yerleşirken ben de bir taraftan tur güzergahını incelemek, görülecek yerler için hangi duraklarda durulması gerektiğini tespit etmek ve bir sonraki otobüs için hangi durağı tercih edeceğimize karar vermek için internet ve harita başına çöreklendim. Sırt çantamıza, birazdan soğuyacağını düşündüğümüz havaya uygun kazak ve montumuzu yerleştirip Union Street üzerinde yürümeye başladık.

Dikkat; Big Bus'ın şirin haritası, çoğu caddeyi göstermediği için yanıltıcı olabiliyor. Bir yeri ararken Big Bus haritasındaki yerleşimi değil, cadde isimlerini dikkate almak işinizi kolaylaştıracaktır. Dik tepelerden oluşan ve dikine yerleşim esasına gelişmiş bu şehirde şehri boydan boya kat eden ve birbirini dik kesen caddeler harita okumayı ve gitmeniz gereken yerleri tespiti inanılmaz kolaylaştırıyor. Gitmek istediğiniz mekanın hangi iki caddenin kesişimine yakın olduğunu bildiğiniz zaman kaybolmak imkansızlaşıyor.
Dik Yokuşlar ve Beyaz Toyota Prius
Resmin Çekildiği Nokta İçin Tıklayın

San Francisco ile ilgili söylenecek ilk şey; televizyonda da her gördüğümüzde dikkatimizi çeken yokuşların gerçekten dik olduğu sanırım. Dik yokuşlar o kadar ünlü ki, neredeyse San Francisco'nun bütün özelliklerinin önünde. Hatta, hangi otobüse binsek tur operatörlerinin en çok bahsettiği konu, ünlü Bullit filminde Steve McQueen'in de yer aldığı araba takip sahnesi. Bir de, 1906'daki büyük deprem.

Biraz önce bahsettiğim gibi, yokuşları saymaz isek o kadar düzenli bir yerleşim var ki, yürüyerek gezme isteği uyandırıyor. Ama, yokuşlar çok büyük engel. İki blok arasındaki kısa mesafede bile yorgunluktan bitkin düşebiliyorsunuz.

Cable Car
Resmin Çekildiği Nokta İçin Tıklayın



Şehrin yokuşları kadar ünlü diğer sembolü cable car. Bildiğimiz tramvay ama yer altına gömülü kablolar ile çekiliyor. Raylı bir sistem gibi görünse de, bu diklikte bir yokuşu raylar üzerindeki sürtünme kuvvetine güvenerek çıkmak imkansız olduğundan, kablo marifeti ile hareket ettirilen tramvaylar 1826 yılından bu yana San Francisco'da hizmet veriyormuş. Coğrafi koşullardan dolayı SF'da tepelerden oluşan bölgede metro ve diğer raylı sistemler bulunmadığından, bu bölgede ulaşım konusunda vazgeçilmez ulaşım aracı cable car. Nostaljik ve turistik değeri de yadsınmamalı.

Benden başka takılan olmuş mudur bilemiyorum ama SF'nun, genellikle tarihi önemi olan kişilerden esinlenerek verilmiş cadde isimlerindeki sadelik ve akılda kalıcılık çok hoşuma gitti; California St, Sacramento St, Washington St, Powel St, Maple, Pine, Scott, Geary, Bush, Clay, Webster, Union, Greenwich, Chestnut vs. Bir de Turk Street var ama isim, 1800'lü yılların sonlarında yaşamış Frank Turk adındaki bir politikacı/müteahhitten gelmekte.

Grace Cathedral
Resmin Çekildiği Nokta İçin Tıklayın
Ghiberti Kapıları
California Street üzerindeki Grace Cathedral'e ulaştığımızda, yokuş çıkmanın yorgunluğu ile önce Huntington Park'ta nefeslendik. Sıcak olmayan, ancak güneşli bir günde parkta gençler güneşleniyor, bira içiyor, sohbet edip oyun oynuyorlardı. Bir süre park ortasındaki heykeli ve insanları seyrettikten sonra, yolun karşısındaki katedrale ilerledik. Yaklaşık 150 yıllık geçmişi olan bu ibadethanede bizi muhteşem oymaları olan bir çift kapı karşıladı. Dan Brown'ın son kitabı Cehennem'de de uzunca bahsedilen Floransa'daki Aziz Giovanni Vaftiz Kilisesinin kapılarının birebir kopyası olan bu kapılar, 2. Dünya Savaşında zarar görme ihtimaline karşı sökülen orijinallerinin İtalya'da yapılmış kopyaları imiş. Orijinal kapıları henüz görme fırsatımız olmadı ama bu başarılı replikalar bile bizi etkiledi.




Sonradan öğrendiğimize göre erkek kilise korosu ile ünlü bu katedralin içerisi, tüm katedraller gibi ihtişamlı. Yandaki resimde de göreceğiniz üzere, belki 35 metre yüksekliğindeki tavandan sarkan renkli kurdelalar, tepedeki açıklıktan giren güneş ışığı ile yetenekli fotoğrafçılara müthiş pozlar veriyordur muhakkak.

Biraz kopyacı mantığı ile yapılmış bu katedralin zemini de, orta çağ eseri Notre Damme Katedralinin zeminindeki labirentin bire bir kopyasından oluşuyor.





Zamanın kısıtlı olmasının da verdiği acele ile 16:30 gibi Grace Katedral'den ayrılıp, bir hop-on durağı bulup otobüs turuna devam ettik. San Francisco'nun inanılmaz düzenli ve bir o kadar yokuşlu yollarında, zaman zaman otobüsün arkasının yokuşa çarpması ilk başta endişe etmiş olsa da, bizden başka kimsenin umursamaması içimizi rahatlattı.

Fishermans Wharf
Resmin Çekildiği Nokta İçin Tıklayın

Big Bus turların son durağı olan Fishermans Wharf'ta biraz dolaştıktan ve telefonlarımızı da şarj edebildiğimiz bir restoranda yemeğimizi yedikten sonra, Big Bus biletimizin eşantiyonu olan akvaryumu gezdik. Akvaryum çok büyük olmasa da değişik türde onlarca balığı bir arada görebilmek ve bazı balıklara (yavru köpekbalığı, deniz yıldızı, kaplumbağa, deniz hıyarı vb) dokunabilmek için güzel dizayn edilmiş. Çok zaman harcatmayan bu aktivite herkese tavsiye edilir.

Akşam turu için son otobüsün çok kalabalık olabileceğini söyleyen rehbere güvenerek, sondan bir önceki akşam turu otobüsüne yetişmek için hızlı adımlarla akvaryum turunu tamamladık. Üzerimizde kaban ve montlarımız olmasına rağmen, otobüsün üst katında başladığımız turu, gecenin etkisiyle birlikte hızla soğuyan
hava nedeniyle, otobüsün alt katındaki kapalı alanda, birbirine sarılan diğer turistlerle beraber noktaladık. Gece turunun en güzel anı, San Francisco - Oakland köprüsü üzerinden geçerek ulaştığımız el yapımı Hazine Adasından seyredilebilen San Francisco yarım adasının ünlü ve ışıltılı manzarasıydı. Bu müthiş manzaraya dair elimizde adam akıllı bir resim olmadığı için buraya koyamıyorum. Sadece biz değil, soğuktan dışarı çıkabilen ve elleri titremeden resim çekebilen turist neredeyse yoktu.

Bir güne sığabilecek her şeyi yaptıktan sonra, Jefferson Street üzerindeki The Cannery North'da bir iki bira içmek için uzun bir yürüyüş yaptık. Sadece bir bira içebilecek kadar uykusuzluğa dayanabildik. Uyandığımızda yine dopdolu bir gün ve uzun bir yol bizi bekliyor olacak.