Cumartesi, Eylül 13, 2014

ABD Tatili Gezi Notları 10 - Sekizinci Gün (San Fransisco - Los Angeles)

21 Nisan 2014 - Pazartesi

Ertesi gün sabah 08:40'ta kalkacak Hawaiian Airlines'ın HA1 numaralı Los Angeles - Honolulu uçuşuna yetişmek için iki alternatifimiz var idi. Ya akşam saatlerine kadar San Francisco ve çevresinde takılacak ve akşam 20:00 gibi yola çıkacaktık, ya da erkenden gidip Los Angeles'ta sabahlayacaktık. Birinci seçenek iyi görünmekle beraber iki büyük riski de taşıyordu; bir haftadır sürekli az uyku, bol gezme ve çokça direksiyon sallamanın getirdiği yorgunlukla gece yolculuğunun getireceği risk ve 6-7 saat süreceği planlanan yolun uzaması ile Honolulu uçuşunun kaçması riski. Dolayısıyla, hiç riske girmeden ikinci seçeneği seçip, saat 14:00 gibi San Francisco'dan ayrılarak 5 numaralı karayolu üzerinden Los Angeles'a yol almayı planladık.



Planımıza göre saat 14 gibi çıktığımızda, gezerek ve bolca dinlenerek 11 gibi Los Angeles'ta olacak, kiralık aracımızı teslim ettikten sonra havaalanına geçerek orada sabahlayacaktık.

Tekrar etmekte fayda var, bu kadar yoğun bir program ile gezi planladıysanız ve araç kullanmak durumundaysanız, işler planladığınız kadar kolay olmuyor. Haritalarda 5 saat olarak görünen yollar, 7-8 saat bile olabiliyor. Bu nedenle, planlama aşamasında kendinizi dinlendirecek fırsatları mutlaka düşünmelisiniz.


Pazartesi günü sabah 9 gibi otelden çıkıp, kahvaltı dahi yapmadan otobüsteki yerimizi aldık. Tur otobüslerinin iyi tarafı kısa sürede çokça yer görmenizi sağlıyor ve ücrete dahil rehberlik hizmeti de veriyor. En büyük handikapı ise hava durumu oluyor. Üstü açık olan bu otobüsler, güneşli havalarda da, soğuk havalarda da bir süre sonra çekilmez olabiliyor. Hele ki, Nisan ayında ve San Francisco'da iseniz. Güneş çıktığında soyunup, bulutlandığında hemen soğuyan hava ile tekrar giyinmek yorucu ve bolca eşya taşımanızı gerektiriyor. Bu nedenle, hem içeceklerinizi, hem de havaya uygun kıyafetlerinizi yanınızda taşımanız önemli. 

Otobüs güzergahına uygun olarak, şehir merkezinde inerek, yüksek binaların arasında dolaşmak, bir miktar hediyelik eşya bakmak ve kahvaltı yapmak için zaman tükettik. San Francisco'ya kendine has manzarayı sağlayan yüksek binaların varlığı, neredeyse dakika başı 1906 ve 1989 büyük depremlerini hatırlatan, büyük büyük annelerinden dinledikleri deprem anılarını bize aktaran rehberleri dinledikçe şaşırtıcı oldu elbette. Meraklısına not: San Andreas fay hattının tam üzerine kurulu olan San Francisco'daki 1906 depremi 3000'e yakın kişinin ölümüne sebep olmuş ve arkasında büyük yangınların da etkisi ile neredeyse bir harabe bırakmıştır. Yaşıtlarımın da hatırlayacağı 1989 depremi de, en az 1906 depremi kadar büyük olmasına karşın, 50 kadar kişiyi almış. Depremlerden ders alabilen ve insan hayatına değer veren toplumlar ile aramızdaki fark bu işte.

Gezimize dönersek, şehir içi gezimizden sonra, tekrar tur otobüsüne binip Golden Gate merasimini de tamamlamak üzere yola çıktık. Şansımıza, otobüsün en ön koltukları boşaldı ve soğuğa aldırmadan resim çekmeye başladık.
City Hall
Resmin Çekildiği Nokta İçin Tıklayın



San Francisco'daki neredeyse tek çapraz cadde olan Market Street'ten devam ederek ilk durak olarak kendimizi City Hall'da bulduk. 1906 depreminde yıkılına City Hall'un yerine 1915'te yapılan bina o günden bugüne hizmet veriyor. Çok güzel bir mimariye sahip olan binanın ünlü özelliği ise dünyanın beşinci büyük kubbesine sahip olmasıymış. İyice yavaşlayan ve inecek yolcular için duraklayan otobüsten resim çekme fırsatı da yakaladık.





Çok oyalanmadan yoluna devam eden otobüsün bir sonraki durağı Golden Gate Park oldu. 412 hektar alana sahip dediğimde anlaşılamayabilir ama koca San Francisco şehrinin kurulu olduğu yarım adanın genişliğinin yarısı kadar büyük bir parktan bahsediyorum. Ağaçları, çiçekleri, heykelleri, modern bir mimariye sahip "de Young" müzesi, içinde yoga yapan Japonları ile keşke zaman olsa bir günümüzü burada geçirsek dedirtecek kadar güzel bir park. Şehre rant değil hayat veren bu tür parkları gördükçe insan iyice üzülüyor kendi yaşadığı şehir adına.

Manzaralı Golden Gate Park turundan sonra, şehir merkezini Napa'ya bağlayan ve ABD'nin Özgürlük Heykeli kadar ünlü bir diğer simgesi olan Golden Gate Köprüsü geçişi yapıldı. Soğuk ve kapalı hava eğlenceyi çokça kısıtladı ama yine de keyfini çıkartmaya çalıştık. 1937 yılında yapılmış olan bu köprünün bu kadar ünlü olmasının sebebini pek anladığım söylenemez. Rehberimizin heyecanlı anlatışından anladığım kadarıyla köprünün ünü dünyanın en uzun 7. asma köprüsü olması ve bolca filme doğal plato görevi dayanıyor. İkisinin de ben çok cezbettiğini söyleyemeyeceğim. 






Lombard Street
Resmin Çekildiği Nokta İçin Tıklayın
Köprünün kuzey ayağındaki seyirlik alanda yolcuların çoğu inip bir sonraki tur otobüsüne kadar manzara izlemek için inse de, açıkçası biz hem zaman sıkıntısından hem de belli etmeden bizi hasta edebilecek soğuktan dolayı inmeden devam ettik.  Öğleden sonra çok gecikmeden yola çıkmayı istediğimizden, öğlen olmadan şehri otobüs ile bir kez daha gezip otele gitmek için taksiye atladık. Hint asıllı, 29 yıllık San Francisco'lu, 7 çocuklu, Almanya'dan göçmüş, işini çok seven eğlenceli taksici olan şoförümüz ile keyifli bir sohbete daldık. İsmini hatırlayamadığımız şoförün ilk soruları "Şehrimizi beğendiniz mi?" ve "insanlarımız size yardımcı oldular mı?" oldu. Elbette sadece 29 yıldır ABD'de olan  bu neşeli taksicinin ülkeyi, şehri ve insanları sahiplenerek konuşması şaşırtsa da, sonradan düşündüğümüzde gerçekten de yolculuk boyunca genel olarak yardım sever insanlarla karşılaştığımız aklımıza geldi. Sohbeti bol ama kısa bir taksi yolculuğundan sonra sabahtan zaten çıkış işlemlerimizi yaptığımız otele sadece arabayı almak için uğramış olduk. 

San Francisco için planlarımızın sonuncusu olan yine SF kadar ünlü Vermont Street idi. 
Fakat haritada aynı yapıda Lombard Street'i de görmüş olduğumuzdan ikisini de görmek istedik. Önce şehrin sakin iç mahallelerinde araba ile tur atıp, güzel evlerin arasındaki Alamo Square Park'ta kısa bir yürüyüş yaptıktan sonra Lombard Street üzerindeki, bizim Varyant'ın daha sıkılaştırılmış ve çiçeklerle süslenmiş bir versiyonu olan taş yoldan araba ile geçip, aşağıda da hatıra fotoğrafı çektirdik. Yine de görmeden gitmeyelim diye, zaten yolumuzun üzerinde olan Vermont Street'e de uğradık.




Girişte belirttiğimiz plana sadık kalarak saat 14:30 gibi Treasure Island'ın da üzerinden geçen 80 numaralı köprülü yol ile Oakland'ın içerisinden geçerek 5 numaralı otoyola bağlandık. Genelde de bilindiği üzere San Francisco ve çevresi teknoloji ve internet şirketlerinin merkezleri ile dolu; Google, Oracle, Facebook vb.. Kısıtlı zamanımızda ve çok da merak etmediğimiz binaları gezmeden ayrıldık. Yol üzerinde dünyanın veri tabanı devi Oracle bizi uğurladı.


Yorgunluğun etkisini de azaltmak amacıyla ve vaktimiz bol olmasıyla neredeyse her saat mola vererek yol aldık. Çok istesem de, bir kamyoncudan rica edip kamyon içerisinde fotoğraf çektirme hayalim, Öznur'un da etkisiyle sadece Peterbilt marka bir kamyon önünde poz verme ile sonlandı. 

Belki bahsetmişimdir, geniş bir alana yayılan ve 50 eyaletten oluşan bu devasa ülkenin sadece 12 eyaletinin okyanusa kıyısı var. Ve bu kadar geniş bir ülkede karayolu ile yük taşımacılığı hâlâ en büyük paya sahip taşımacılık şekli. Demiryolları ile ana hatlarda taşınan yükler, daha sonra neredeyse tamamı MACK ve Peterbilt marka olan efsanevi burunlu ve her biri birbirinden bakımlı kamyonlara aktarılarak nihai varış noktalarına ulaştırılıyor. O nedenle, yollarda en çok gördüğünüz taşıt büyük kamyonlar ve hiç de hız sınırlarına uydukları söylenemez. Kamyonlardan sonra en çok göreceğiniz taşıt türü ise karavanlar. İnsanların mobilize yaşadığı bir ülkeymiş meğerse Amerika. Karavanı ve arkasına bağladığı binek aracı ile otoyollarda değişik plakalı gezginlere rastlamak çok normal. 

5 numaralı otoyolda bir diğer dikkatimizi çeken husus ise, ağzımızı açık bırakacak kadar büyük portakal bahçeleri. Ölçmedik ama tahminen 350 km boyunca aralık vermeden portakal bahçelerinin içinden geçtik ve bu bahçeleri tanımlayabilecek en kolay tabir; "göz alabildiğince"...

Akşam saat 22 sularında havaalanı çevresindeki araç kiralama bölgesine ulaşarak hızlı bir şekilde aracımızı teslim ettik. Yine ring servisleri ile havaalanının yolunu tuttuk. Türkiye'den gelirken sadece 2 kabin tipi valizimiz varken, gezide satın aldıklarımızı ve hediyelikleri taşımak için de büyük bir valiz almıştık Las Vegas'tan. Allahtan ne Öznur ne de ben alışveriş manyağı olmadığımız için büyük valizi henüz dolduramadık. Akılcı bir çözüm ile küçük valizlerden birisini büyük valizin içine yerleştirerek hem taşıma kolaylığı, hem de hava yolu şirketleri ile yaşanacak muhtemel bir valiz sorunundan kurtulduk. 

Los Angeles Int'l hava alanına geldiğimizde saat 23 gibiydi. Sabah saat 08:40'ta havalanması beklenen bir uçak için fazlasıyla erken gelmiştik ama yapacak fazla da bir şey yoktu. Hem şehre gidip gezmek için gereğinden fazla yorgunduk, hem de kontuarlar açık olmadığı için valizleri verebilmek mümkün değildi. Türkiye'deki 24 saat canlı ve konforlu hava alanlarına alışık bizler için özel not: Los Angeles bile olsa ABD'deki hava alanları berbat ötesi. Ana salonlarda ne oturabileceğiniz doğru dürüst bir alan, ne de yiyecek içecek alabileceğiniz doğru dürüst bir mekan var. Bildiğiniz dördüncü sınıf otogar misali, saçma koltuklar, daracık alanlar ve gece 24'te kapanan kafeler var. Valizlerimiz olmasa check-in yaptırıp, en azından uzanabilecek genişlikte koltukların olduğu yolcu salonlarına geçeceğiz ama ne yazık ki hem valizimiz var, hem de Hawaiian Airlines'ın online check-in olanağı mevcut değil. Üstelik sadece 3 kioskları var ve onlar da uçuştan 2 saat önce açılmak üzere ayarlanmış. Yani neresinden tutsanız dökülen bir sistem. Gelişte Atatürk Havalanında bir gün öncesinden kontuara valizlerimizi verebildiğimizi ve nefis bir gece geçirdiğimizi de düşününce, hedef 2023 vizyonu ile gözlerimiz bir kez daha yaşla doldu. Batı batı dedikleri bu muymuş...

Hiç yorum yok: