Cuma, Nisan 20, 2012

1980…

Yurtsever Devrimci Gençlik Derneği üyesi Sinan Suner, Sovyetler’in Afganistan’ı işgalini protesto etmek için Ankara’nın Yukarı Ayrancı semtinde afişleme yapıyordu. Sağlık Bakanı Cengiz Gökçek’in koruması Süleyman Ezendemir oradan geçiyordu, çekti tabancasını, ateş etti, ODTÜ öğrencisi Sinan’ı öldürdü.

Gaziantep mebusu Cengiz Gökçek, hukukçuydu aslında, avukattı ama… Demirel, Erbakan, Türkeş hükümetinin koalisyon dengeleri gereği, Sağlık Bakanı yapılmıştı. Sinan’ı öldüren Süleyman Ezendemir, yargılanmayı bırak, gözaltına bile alınmadı, hatta, sonradan terfi etti.
Ertesi gün…

Sinan’ın öldürüldüğü yerde protesto gösterisi yapıldı. Polis geri durdu, gençlerin üstüne askerleri sürdüler. Arbede çıktı. Tek el silah sesi, drannn! Piyade er Zekeriya Önge düştü. Sırtından saplanan mermi, kalbini delmişti. 1979’a 2 tertip, Giresun doğumlu Zekeriya, henüz 20 yaşında… Kardeşin kardeşe kırdırıldığı “düşmansız savaş”ın şehidi olmuştu.

24 genci gözaltına aldılar.

Biri, Erdal Eren’di. Kadere bak… Şehit asker Zekeriya gibi, Giresunluydu. Henüz 17 yaşında, Ankara Yapı Meslek Lisesi öğrencisiydi. Tutuklandı. Jet hızıyla yargılandı. Bir ay içinde idama mahkûm edildi, utanç müzesiolan Ulucanlar’da asıldı.

Aslında, hem tıp, hem hukuk cinayeti işlenmişti. Adli Tıp raporu bilimsellikten uzaktı. “Kemik röntgenine baktık, yaşı 18’den büyük” dediler. Uzmanlar itiraz etti, nafile, astılar.
Üstelik…Hadisenin yaşandığı sokakta oturan ve mahkemede ifadelerine başvurulmayan, biri kuaför iki “görgü tanığı” vatandaş, seneler sonra televizyon programında açık açık anlattı. Erdal’ın elinde tabanca vardı ama, sokağın öbür ucunda ve askerleri karşıdan, cepheden gören bir yerdeydi. Şehit Zekeriya ise, sırtından ve yakından vurulmuştu. Fizik kuralları açısından Erdal’ın Zekeriya’yı vurmuş olması imkansızdı. Balistik ve otopsi, laga lugaya getirildi. Muhtemelen, arbedenin paniğiyle tetiğe dokunan bir asker arkadaşı tarafından yanlışlıkla vurulmuştu.

Kanıt mı?

Seneler geçti, internet icat oldu, Giresun Valiliği resmi internet sitesi kurdu. “Şehitlerimiz” bölümünde Zekeriya Önge’nin “silah kazası sonucu” öldüğü duyuruldu! Erdal’ın avukatları bunu öğrendi, “işte kanıt” diye basına açıklama yaptı. Skandal ortaya çıkınca, önce “teröristlerle çatışma” diye değiştirildi, sonra “iç güvenlik çatışması” diye değiştirildi. Gazeteler meseleyi deşmeye başlayınca, Giresun Valiliği Basın Halkla İlişkiler Müdürlüğü yazılı açıklama yaptı: Şahadet nedeni “sehven” silah kazası olarak yazılmıştır.

Sehven’di yani!

Oysa, sehven mehven değildi… Erdal’ın idam kararını iki kez bozan Yargıtay emekli hakimi Albay Ahmet Turan, 28 sene sonra konuştu: “Erdal’ın Zekeriya’yı öldürdüğüne dair vicdani kanaatim yoktu. İdam kararını bozduk, sıkıyönetim mahkemesine geri gönderdik, tekrar idama mahkum ettiler, tekrar bozduk, tekrar idama mahkum ettiler, onamadık, dosya Daireler Kurulu’na gitti, onadılar. Zekeriya’dan çıkan mermi çekirdeği ile Erdal’ın tabancasının mermileri mukayese edilmedi. Erdal’ın yaşı 18 değildi. Çocuk her duruşmada ‘ölümüne sebep olmuşsam, bundan büyük üzüntü duyuyorum’ dedi, hafifletici sebep dikkate alınmadı. Haksız yere idam edildi. Yaş haddime 8 sene vardı, erken emeklilik istedim. Emirle hakimlik olmaz. Atatürk’ün okullarında yetişmiş bir hukukçu olarak, kabul edemezdim.”

Erdal’ın idamdan önceki “son bakış”ını Savaş Ay fotoğrafladı. Emin Çölaşan’la birlikte Erdal’ın hücresine giren Savaş ağabey, o anları şöyle anlattı: “Hücrenin kapısını açtılar, Erdal arkasını bize dönmüş, yüzü duvara doğruydu. Yanımızdaki komutan ‘Erdal yüzümüze bakabilirsin’ dedi. Bunu üç kere söyledi. Talimatlar böyleymiş. Yarın asılacak çocukla, yüz yüzeydik. Kahramanmaraş, Çorum, hatta, Afrika’da kabile savaşları bile gördüm, böyle bi tablo görmemiştim. ‘Beni bitki haline getirmek istiyorlar, ailemle görüştürmüyorlar, savunmamı almadılar, yaşımı büyüttüler, ibreti alem için asacaklar ama, korkmuyorum’ dedi. Gazeteye gittim. Odama kapanıp ağladım. Emin Çölaşan’ın ‘Önce İnsanım, Sonra Gazeteci’ kitabının adı, oradan çıkmadır.”

Romanını yazdılar Erdal’ın, dizi film yaptılar, adına besteler yaptılar. Bir tanesi, müziği bıraktığını açıklayan Teoman’ındı.“İki Çocuk”tu şarkının adı!

Kalpte kurşun, ilmek boyunda, iki çocuk ölüm karşısında… Hep çocuk kalacaklar, büyümeden birer tabutta… Ama, yaşıyorlar, gülüyorlar, annelerinin rüyalarında.

Çünkü…Hem idam edilen Erdal’la, hem şehit edilen Zekeriya’yla “akraba”ydı Teoman!

Şöyle anlattı, talihsiz çocuklarımızın “kan bağı”nı… “Erdal, akrabamdı. Garip bir rastlantı sonucu, sadece suç unsuru olarak bahsedilmesine içerlediğim Zekeriya’nın da akrabamız olduğunu öğrendim. İki Çocuk’u yazdım. Zekeriya ile Erdal, akrabaydı.”

Offf, of.

2012…

Güya 12 Eylül’ü yargıladığımız ve Afganistan’ı işgal edenlere “koruma” hizmeti verdiğimiz şu günlerde… Koruması yüzünden, katmerli dramın taaa en başında adı geçen “Avukat Cengiz Gökçek Devlet Hastanesi”nde, koruma skandalı nedeniyle, günahsız bi doktoru öldürdüler.
“Hap” gibi anayasa yapılan ülkenin, hukukçu sağlık bakanının adını taşıyan hastanesinde, hukuksuzluktan tıp şehidi.

Hatırlayın, bi kaç sene evvel Profesör Göksel Kalaycı’yı öldürmüştü bi hasta yakını, bütün gazetelerde manşet olmuştu… Şimdi, Doktor Ersin Arslan’ı öldürdüler, anca üçüncü sayfaya haber olabildi. Rutin maalesef… Kurşunluyorlar, bıçaklıyorlar, yumrukluyorlar, sıradanlaştı.
Oysa…Sırf doktor cinayeti değildir bu. Kardeşi kardeşe kırdırmaktan ders almayan Türkiye’nin, fazladan iki oy kapabilmek için, eğitimli’yi cahil’e kırdırmasıdır. Bilmeyen’i bilen’e, okumayan’ı okuyan’a düşman etmesinin… Ve suç işleyen cahil’i korumasının sonucudur.

Kanıt mı?

Katil, 17 yaşında.Erdal’ı asmışlardı.
Bunun adını bile kodluyoruz…
Ki, aman diim çocuktur.
Toplum içinde rencide olmasın!

Pazar, Nisan 15, 2012

28 Şubata Demokrat Bakış - Can Dündar

28 Şubat’tan sonra ne yazmışım diye baktım:“Başka Kapıya”
başlığı atmışım yazıma (http://www.
candundar.com.tr/_v#!/KÖŞE_YAZILARI/1997/Başka_kapıya/#Did=1536)Hem ayar
verene, hem ayar yiyene çatmışım:“Bizi laik ve demokrat kimliklerimiz
arasında seçime zorluyorlar. İki gözümüzden birini feda etmemizi istiyorlar”
diye yakınmışım.

Sonra iki gözüme de sahip çıkmışım:“Balans ayarı, tank
paletleriyle yapılmış bir demokrasiyi içimize sindiremeyiz” demişim.Ama Susurluk çetesinin temizlenmesini isteyenleri “Glu glu
dansçıları” diye aşağılayıp zora gelince onlardan destek dilenen zihniyete de
aynı dilden cevap vermişim:“Sizi gidi glu glu
dansçıları sizi... Hadi başka kapıya!”

* * *

Öyle kızgın bir kazanda
çalkalanıyoruz ki, “1000 yıl sürer” denen süreçler, 15 yılda eriyip gidiyor. Ve
iktidar tahterevallisi, bir muktediri tahttan indirirken hasmını tahta
çıkarıveriyor.Böyle çalkantılı zeminlerde dik durabilmek, tutarlı tavır
alabilmek, tahttakilerle mesafeyi koruyabilmek önemlidir.Tahterevalli, bir
kez daha devrik kralı yere doğru itti dün...Eski yazıyı 15 yıl sonra yeniden
(bu kez tersinden) yazmanın vaktidir.

* * *

Dün süngü zoruyla Başbakan’ı
eve yollayanlar, bugün polis zoruyla evden toplanıyor.Dün “Adalet, insan hakları” diye haykırdığımızda üstümüze tank sürenler,
şimdi adalet ve insan hakkı istiyor.Dün düzmece andıçlarla demokratları yok
etmeye çalışanlar, bugün düzmece kanıtlarla yargılandığından
yakınıyor.Adaletsizliğe, zulme karşı her zaman, herkesin yanındayız.Ama
dün burnundan kıl aldırmayan mağrurların bugün mağdur rolü oynamasına cevabımız
aynı:“Başka kapıya!”

* * *

Çevirelim madalyonu ve ikinci gözümüze
sahip çıkalım:Niye karşıydık 28 Şubat’a?..İdeolojisini zorla dayatıyor,
rengârenk bir topluma tektip haki elbise giydirmek için toplum mühendisliği yapıyor
diye...Medyayı kıskaca alıyor, yargıya baskı uyguluyor, kendinden olmayan
belediyeleri, şirketleri kuşatıyor, eğitim süreleriyle kendi çıkarına oynuyor
diye...Tanıdık geldi değil mi?Uzun süre cenk ede ede sonunda savaştığı
hasmına benzeyen bir cengâver gibi; AKP de darbe yiye yiye, darbeci askerlerin
yöntemlerini aynen benimsedi.Benim için “Herkes haki giyecek” diye
zorlayanla, herkese yeşil giydirmeye kalkışanın bir farkı yok.Caddelere tank
sürüp “Demokrasiye balans ayarı yaptık” diyen sopayla, polise hâkim olup “Dindar
bir nesil yetiştireceğiz” diyen kafa aynı...Aynı Toplum Mühendisliği
Fakültesi’nden mezun bunlar...

* * *

Şimdi bu iki gözle ileriye
bakalım:Bugünküler de iktidarlarının 1000 yıl süreceğini sanıyor.Gördük
işte; sürmüyor.Bir bakmışsınız tahterevallinin kefeleri yine yer
değiştirmiş, uçağın ön koltuğundakiler en arkaya gitmiş, bu sefer de basını
kuşatıp yandaş medya icat edenler, hukuku çiğneyip yargıyı ele geçirenler, Deniz Feneri davasında örgütü gizlemek için savcı
değiştirenler, dindar nesil projesi uğruna 4+4+4 taktiği geliştirenler hesap
vermeye davet edilmiş.Olur mu olur.Ne yapsan tek kalıba sığmayan, hiç
durmadan fokurdayan, kızgın bir kazan burası...