Cuma, Ekim 22, 2010

Basın Özgürleşti - Oktay Ekşi

HANİ “Allah’ın sopası yok ki!” diye bir söz var ya, dün bazıları için tam da ona uygun gerçekler içinde yaşadık: Kayseri’de “Türkiye Gazeteciler Federasyonu”nun 31’inci “Başkanlar Konseyi” toplantısı varmış. Bu toplantıya Sayın Cumhurbaşkanı da katılmış. Katılınca bir de konuşma yapması lazım ya...

Nitekim çıkmış konuşmuş. “Demokrasinin vazgeçilmez prensiplerinden birinin basın özgürlüğü olduğunu” söylemiş.
“Basının özgür olması konusunda ne düşünüyorsunuz?” diye sorsanız, aynı yanıtı Eritrea Devlet Başkanı Isaias Afworki’den veya en az onun kadar despot biri olan Kuzey Kore lideri Kim Jong-II’den de alırsınız.
Mesele “basının özgür olmasının yararları” değil, sizin başında olduğunuz ülkede “basının ne kadar özgür olduğu”dur.
Cumhurbaşkanı Gül Kayseri’deki konuşmasında ona da yanıt vermiş, “Türkiye’nin basın özgürlüğü yönünden geçmişte çok eleştirildiğini ve çok büyük eksikliklerin olduğunu” söyledikten sonra “gelinen noktada bu alanda çok büyük ilerlemeler kaydedildiğini ve AB (Avrupa Birliği) kriterlerinin yerine getirildiğini” belirtmiş.
Biliyorsunuz Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç da öyle söylüyor.
Ne var ki Sayın Cumhurbaşkanı’nın AB kriterlerinin yerine getirildiğini söylediği gün, yıllardan beri her ülkedeki basının “ne ölçüde özgür” olduğunu yayınlayan Sınır Tanımayan Gazeteciler (Reporters Without Borders) (RSF) isimli kuruluş Türkiye’deki basının 178 ülke içinde 138’inci olduğunu ilan etti.
Listenin en dibinde İran, Türkmenistan, Kuzey Kore ve Eritrea’nın olduğunu söylersek nerede olduğumuz daha iyi anlaşılır.
Bir de “Daha özgürleşiyor” muyuz, yoksa “Özgürlüğümüz giderek kısıtlanıyor mu?” sorusuna yanıt vermek için belirtelim:
Geçen yıl listedeki yerimiz 122’ncilikti. Bir önceki yıl yani 2008’de 102’nci, 2005’te 98’inci idik.
Kısaca “hiç iyi olmadık” ama “bu kadar kötü duruma” düşmüş de değildik.
Değildik ama Başbakan Tayyip Erdoğan’a sorarsanız, 14 Eylül 2009 günü Avrupa Birliği ülkeleri Büyükelçilerine verdiği iftardaki konuşmasına göre “İfade özgürlüğüne bu kadar önem veren, verdiği önemin de gereğini hakkıyla yerine getiren bir iktidarın, özgür basını susturmak, engellemek, sıkıştırmak, üzerinde siyasi baskı kurmak gibi bir niyeti olmaz, olamaz”dı.
Zaten kendisinin “medya kuruluşları üzerinde siyasi veya ekonomik baskı kurma hakkı ve yetkisi” olduğundan söz bile edilemezdi.
Bir sonraki örneğe geçmeden söyleyelim:
Türkiye’de bugün, önemli sayılacak hiçbir medya organı, Başbakan Tayyip Erdoğan’ı kızdırabilecek bir haberi yayınlayamamaktadır.
Ama Başbakan Erdoğan’ın geçen yıl “Türkiye’de basın özgürlüğü ABD’dekinden de ileridedir” dediğini de anımsayınca, yukarıdaki sözler yerine oturuyor.
İyi de kendisi de bir gazeteci-yazar olan Taha Akyol, tam da RSF’in bizi 138’inci ilan etmesinden bir gün önce “Türkiye’deki değişim, eşitleşme ve özgürleşme yönündedir” diye yazarsa kime ne dersiniz?

Christian ile Bettina - Yılmaz Özdil

Almanya Cumhurbaşkanı geldi.

*

Dindar bi ailenin çocuğuydu.
“Hıristiyan” adını koydular ona.
Babası zampara çıktı.
Henüz bebekken, anasını boşadı.
Annesi başkasıyla evlendi.
Üvey baba şerefsiz evladıydı.
16 yaşındayken, annesi öldü.
Üvey babası sokağa attı.
Öz babası da yanına almadı.

*

Büyüdü, hukuk okudu.
Okul arkadaşıyla evlendi.
Kızları oldu.
Örnek babaydı.
Siyasete atıldı.
Aşağı Saksonya Başbakanı oldu.

*

Başbakanken, Afrika'ya resmi ziyarete gitti, oradayken, kendisinden 15 yaş küçük Bettina'yla tanıştı. Üniversitede gazetecilik okumuştu ama, gazetecilik yapmıyor, bir lastik şirketinin basın danışmanlığını yapıyordu Bettina... O vesileyle katılmıştı Afrika gezisine.

*

Bi safari...
Bettina hamile kaldı!

*

Koyu dindar, “Hıristiyan” adını taşıyan, üstelik “Hıristiyan” Demokrat Parti'nin mensubu olan “muhafazakâr” Başbakan, evliyken, evlilik dışı ilişkiye girmişti yani...
Babasının yaptığını yaptı, kızının anası 18 yıllık eşini şak diye boşadı, hamile bıraktığı Bettina'yla evlendi.

*

Buyrun buradan yakın...
Evli Başbakan'dan hamile kalıp, Başbakan'ın yuvasını yıkan fingirdek Bettina'nın bi tane de oğlu olduğu ortaya çıktı iyi mi!

*

Hiç evlenmemişti halbuki... 18'ine gelince ailesinden ayrılmış, ayrı eve çıkmış, evlilik dışı çocuk doğurmuş, sonra, oğlunun babasından ayrılmıştı. Hareketli kızdı. Gece hayatını seviyordu. Arkadaşları, sarı saçları ve 1.80'lik boyuyla Brigitte Nielsen'e benzetiyordu.

*

Başbakan eşi olunca, röportaj verdi, “Hayatımı yönlendirmek için kimseyi bekleyemem, kimseye danışmam, kimseye bağımlı olmam” dedi... “Bende böyle şekerim, yerseniz” demek istedi.

*

Hep bakımlı. Ojesiz gezmiyor. Marka tutkunu. Ayakkabı hastası... Arkadaşlarına ayakkabı hediye etmesiyle tanınıyor. Gamsız... Kameraların önünde dudak dudağa öpüşmekten çekinmiyor. Kahkahaları meşhur. Klasik müzikten daralıyor, Madonna, Elton John konserlerini kaçırmıyor, U2 hayranı... Eskiden, gece kulüplerinde dans gösterilerine bile katılmış.

*

İki dövmesi var. Biri sağ kolunda, anahtar deliği etrafında alevler figürü...
Öbürünün yeri bilinmiyor!
Kimi sırtında diyor, kimi kalçasında.
Çatalda olduğunu iddia edenler var.

*

Uzatmayayım, eşi Cumhurbaşkanı seçilince, Almanya'nın gelmiş geçmiş en genç ve ilk dövmeli first lady'si oldu bu çılgın kız... Doğurdu, bir oğlu daha oldu.

*

Ve, şimdi Türkiye'de...

*

Ufak tefek mırın kırın edenler var ama, Alman halkı onunla gurur duyuyor. “Cumhurbaşkanı ot gibi adamdı, hayatına renk kattı” diyorlar. Sarkozy'nin eşi Carla Bruni'yle, Obama'nın eşi Michelle'le kıyaslıyorlar Bettina'yı... Hatta, Die Zeit gazetesi, “Askerlerimizin dolaplarına resmini asmak isteyeceği bir first leydimiz var” yorumunu bile yaptı. Seviyorlar onu.

*

Çünkü...
Yok efendim, evlilik dışı ilişkisi olmuş, vay efendim, first leydinin kolunda dövmesi varmış da, ulu orta öpüşüyormuş filan, orasıyla ilgilenmiyorlar. “Özel hayatıdır, kimseyi alakadar etmez” diyorlar.

*

Zaten, Almanya'nın muhafazakâr başbakanı Angela Merkel'in de soyadı Merkel değil aslında... İlk eşinin soyadı ama, orasıyla da kimse ilgilenmiyor. “Bizi ırgalamaz” diyorlar.

*

Gelin görün ki...

*

Aynı Almanya Cumhurbaşkanı, aynı Bettina yüzünden büyük bi skandala karıştı... Az daha siyasi hayatı bitecekti!

*

Peki niye?

*

Çünkü...
Henüz başbakanken, Bettina'yla birlikte, Florida'ya Noel tatiline gitti. Kendi cebinden ödeyerek, özel havayolu şirketi Air Berlin'den bilet almıştı. Tesadüf bu ya, tatile gitmeden önce, bir kokteylde Air Berlin'in yönetim kurulu başkanıyla karşılaştı Bettina... “Air Berlin'in hizmetini beğeniyoruz, hatta tatilimize sizin uçağınızla gidiyoruz” dedi. Sohbet sırasında, ekonomi sınıfı bilet aldıkları ortaya çıktı. Air Berlin'in yönetim kurulu başkanı jest yaptı, daha rahat uçsunlar diye, ekonomi sınıfı biletleri, business'a çevirdi. Uçtular.

*

Bi döndüler kardeşim...
Gazetelerde manşet!

*

Almanya ayağa kalkmıştı. Kanun gereği, siyasetçinin 10 euro'dan fazla hediye alması yasaktı. Bu ne rezaletti. Resmen rüşvetti. Hannover Savcısı şıırrak diye soruşturma açtı.

*

Bizim Christian, ebelek gübelek yapmadı, şerefsiz basın demedi, savcıyı da ideolojik davranmakla suçlamadı, çıktı, Alman halkından özür diledi, “Hata yaptım, haberim bile yoktu ama, uçakta karşılaştığım emrivakiye itiraz etmeliydim, suçluyum, özür dilerim” dedi. Çıkardı cebinden, takır takır, bilet farkını ödedi. Böylece, savcı da soruşturmayı geri çekti.

*

Pürüzsüz “siyasi hayatı”ndaki ilk ve son skandal bu oldu.

*

Özetle.
Alman halkı, kimin kimi becerdiğiyle ilgilenmiyor, Alman halkını becermeye kalkan var mı, onunla ilgileniyor...
Yüz yirmi yedi bin iki yüz seksen beş sene var Almanya olmamıza.

Türban Türban Üstüne - Yılmaz Özdil

İlk türbanlı anaokulu öğrencimizden sonra, ilk türbanlı bebeğimiz de doğdu sayın seyirciler...

*

“Kuvözdeki bebeğe türban takılır mı kardeşim” diye itiraz eden doktor, HSYK kararıyla meslekten atıldı... Yargıtay Müftüsü, “Tabip odalarını HSYK’ya bağlamakla ne kadar isabetli bi karar verdiğimiz ortaya çıktı” dedi. Doktorun itiraz başvurusunu değerlendiren Danıştay Müezzini ise, çok konuşursa sadece meslekten değil, içeri de atılabileceğini açıkladı.

*

RTÜK, siyah-beyaz Türk filmlerindeki başı açık kadın görüntülerinin üstüne türban takılmasını istedi. Montajı mümkün olmayan hallerde, başı
açık kadınlar biplenecek.

*

Sarışın türban modasına, Kadından Sorumlu Bakan Abdülmüttalip Fesli el koydu. Arkeolojik bulgulara göre, Anadolu kadınının sarışın olmadığını belirterek, esmer türban’ın kültürümüze daha uygun olduğunu söyledi. Örgülü ve kıvırcık türbanların Anayasa Mahkemesi tarafından yasaklandığını hatırlatan Fesli, kumral
türban’a hoşgörüyle yaklaşabileceklerini ifade etti.

*

Milli Eğitim Bakanı tarafından Anayasa Mahkemesi Başkanlığı’na atanan YÖK Başkanı, örgülü ve kıvırcık türban yasağını gazetecilerden öğrendi, henüz haberi olmadığını, ancak, bunun kendi kusuru olduğunu, hükümet söylediğine göre mutlaka doğru olduğunu açıkladı.

*

(YÖK Başkanı’ndan boşalan YÖK Başkanlığı’na, öğretim üyelerine TOKİ’den ev vaat eden ve bu projesiyle Nobel’e aday gösterilen rektör adayı getirildi. Elindeki kumanda aletiyle reklamlarda cızzt bızzt havuzlu apartmanlar çizen müteahhit de, TÜBİTAK Başkanı oldu.)

*

Kültür Bakanı şeyh Sümbül Efendi, Taksim’deki Atatürk Kültür Merkezi’nin yerine yapılan Bağlarbaşı Kültür Merkezi’nin açılış töreninde konuştu... Erkin Koray’a ait “Çöz beni arapsaçı”nın yasaklandığını; Ferhat Göçer’in ise “Cenneti değişmem saçının teline” şeklindeki müstehcen şarkısı nedeniyle, dinden çıktığı için vatandaşlıktan da çıkarıldığını müjdeledi.

*

AB’ye uyum çerçevesinde kanunlaşan, motosiklet sürücülerine kask takılması mecburiyeti, bu kanunu bizzat çıkaran Adalet Bakanlığı tarafından Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne götürüldü... Türban üzerine kask takılmasının, türban üzerine peruk takılmasından bi farkı olmadığını hatırlatan bakanlığımız, “Size uyduk, kanunu çıkardık ama, insan haklarına aykırı” dedi. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de, “Kafa sizin birader, ne haliniz varsa görün” cevabını verdi. Söz konusu kanun, kask üzerine türban takılması şeklinde değiştirildi.

*

Biz olana kadar çoktan Avrupa Birliği üyesi olan Etiyopya, eski vatandaşları Elvan Abeylegesse’ye türban taktırılması üzerine Türkiye’ye nota verdi. Yandaş medya, herhangi bir zorlama yapılmadığını, Elvan’ın kendi isteğiyle türban taktığını manşet yaparak, sordu: “Etiyopya kim oluyor! Aurelio da takıyor, Alanzinho da takıyor, Brezilya karışıyor mu?”

*

CHP’li kadın milletvekillerinin Meclis çatısı altındaki odalarında, yani kamusal alanda türbanlarını gizli gizli çıkarırken çekilmiş gizli kamera görüntüleri internete düştü... O sırada umrede bulunan CHP genel başkanı, Zemzem Towers’tan telefon ederek, istifalarını istedi.

*

Perşembenin gelişidir...

*

Ve, aslına bakarsanız, her makama doluşan türbancı erkeklerin kafasının içindeki zihniyete aldırmadan, türbanlı kadınların kafasının üstündeki beze takılan kafanın eseridir.

Cuma, Ekim 01, 2010

Hanefi ile Fidel - Yılmaz Özdil

“Hanefi” Avcı...

Sünni mezhebinin adını taşıyor.
Kendisi sağ’cı.
Hatta bi ara cemaatçi.
Ömür boyu sol’la mücadele etti.
Silivri’ye kondu...
Sol örgüte yataklıktan.

Yardım istediği avukatın adı ne?
Fidel!

O

Lakap filan değil ha, nüfus kâğıdında yazıyor, avukatın adı:
“Fidel” Okan.

Türkiye’de Küba Lideri’nin adını taşıyan 500’den fazla Fidel var. Mesela Niğdeli Fidel, 12 Eylül’de sol’cu olduğu için hapse tıkılan ve doğum müjdesini demir parmaklıkların ardında öğrenen bir babanın oğlu... Mersinli Fidel, sendikacı bir babanın oğlu, doğum esnasında grev gözcüsüymüş babası, doğar doğmaz grev çadırına getirilmiş, orada konmuş adı... Üstelik, hepsi erkek değil, kız Fidel’lerimiz de var. Biri, CHP Milletvekili Fuat Çay’ın kızı Fidel.

Ev hanımı, öğrenci, bilgisayarcı, tekstilci, avukat Fidel’lerimiz var. Düğün veya doğum haberlerini aldığında, tebrik mesajı gönderiyor Fidel Castro... E karşılıklı bu işler; Castro’nun doğum gününde, Küba’nın Ankara Büyükelçiliği’ndeki törene katılıyor bizim Fideller.

Atatürk hayranıdır Fidel Castro... Türkiye’ye geldi, “Ona ve devrimine hayranım, devrim yaptım ama, onun yaptıklarını yapamadım, kendinize başka lider aramayın” dedi. Mustafa Kemal’in büstünü Havana’nın göbeğine dikti, altına yurtta sulh, cihanda sulh yazdı.

Bu nedenle, “sadık” anlamına gelen Fidel adını taşımak suç değil artık Türkiye’de... Eskiden felaketti.
Evladına Fidel adını veren babalar veya Fidel adını taşıyan evlatlar, sağ’cıların hışmına uğrardı, zulüm görürdü. Suçsuz günahsız, durup dururken gözaltına alınma sebebiydi.

Kim yapardı bu işleri?
Hanefi gibi polisler.

Kim kurtaracak Hanefi’yi?
Fidel!

Aradım Fidel Okan’ı... Resmi avukatı değil aslında, bir başka davayla ilgili olarak “tanık” sıfatıyla görüşmüş... “Tanığım olduğu için, müvekkilim olmasında çekincem var” dedi.

Peki neden tanık?
Öbür dava, Hanefi Avcı’nın kitabıyla alakalı çünkü...
Fidel davayı kazanırsa, Hanefi kurtulacak. O nedenle kimseyle konuşmuyor, Fidel’e anlatıyor.

Dolayısıyla... Hanefi’nin Fidel’den yardım istemesi, sadece devlet-cemaat kapışmasını değil, devlet-cemaat yolunu açan 12 Eylül’ün Fidel tarafından teşhir edilmesi anlamını taşıyor.

İlahi adalettir bu, ilahi.