Salı, Nisan 30, 2013

Süreç Duası - Bekir Coşkun

Ya Rabbim...


Bu defa süreç meselemiz nedeniyle geldik kapına...
Sürecimizi "açılım"ımız yerine kaim eyle...
Mesafesini daim eyle...
Neticesini mühim eyle...
Beğenmeyenlerin ağzını lehim eyle...

"Terörle görüşen şerefsiz" diyerek terör örgütü ile anayasa yapan Sayın Başbakanımızın hakkını teslim eyle Ya Rabbim...

*

Ya Rabbim...
Sayın Abdullah Öcalan kardeşimizin yol haritasını makbul eyle...
Mektuplarını makul eyle...
Kırk bin ölümü faili meçhul eyle...
Bütün bu işlerden İsmet İnönü'yü mesul eyle Ya Rabbim...

*

Ya Rabbim...
Geri çekilmekte olan masum terörist çocuklarımızın yolunu iniş eyle...
Nöbetçi kulübelerinin arasını geniş eyle...
Yine de gören çavuş olursa...
Bir koşu, karakol mutfağında finiş eyle...

*

Ya Rabbim...
Necdet Paşamızı denizde ve havada muzaffer kılıp fişek eyle...
Karada bir miktar gevşek eyle...
Askerlik yan gelip yatma yeri değil demişti ol muhterem kulun...
Karargâhı bir müddet paşamıza döşek eyle Ya Rabbim...

*

Ya Rabbim...
Sürecin muvaffakiyeti bakımından akil insanlarımızın sözünü bol eyle...
Atılan yumurtaları havada gül eyle...
Akillerimizi kovalayanları topal eyle...
Abdurrahman Dilipak'ı idol...
Lale Mansur'u sembol...
Kadir İnanır'ı bandrol...
Tarhan Erdem'l turnusol...
Her sözlerini gol...
Sığındıkları otelleri dört yol eyle...

Bilhassa...
Küsmüş ve alınmış bulunan Orhan Gencebay kardeşimizi heyete bilahare dahil eyle Ya Rabbim...

*

Ya Rabbim geldik kapına...
Bu sürecimizi kabul eyle...
Bu milleti kul...
Muhalefeti zül...
Kullarının kafalarını ampul eyle Ya Rabbim...

Pazartesi, Nisan 29, 2013

SİLAH GÖLGESİNDE DEMOKRATİKLEŞME - Mehmet Tezkan

Memleketin haline baktığımızda.. Çok iyiyiz diyen de haklıdır.. Parlak değil diyen de..

İki durum aynı anda nasıl oluyor derseniz; anlatayım..

İyiden başlayayım..

İktidar iyi iş yaptı.. PKK'nın lider kadrosunu ikna etti.. PKK, 8 Mayıs'tan itibaren çekileceğini ilan etti.. Bunun anlamı şu..

Silahlar uzun süre susacak..
Demokratikleşme adımları atılacak..

Parlak olmayan yanına geçelim..

PKK ile, îmralı ile, Kandil ile anlaşma demokratikleşme ekseninde değil mi?

Evet..

Eli silahlı üç bin silahlı adam diyelim, beş bin diyelim.. Sayı önemli değil..

O insanlar silah bırakmak için neyi bekleyecek?

Yasaların demokratik hale getirilmesini.. Siyasi bariyerlerin kaldırılmasını..

Basitten gidelim, mesela; barajın düşürülmesini...

Düşürdüler diyelim.. Baraj düşürüldüğü gün bize ayıp olmayacak mı?

Bu ne demek?

Şu.. Ben, siz, bizler yıllardır baraj indirilsin dedik, iktidar tınmadı, duymazdan geldi..

Sadece bu iktidar değil bundan önceki iktidarlar da duymazdan geldi..

Eli silahlı adamlar; yapmazsan, seçim barajı indirmezsen, silah bırakmayız dediği için mi baraj inecek?.

*

Veya terör tanımı..

Yapmayın etmeyin dendi..

Gençlerin hayatı kayıyor dendi..

Yok yere hapis yatıyorlar, hapishaneye düşen örgütlerin eline düşüyor dendi..

Dinleyen çıkmadı..

Soruyorum..

Terör tanımı değişirse Kandil'de bekleyen eli silahlı adamlar yüzünden mi değişecek?

Bize ayıp olmayacak mı?

*

Uzatmayayım..

Keşke; bugünlerde yapacağımızı dün yapsaydık..

Keşke; bu ülkeye gerçek anlamda demokrasiyi getirseydik..

Keşke; demokratikleşme hamlesini silah tehdidi altında yapmasaydık...

Keşke; daha fazla demokrasi dayatması PKK'dan gelmesiydi...

Kaf Kaf ve Taraftarlık

Bundan yaklaşık 1 ay kadar önceydi. Bostanlı Vona'da İstanbul'dan gelen arkadaşlarımla rakı keyfi (ayran satmıyorlarmış) yaparken, ilerleyen saatlerde yan masamızda hareretle muhabbet eden ve üzerinde Portekiz milli takım eşofmanı olan yaşıtım sayılacak birisi ile tanıştık.

Arkadaş, çok sıkı bir Karşıyaka taraftarı imiş. O hafta Göztepe ile maç olduğu için beni maça davet etti. Ben de, daha önce niyetlendiğimi ama maçta çıkan olaylar yüzünden gitmek istemediğimi belirterek geri çevirdim daveti.

Spor organizasyonlarının eğlencelik olduğunu, bir takım taraftarlığının ise o takımın başarısında sevinilen, başarısızlığında buruklaşılan ve aidiyet duygusunu okşayan bir liman olduğunu düşündüğümü belirttim. Portekiz eşofmanlı arkadaş ise, benim taraftar olmadığımı, seyirci olduğumu, taraftar dediğinin fanatik olması gerektiğini söylerek benim Fenerbahçeliliğimin sahte olduğunu ima etti. Taraftar dediğin, rakip takıma, taraftara saldırmalı, gerektiğinde (başarısızlıkta) kendi sporcusunu, teknik ve idari yöneticileri hizaya getirmeli, hakemlere ise aralıksız giydirmeli imiş. Bunları tasvip etmediğim için de ben taraftar olamıyormuşum.

Taraftarın, takımın bir parçası olan, manevi desteğin yanı sıra maddi olarak da desteklediği takıma faydası olan, zor günlerin de sporun bir parçası olduğunu kabul ederek her daim şampiyonluğa endeksli destek felsefesine uzak duran kişiler olması gerektiğine inanan bendeniz, fanatizmin er veya geç takımlara zarar verdiğini söylemiştim Portekiz eşofmanlı arkadaşa.

Aradan geçen zaman sonunda Karşıyaka Spor Kulübünün Basketbol takımı Pınar KSK, tarihinin en önemli maçına dün akşam çıktı. Kendi evinde düzenlenen Eurochallange dörtlü finalinde Rus rakibine karşı mücadele etti. Ben de seyrettim.

Bir ara farkı 17 sayıya çıkartan Kaf Kaf, süper oyunu ile kupaya uzanmak üzere iken, taraftarın (?) biri sahaya plastik bardak içerisinde su attı. Oyunu 5-6 dakika durduran bu olay, hızını almış bir tren gibi giden Kaf Kaf'ı sıfırladı. Aldığı balyoz darbeleri ile yumuşayan ve bir iki vuruş sonra kırılıp kalacak olan Rus rakibi ise bu süre zarfında, hem mental hem de fiziksel olarak kendini tedavi etti.

Sonuç, bir öküz şampiyonluğu, sözde taraftarı olduğu takımın elinden aldı ve Rus rakibine verdi.

Şimdi, Portekiz eşofmanlı arkadaşa soruyorum; bu mu taraftarlık?

Perşembe, Nisan 25, 2013

Gizli Tanık - Osman Yıldırım - ODATV

CHP Milletvekili Süheyl Batum, Odatv’nin gündeme getirdiği önemli bir detayı Meclis’te açıkladı.



Konu: Ergenekon davası mütalaası ve Danıştay sanıklarından Osman Yıldırım ile Gizli Tanık 9’un aynı kişi olması. Ve dahası; aynı kişinin verdiği ifadenin birbirini doğruluyor denerek kanıt diye sunulması…





İşte Süheyl Batum’un o açıklaması:



“Türkiye’de özellikle son dönemde, sürekli olarak hukuksuzluktan, adaletsizlikten, milli iradeye saygısızlıktan söz ediyoruz. Şimdi de hukuksuzluğun, adaletsizliğin tavan yaptığı, bir belgeyi açıklayarak, kamuoyuna duyurmak istiyorum.



Silivri hukuksuzluğunun son somut göstergesi, savcının esas hakkındaki mütalaasının 1169’uncu sayfasında açıkça ortada.



Danıştay saldırısını, Osman Yıldırım üzerinden, Alparslan Arslan’a, Veli Küçük’e ve oradan da İlhan Selçuk, Mustafa Balbay üzerinden, Ergenekon’a bağlayan tek kanıt iki tane ifade.



Bu ifadelerden biri sanık Osman Yıldırım’a ait. Diğeri ise “Gizli Tanık 9” kod adıyla ifadesine başvurulan bir gizli tanık.



Üstelik Savcı Mütalaasının 1169’uncu sayfasında aynen şöyle diyor: “Birbirlerinden habersiz olarak ifadeleri alınan, gerek ifadelerinin tarihi, gerekse soruşturma evrakındaki kısıtlama kararına göre birbirlerinin ifadelerini öğrenmeleri mümkün görülmeyen her iki tanığın, Alparslan Aslan ve Veli Küçük’ün….. buluştukları şeklindeki beyanlarının, Alparslan Aslan ile Veli Küçük’ün geçmişe dayanan bağlantısı bulunduğunu gösterdiği anlaşılmaktadır.”



Savcıya göre neymiş? Her iki tanık yani Osman Yıldırım ile Gizli Tanık 9 birbirlerini tanımıyormuş. Birbirlerinin ifadelerini öğrenme imkanları da yokmuş.



Oysa “Gizli Tanık 9” adıyla ifade veren tanık, Osman Yıldırım’dan başkası değil.



Yani aynı kişi ifade vermesine rağmen, savcı, “İki tanığın birbirlerini tanıma imkanlarının bulunmadığından, birbirlerinin ifadelerini öğrenmelerinin mümkün olmadığından” söz ediyor.



Gerçekleri açıkça saklayan bir savcı. Gerçekleri açıkça çarpıtan bir savcı. Hukuk belgesini somut hukuksuzluk silahına dönüştüren bir adalet anlayışı. Ve buna dayanarak sözüm ona yargılama yaptığını söyleyen bir Mahkeme Heyeti.



İşte size hukuksuzluğun adaletsizliğin bir resmi daha.



Buna karşın, Anayasa Uzlaşma Komisyonu toplantılarında bir madde önerdik;



“Yasama, Yürütme ve Yargı organları işlemlerinde ve kararlarında, temel hak ve özgürlüklerin ihlal edilmesini engellemekle yükümlüdürler. Bu esasa aykırı davranan kamu görevlileri, cezai ve hukuki açıdan doğrudan ve müştereken sorumlu olup, bu sorumluluk hiçbir şekilde kaldırılamaz.”



AKP temsilcileri bu maddeyi açıkça reddettiler. Yani “Hukuksuzluğun, adaletsizliğin resmini çizen” somut örnekleri bile kabul etmiyoruz, varsın yargıçlar, savcılar hukuksuz olsunlar, onlar bize gerekli dediler.



Socar mı? Socar!!!

Bir süredir Star Medya Grubunun satışı üzerine yapılan yorum ve dedikoduların asılsız olmadığı ortaya çıktı.

Star Gazetesi ve Kanal 24 Televizyonu, Recep Tayyip Erdoğan'a yakın iş adamı Ethem Sancak'a ait iken 2009 yılında, yine Erdoğan'ın çok yakını, kadim dostu, tatil arkadaşı Fettah Tamince tarafından satın alınmıştı.

Biliyoruz ki, Türkiye gibi, okumanın neredeyse suç olduğu ve zaten okumadığımız için suç işleyenlerin de sayısının az olduğu ülkelerde, en yüksek gazete tirajı 500 bini bile bulamıyor. Toplam gazete tirajı ise ancak 3 milyon adette kalıyor ki, bunun  büyük bir kısmını da, Zaman gibi, Radikal gibi bedava dağıtılan misyoner gazetelerden oluşuyor.

Böyle küçük bir pastanın olduğu yerde, küçük bir gazeteyi ve az seyredilen bir haber kanalını bu kadar cazip kılan ne?

Asıl soru bu...

Şimdi ise, Azeri Petrol devi Socar, Petkim'den sonra Star Gazetesini ve Kanal 24'ü satın alıyor.

Petrolcünün, hele ki yabancı bir petrol şirketinin medyaya olan ilgisini açıklayabilecek bir babayiğit stratejist (!) arıyorum. Yiğit Bulut mu olur, Ahmet Kekeç'mi olur, Bülent Arınç mı olur bilemem. Ama birisi açıklasın lütfen.

Çok pis işler dönüyor a dostlar. Bizler evimizde oturur iken, çok pis işler dönüyor. Ve bu işleri çevirenler, gözlerimizi din ile bağlıyorlar.

Hepsi dindar adamlar ne de olsa..

Çarşamba, Nisan 24, 2013

Gizli Tanık

Tam da anlatmak istediğimiz ve adaletin temelden bozulduğunu gösterir bir olay yaşandı son günlerde.

Ergenekon davasının gizli ve güvenilir tanıklarından birisi, uygunsuz fotoğrafları kullanılarak Semra Özal'a şantaj yapıldığını ve böylece Semra Özal'ın Turgut Özal'ı zehirlemesinin sağlandığını söyledi.

Şimdi, Adli Tıp raporlarına göre zehirlenmeyen ama Özel Yetkili ama bir o kadar doktor, bir o kadar medyum bir savcı tarafından zehirlenen Turgut Özal'ın ölümüne ilişkin, daha önce ki güvenilir gizli tanıkların ifadeleri ile sanık olarak ifadesi alınan ve muhtemelen yargılanacak olan Levent Ersöz'e bir ortak gelmeli değil mi?

Değil.

Çünkü, söz konusu Semra Özal olunca gizli tanıkların güvenililirliği rafa kaldırıldı. Ve olması gerektiği gibi, adalet düzgün işlemek üzere saçmalama ile ifade arasındaki farkı gördü ve Semra Özal ifade için çağrılmadı.

Neyse, bu da gelişme sayılır.

Perşembe, Nisan 18, 2013

Bu Fotoğrafı da Görün - Can Dündan

Bu fotoğraf 10 gün önce çekildi.

Afganistan'ın Kunar eyaletinde...

NATO güçlerinin düzenlediği hava saldırısında bomba, bir eve isabet etti.

12 sivil öldü.

11'i çocuktu.

Çocukların cesetlerini evden çıkardılar, yan yana dizip fotoğrafını çektiler.

Dünya görmezden geldi.

NATO özür bile dilemedi.

Çocuklar, merkez dünyanın dikkatini çekemeyecek kadar uzak bir yerde ölmüşlerdi.

*
Oysa Martin Richard öyle değil.

8 yaşındaki Martin, pazar günkü saldırıda Boston'da, babasına sarılmak üzre finiş çizgisinde bekliyordu. Tam babasını kucaklayacakken patlayan bombayla öldü.

Kız kardeşinin bacağı koptu.

Annesinin durumu ağır.

*
Martin'i öldüren saldırı, Kunarlı 11 çocuğu öldüren bombardımanın misillemesi midir, henüz bilmiyoruz.

Sivilleri hedef alan ilk saldırıyı nasıl lanetliyorsak, ikinciyi de öyle lanetliyoruz.

Ancak dünyanın ikisine yaklaşımı arasındaki ayrımcılıktan da utanıyoruz.

Martin Richard'ın ismini, yaşadığı trajediyi, babasının hislerini her yerde okuyup dinleyebildiğimiz halde, Afgan çocuklardan hiçbirinin adını bilmiyor oluşumuz, hatta onların öldüğünden bile haberdar olmayışımız haksızlık değil mi?

Acılarda bile bizi ayrıştıran bu çifte standart, süregiden bu kan davasının sonucu mu, nedeni mi?

*
Batı şunu bilmeli: Yarattıkları küresel dünya adaletsiz.

Dünyanın ezilen yarısı, çocuk ölümlerinde bile vicdanların ortak sızlamadığını görüyor; kendisinden bir özrü bile esirgeyen Batı'ya nefret duyuyor.

Bu nefret, paradoksal bir şekilde, yine o küresel sistem sayesinde artık yerkürenin her köşesinde tepkisini ortaya koyabiliyor.

Kunar'da bir eve attığınız bombanın hesabı, 10 güne kalmadan Boston maratonunda sorulabiliyor.

Olan, masum insanlara oluyor.

*
Boston saldırısının savunulur yanı yok; tersine nefretle kınanması gerekir.

Ama onu kınarken dökülen gözyaşlarının, masum Afgan çocuklar için de akması, Boston'a verilen tepkinin Kunar'dan da esirgenmemesi de gerekir.

Yoksa bu adaletsizlik daha çok kana, cana mal olacak.

Anket - Bekir Coşkun

"Terör konusunda hükümetin yaptıklarını beğeniyor musunuz?..”

Evet; yüzde 92...

“Terörün bitmesi için hükümetin Abdullah Öcalan ve PKK ile görüşmesini doğru buluyor musunuz?..”
Hayır; 63.8...

*

Bilinçli vatandaş başka ne de olsa...
Hükümet terörü Jennifer Lopez ile görüşüyor çünkü...

*

Apo’yu paketletti diye Ecevit’i “Başbakan” yaptılar mı?..
Yaptılar...

Apo’nun paketini açan Tayyip Erdoğan “Yeniden Başbakan” olsun mu?..
Evet; yüzde 52...

*

Şunun anketi zaten olmaz:

AKP son seçimlerde meydanlarda “CHP ile PKK kucak kucağa” dedi...
“Yuh” çektiler...

Şimdi AKP ile PKK kucak kucağa...
Alkış...

*

Misal TESEV anketi:

“Okullarda din dersi olsun mu?..”
Olsun; yüzde 96.4...

“Hâkimler, öğretmenler, kamu çalışanları başını örtsün mü?..”
Örtsün; yüzde 76...

“Diyanet anayasada yerini alsın mı?..”
Alsın; yüzde 84...

Geldik:

“Laiklik olsun mu?..”
Olsun; yüzde 91.3...

*

Sokak röportajında sormuşlardı zaten:

“Laiklik nedir?..”

Düşünmedi bile:
“Yani layık oluyorsun, müstahak diyeyim...”

*

Pekiiii...

Bu toplumla zırnık demokrasi olur mu?..
Olur:
Yüzde 0...

Salı, Nisan 16, 2013

MAyın Eşekleri - Bekir Coşkun

Kaçakçı bir "eşek" bulur nasılsa...

Mayın tarlasına sürer...
Mayına denk gelirse eşek gitti...
Yok eğer mayına denk gelmediyse, kaçakçı zaten eşeğin ayak izine basa basa yürüyüp geçer öte yana...

*

Siyasetin mayınlı tarlalarında keza...
Televizyonda her an görürsünüz onu...
"Mayın eşeği televizyona da mı çıkıyor?" diyeceksiniz...
Tutamazsınız bile...

Gecede üç yere çıktığı olur...
Ne kadar dolansa o kadar iyi...

Televizyonda izlerken anlarız: Hah...
Mayın eşeğidir...

*

Siyasetçinin basmaya korktuğu mayınlı alanlar söz konusu olunca; kutsallar, değerler, dokunulmazlar, tabular, yüceler...

Mayın eşeği öne sürülür...

Eşekte akıl olsa sorar: "Her şeyi sen biliyorsun, her şeyi sen yapıyorsun, her şeye sen kadirsin, her şeye dilini sokuyorsun... Kimseye danışmaz, kimseye söz hakkı vermez, kimseyi adam saymazsın... Bu sefer hayret bir şey, niye ben öndeyim?.." Sahibinin gerekçesi vardır: "Ama eşek olan sensin..." "Ya patlarsa?.." "Sen kaybettin..." "Patlamazsa?.." "Ben kazandım..." ?

Devrim yasalarının silinmesinde, ulusal bayramların ıskalanmasında, okulların dergâhlaştırılmasında, türbanın kamuya girmesinde, askerlerin ezilmesinde, yargının bitirilmesinde, ulusalcılığa saldırılmasında, "Türk" tanımının çizilmesinde öne sürülen hep mayın eşekleriydi, ilk yolu açtılar.

Patlama olmadıysa gelip geçtiler...

Diyelim ki "4+4+4"te mayın patlamadı...
Geçildi...

Ama tabelalardan "T.C."nin silinmesinde kamuoyu patladı...
Eşek gitti...

*

Akıl olsa söyler mi: "Ulusal devlet yıkılsın..." "Türkiye eyaletlere bölünsün..."
"Cumhuriyet yeniden kurulsun..." Ama söylüyor...
Mayın eşeğidir ne de olsa...

Salı, Nisan 09, 2013

Madem Güçlüsünüz Bu Korku Niye - Can Dündar

Madem iktidar partisi sürekli oyunu artırıyor, madem muhalefetin esamesi bile okunmuyor, madem halk, hükümetten memnun, yakınmıyor, o halde niye en küçük eleştiriye karşı bu tahammülsüzlük?


Sinemam yıkılmasın” diyene, adalet isteyene bu gaddarlık niye?

Yaşlı genç, çoluk çocuk demeden, her itirazı olanı biber gazına, tazyikli suya boğmak niye?

Madem işler yolunda, bu korku niye?

Haksızlığın öfkesi, hesap sorulur korkusu olmasın bu?

* * *

Günlerdir “Ergenekon” davasının “Esas Hakkında Mütalaa”sını okuyorum.

2271 sayfa... Oku oku bitmiyor.

20 yerde adım geçiyor, örgütle ilgili ilk kitabı yazdığımızdan bahsediliyor.

“Ergenekon” kitabında adını koyduğumuz örgüt, davanın iddianamesinde de kitaptakine benzer ifadelerle suçlanıyor:

Ergenekon terör örgütü en başta, ‘derin devlet’ ifadesi ile anılan, ülkemizde birçok kanlı eylemler gerçekleştiren, gerçekleştirdiği bu eylemlerle ciddi kriz, kargaşa, anarşi, terör ve güvensizlik ortamı oluşmasını amaçlayan ve bunu kısmen de olsa başararak ülkemizin gelişme ve kalkınmasının önünde engel olan bir örgüttür”.

İddianamenin üzerinden 4,5 yıl geçti, o arada birbiriyle alakasız 20 dosya birleştirildi, sonunda savcı müjdeyi verdi:

Ergenekon’un varlığının sabit olduğu anlaşılmıştır.”

Ne beklersiniz?

Bizim kitapta yaptığımıza benzer bir tarihçe vermesini, örgütün dış bağlantılarını göstermesini, ne zaman, nasıl, nerede kurulduğunu ortaya sermesini, örgütün lider kadrosunu ve finans kaynaklarını belgelemesini değil mi?

Ama yok.

Kim kime telefonda Başbakan’ı kötülemiş, kimler hükümeti devirmeye niyet etmiş, bunlar var; ama örgütün lideri de yok, iddianamede bahsedilen “kanlı eylemleri” de...

Türkiye’yi darbeye sürükleyen 16 Mart, Balgat, Bahçelievler katliamları yok mesela; Doğan Öz, Abdi İpekçi, Kemal Türkler cinayetleri yok.

Öldürülen Kürt işadamları, yakılan köyler, faili meçhul cinayetler, derin devletin suikast işi verdiği tetikçiler yok.

Susurluk yok.

Bir tek faili belli Danıştay saldırısı var; o kadar...

Okudukça, “İnsanlar bu suçlamalardan mı yıllardır tutuklu tutuluyor” diye soruyorsunuz.

* * *

Nerede hukuk bu kadar çiğnense, nerede adalet bunca gecikse, nerede bir dava bu kadar politikleşse orada insanlar ayağa kalkar.

Haklı da olurlar.

Bu tepkiyi anlamak, davayı hızlandırmak, sanıkları tutuksuz yargılamak yerine tepki gösterenleri polisle, askerle dövmeye, suya, gaza boğmaya kalkarsanız öfkeyi ve cepheyi büyütür, “Ölmek var, dönmek yok” noktasına getirirsiniz.

Dün olan budur.

Biber gazının adaletsizliğe iyi geldiği tarihte görülmemiştir.

Mahkeme ne derse desin, bu dava vicdanlarda kaybedilmiştir.

* * *

Orada yargılananların bir kısmının suçsuzluğuna kalben inandığım gibi, bir kısmını da daha önceki yazılarımda çokça suçladığım sır değil.

Muhtemelen onların arasında da zamanında elinde tuttuğu kudretle başı dönenler, o kudret ilelebet sürecek zannedenler, en küçük eleştiriyi şiddetle ezenler olmuştur.

Ama bakın, gün geldi, kudret bitti, hukuk onlara da gerekti.

Adalet, bugünün kudretlilerine de lazım olur bir gün...

Siyasi adalet başka, ilahi adalet başka yazılıyor çünkü..

Cuma, Nisan 05, 2013

Sıfırcı Hoca'yı Sevebilmek

AKP iktidarında, siyaset ve kaygılar dışında konulara el atmak ne yazık ki pek mümkün olmuyor.

Çok değerli vaktin, yine en değerli aile ile paylaşılması sonrasında da geriye diğer konulara eğilecek, kafa yoracak veya bir kaç şey karalayacak zaman kalmıyor.

Aslında gündemimiz bir türlü ülke ekonomisi için rasyonel analizleri yorumlamaya, sonuçlar çıkarmaya fırsat vermiyor. Veya böyle olması isteniyor.

Bence bu zamanların önemli gündem maddelerinden birisi Standart & Poor's tarafından arttırılan not olmalı. Evet, ilk iki gün heyecanla gündemin ana maddelerinden birisi olmuştu ama derinlemesine analizler halka pek ulaşmadı.

Neydi S&P'nin yaptığı? Ülke derecemizi arttırmak.

Uzun uzun analiz yapacak vaktim olmadığı gibi, aslında yeterli ekonomi bilgi birikimim de yok.

Dolayısıyla kısa keseceğim.

Bir sene önce, global bir daralma var iken %8 büyüyen ekonomimize kırık not veren S&P, Avrupa'nın toparlanmaya başladığı ve önlemlerin alındığı 2012 yılında %2.2 büyüyebilen (hedef %5.5 idi) Türkiye'nin notunu neden yükseltir.

Buna cevap verebildiğimizde, 2008 krizinin baş aktörü olan derecelendirme kuruluşlarının, piyasaları ve insanları nasıl manipüle ettiğini hatırladığımızda, "eniştem beni niye öptü?" diye sorabildiğimizde anlarız.

CHP'li İnce'den İnce Eleştiriler - Abbas Güçlü

CHP Grup Başkan Vekili Muharrem İnce, önceki gece Genç Bakış'ın konuğu oldu. İktidarı eleştiri yağmuruna tuttu. Hemen her iddiasını ve eleştirisini belgelerle destekleyen İnce, açılım sürecinden akil insanlara, ekonomiden eğitime güncel konularda öğrencilerin soruları cevaplandırdı. Ankara'da Atılım Üniversitesinde gerçekleşen programa, ekran başındakilerin ilgisi müthişti. Program, izlenme oranında pek çok diziyi geride bıraktı. İşte programdan çarpıcı satır başları:

Neyin pazarlığı yapıldı?


- Başbakan diyor ki; ben Öcalan'ın jimnastik saatini arttırdım, televizyon gönderdim, arkadaşlarını görmesine izin verdim. Eğer gelinen süreç sadece bunlann karşılığındaysa Başbakan'ı tebrik ediyorum. Ama bunun böyle olmadığını biliyorum.

Başkanlık, eğitim dilinin değişmesi ve özerklik pazarlığı yaptı mı? Valilerin pazarlığını yaptı mı?

Açıklasın...

- Bütün bu hazırlıklar Öcalan'ın affedilmesi üzerine yapılmıştır. Bu kadar generali, muhalifi, gazeteciyi boşuna içeri almadılar. Yapacaklar bunu.

Akil İnsanlar - Eğer bu akil insanları CHP seçseydi orada en az CHP olurdu. Allah için birkaç tane AKP'li olmayan var. Araya serpiştirmişler.

- Bazı isimler Akil İnsanlar arasında olmayı kabul etmemiş.

İşte asıl akiller o kabul etmeyenler.

- CHP, MHP kimse süreçle ilgili bir şey bilmiyor. Bilen yalnızca 6 kişi var. Başbakan, Beşir Atalay, Hakan Fidan, Yalçın Akdoğan, Efkan Ala ve Abdullah Öcalan. AK Parti milletvekilleri, Bakanlar Kurulu bile bilmiyor. Cumhurbaşkanı da bilmiyor.

- Kimse terör devam etsin istemiyor fakat bizim bu süreçte itirazlarımız var. PKK meşrulaştırıldı. Ayrıca silah bırakma yok. PKK'nın ülke dışına çekilmesi 'İstediklerimi ver ben sınırın dışında bekliyorum, istediklerimi vermezsen bak tekrar gelirim' demektir.

- Anayasa, rejim, Türkiye'nin yönetim şekli değişecek.

Öcalan'ın istediği bu. Onun yol haritasını biliyoruz ama Başbakan'ın haritasını bilmiyoruz. Bunları bilmek istiyoruz demek savaşı istemek mi demek?

Anayasa çalışmalan?

- Başbakan'ın Anayasa Uzlaşma Komisyonuna süre bitti diye bir talimat verme yetkisi yok Yasamaya talimat verme gücünü kendisinde nereden buluyor? Orada uzlaşılamamışsa 12 üyenin oy birliğiyle hiçbir parti bunu Genel Kurula getirmeyecektir diye madde var çalışa usullerinde. Bu maddeler ortadayken, Başbakan 'Ben bu oyunu bozdum anayasayı tek başıma getiririm Meclise' dediğinde Meclis Başkanının bir dakika, böyle olmaz demesi lazım.

Kim kimden özür diledi?

- İsrail durup dururken özür dilemedi. İsrail'in OECD üyeliğine karşı ve İsrail'in NATO tatbikatlarına katılmasıyla ilgili veto hakkımızdan, Mavi Marmara kasten yapıldı iddiamızdan vazgeçtik, operasyonel kaza kabul ettik.

Gazze ye ablukanın kaldırılmasında diretiyorduk.

bundan vazgeçtik. Hamas'a kefil olduk. Ayrıca ticari ilişkilerimizi geliştirdik. Rakamları kim isterse verebilirim. İsrail'le gizli anlaşma yaptınız mı diye soru önergesi verdim. Dışişleri Bakanı'nın imzasıyla yapılan açıklamada bazı anlaşmalar hizmetin gereği olarak gizlidir dendi. Gizli anlaşma yapıldığı kabul edildi.

Mahkûm mektubu! - Biz askerden ailemize mektup yazdığımızda üstüne er mektubu görülmüştür diye damga basarlardı. Peki Abdullah Öcalan'ın mektubu üzerine mahkum mektubu görülmüştür damgası basıldı mı basılmadı mı?

- Silivri'ye tutuklu milletvekillerini ve İlker Başbuğ'u ziyarete gittim. Üzerimi didik didik aradılar, çakmağımı, bozuk paralarımı bile aldılar. Soğuk bir odada sabahtan demlenmiş bir bardak çay ikram ettiler. Sonra Altan Tan'ın gazetede röportajını okudum. Diyor ki; "İmralı'ya gittik, Öcalan'la görüştük.

Üzerimiz aranmadı. İsteseydik içeri kayıt cihazı bile sokabilirdik.

İki porsiyon da yemek yedik." Genelkurmay Başkanı ve onu ziyaret eden ana muhalefet vekiline yapılan muamele bu, 30 yıldır bu ülkede terörü yöneten birisine yapılan muamele buysa benim söyleyecek başka bir şeyim yok.

Özetin özeti: İnce'nin dosyalı muhalefeti, kim ne derse desin, dinleyenleri etkiliyor...

Ricat Borusu da Çalındı mı Acaba? - Mehmet Yılmaz

ŞIRNAK'ın Uludere ilçesinde meydana gelen olayları televizyon haberlerinden izlerken Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın sözlerini hatırladım.


Başbakan, sınır dışına çıkması söz konusu olan PKK'lıların "ancak silahlarını gömerek ya da mağaralara bırakarak" gitmeleri halinde güvenlik güçlerinin müdahale etmeyeceğini söylemişti.

Elinde silahıyla gezene güvenlik güçlerinin müdahale etmek zorunda olduğundan bahsetmişti.

Tam olarak kıyaslanabilir mi bilmiyorum ama bir "geri çekilme" vakası Uludere'de yaşandı.

Kuzey Irak'tan katır sırtına bağlanmış variller ile mazot getiren kaçakçılar, güvenlik güçleri tarafından fark edildiler.

Nasıl fark edilmesinler ki, toplam 120 katırdan oluşan bir kervandan söz ediyoruz! Güvenlik güçlerinin kaçakçılara müdahale etmek istemesi üzerine köy ahalisi de ayaklanmış, Uludere yolunu kesmişti.

Kaçakçılar ile barış sürecini devlet adına Şırnak vali yardımcısı ve sınır tümen komutanı yürüttü.

Sürecin "akil adamları" da Şırnak İl Genel Meclisi'nin BDP'li üyeleriydi. Gönül liberallerden de bu listeye katmayı isterdi, ama oralarda bunlardan bulmak zor biliyorsunuz.

Her neyse, sürecin sonunda askerlerin bir bölümü helikopterlerle, bir bölümü de normal araçlarla, kimisi de yürüyerek geri çekildiler.

Bunun üzerine kaçakçılar yükleriyle birlikte köylerine döndüler, her biri 65 litre kaçak mazot alan varillerini evlerine taşıdılar. Artık bunu sonra nasıl satarlar, kaç paraya satarlar, benim sorunum değil.

Başbakan'ın söylediği sözlere geri dönecek olursak, güvenlik güçlerinin "bazı durumlarda" suçu ve suçluyu görmemek için geri çekilebildiğini böylece görmüş bulunuyoruz.

Bir de şu soru kaldı aklımda tabii: Dünyanın başka ülkelerinde de sınırı korumakla görevli bir ordu, kaçakçıları yakalamamak için ricat etmek zorunda bırakıldı mı hiç?

Perşembe, Nisan 04, 2013

Yeni Köye Eski adet - Yılmaz Özdil

1919 da Damat Ferit hükümetinin "heyet-i nasiha'sı vardı. Bu hükümetin "heyet-i akil"i var.


O heyetin amacı, vilayet vilayet dolaşıp, işgale direnmemeleri, büyüklerimiz ne diyorsa onu yapmalan konusunda "ahaliye nasihat" etmekti. Bu heyetin amacı da, vilayet vilayet dolaşıp, direnmemeleri, büyüklerimiz ne diyorsa onu yapmaları konusunda "ahaliye nasihat" etmek.

O heyetin mensupları 7 şerliydi.
Bu heyetin bölgeleri 7'şerli.

O heyet nisanda kurulmuştu.
Bu heyet de nisanda kuruldu.

O heyet padişah efendimizi "Dolmabahçe"de ziyaret ettikten sonra görevine başlamıştı. Bu heyet de başbakanımızı aynı mekânda, "Dolmabahçe"de ziyaret ettikten sonra görevine başlıyor.

O heyet maneviydi. Bu heyetin de hiçbir yetkisi yok.

O heyette müftü vardı. Bunda imam var.

O heyette Ohannes Efendi vardı. Bunda muadili var.

O heyette liboş vardı.

E kambersiz düğün olmaz. Bunda da var.

O dönemin basını "muhabbettin temin edileceğini, nifakın yok edileceğini" anlatıyordu. Bu dönemin basını da fotokopi gibi "barışın sağlanacağını, hayırlara vesile olacağını" anlatıyor.

O dönem, biri şöyle yazmıştı...

"Millicilik bağnazlıktır.

Milliyetçilik dedikleri, medeniyet için afettir." Bu dönem, hangi birini yazayım! O heyetin başkanları, her gittikleri vilayetten sadrazama telgraf çekiyor, gözlemlerini aktarıyor, memleketin sevinçlere gark olduğunu, tebaanın bila istisna sadakat gösterdiğini bildiriyordu. Bu heyetin başkanları da, Başbakan a rapor hazırlayacak.

*

O heyet işe yaramamıştı.
Bu heyeti henüz bilmiyoruz.

*

Ama kesinlikle bildiğimiz şu...
O heyeti tarih unutmadı.
Bakın bugün bile konuşuyoruz.
Bu heyet de asla unutulmayacak.

*

Çünkü, şöyle demiş milli şair...
Tarihi tekerrür diye tarif ediyorlar.
İbret alınsaydı, tekerrür mü ederdi.