Perşembe, Ağustos 29, 2013

Diktatörlük - Mehmet Yılmaz

Diktatörlüğü tartışırken aklımızda olsun TDK Sözlük te "diktatör" kelimesinin karşılığı "Bütün siyasi yetkileri kendinde toplamış kimse" olarak veriliyor.
Vikipedi'nin tarifi de şöyle: "Devlet içinde tüm yetkileri kendi elinde tutup en üst düzeyde bulunan yöneticidir".
Bir süredir Başbakan'ın da gündeme getirdiği bir tartışmayı yürütürken bu tanımlamalar aklımızın bir köşesinde bulunmalı.

Bakın 16 Haziran 2012'de yayımlanan bir Başbakanlık genelgesinde ne deniliyor: "Kamu kurum ve kuruluşlan (belediyeler ve il özel idareleri hariç) ile sermayesinin yüzde ellisinden fazlası kamu kurum ve kuruluşlanna ait şirketlerin, kendi mülkiyetlerinde veya tasarruflarında bulunan taşınmazlarıyla ilgili olarak; kamu kurum ve kuruluştan, vakıf, dernek veya bunlann şirketlerine, gerçek veya tüzelkişilere; satış, kira, irtifak, takas, tahsis, devir vb. her türlü tasarrufa yönelik işlemleri için Başbakanlıktan izin alınacaktır."

Neden acaba?

Bir hukuk devletinde bu tür işlerin nasıl yürütülmesi gerektiği kanunlarda, yönetmeliklerde yazılı olur, her kademedeki kamu yöneticisinin yetkisi bellidir, onlar da yetkilerini kanun ve yönetmeliklere uygun olarak kullanabilirler.
Bu yetkilerini kullanırken yasa dışına çıkan kamu yöneticilerine hangi işlemlerin yapılacağı, ne tür cezalar verileceği vs. de yine kanunlarda belirtilmiştir.
Bütün yetkiler acaba Başbakanlıkta neden toplandı?

Başbakan, kendisinin seçtiği bakanlara, onlann seçtiği müsteşarlara, genel müdürlere güvenmiyor mu ki her dosya için kendi izninin alınmasını şart koşuyor?

Bunun Başbakanlık'ta nasıl bir dosya yığılmasına neden olabileceğini tahmin etmek de zor değil.

Tabii o zaman akla hemen başka soru geliyor: Acaba kimlerin dosyalan Başbakanlık'ta aylarca bekledi, kimlerin dosyalan iki günde imzalanıp onaydan çıktı?

Günün birinde böyle bir tablo açıklansa kim bilir ne kadar ilginç olurdu. (Tabii belediyelerin ve il özel idarelerinin işlemlerinin neden bu genelgenin dışında tutulduğu da ayrı bir soru.) Tapu dairesindeki çay ocağının bir vatandaşa işletmesi için kiralanmasından tutun da, uçsuz bucaksız arazilere kadar bir sürü işlemin "tek yetkilisi" olmak, nasıl bir şeye karşılık geliyor?

Her konunun "tek yetkilisi olmak", "ala Turka başkanlık sistemi" ile her şeye hâkim olmak istemenin anlamı nedir?

CHP: "etnos"un mu, yoksa "demos"un partisi mi? - İbrahim Özden Kaboğlu

Anayasa çalışmalarında öne çıkan "yurttaşlık tanımı", aslında toplumda kırılma halkası oluşturan üçlü eksenin bileşeni: Kimlikler ve etnisite (yurttaşlık), din-devlet ilişkisi (lâiklik) ve merkez-çevre ilişkisi (adem-i merkeziyet). Daha çok Türkiye'ye özgü ve üzerinde oydaşma (consensus) sağlanmasında zorluk çekilen alanlar bunlar.
Çağdaş anayasaların ortak bir sorunsalı ise, anayasal denge ve denetim düzenekleri olup, Türkiye için hayli hayli geçerli.
Aslında, anayasal denge ve denetim düzenekleri ile -kırılma halkalarını oluşturan- ilk üçlü içerisinde doğrudan ilişki var; tıpkı üç halkanın kendi arasındaki yakın ilişkide olduğu gibi. Bu iç içe geçme durumu, anayasal kural ve kurumları bir bütün olarak görme gereği ile bağlantılı.
Ne var ki, bunların onarımı, temel sorunlar üzerinde oydaşma (concensus) sağlanması ölçüsünde mümkün. Belirtilen üç konu/sorunun ortak paydası, "hak ve özgürlükler" olduğuna göre; oydaşma derecesi, aslında farklı siyasal grup ve akımların insan haklarına ne ölçüde yatkın olduklarının da bir göstergesi...
Bu genel bakış açısını göz ardı etmeksizin, "yurttaşlık" ve değişmez maddeler üzerinde, CHP'nin Anayasa Uzlaşma Komisyonu'ndaki tavrına dikkat çekmekle yetinilecek.
YURTTAŞLIK Cumhuriyet Anayasaları "Türklük" ölçütü ile tanımlasa da, 1924 açılımı önemli: "Türkiye ahalisine din ve ırk farkı olmaksızın vatandaşlık itibariyle (Türk) ıtlak olunur." (md. 88).
1982 Anayasası'nın başlıca çelişkisi şu: Değişmez maddeler devleti, "Türkiye" Devleti/Cumhuriyeti şeklinde tanımladığı halde, Başlangıç, md. 66 ve 104, "Türk Devleti"ne indirgiyor: "Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türktür." Çözüm basit: Md. 66, ilk üç maddeye uyumlu hale getirilince, "Türkiye Devleti"n\n vatandaşı da, "Türkiye vatandaşı" olur. Bu deyim, kolektif kullanımında 1924'ün "Türkiye ahalisi" bağlamına da uygun düşer.
Bu çerçevede, ülkemizin tarihsel-sosyolojik, anayasal-siyasal mirası ışığında "kavramsal belirlemeler", yurttaşlık tanımı üzerine önemli malzemeler sunuyor.
TÜRKİYE, ULUS-DEVLET Mİ, ULUSAL DEVLET Mİ?
Üniter ve ulus devlet özellikleri, Anayasa md.
3'ten çıkarılır. Oysa, md. 3'te ne biri, ne de diğeri yazılı. Bu nedenle, herkes kendi eğilimine göre çıkarımda bulunmaya çabalar.
Md. 3'ün ilk fıkrası: "Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür." Buna göre, Misak-ı Millî sınırları, bütünlüğün çerçevesini çizer. Sacayağı şu: Türkiye devleti, Türkiye ülkesi ve Türkiye milleti.
Sonuç 1: Anayasa md. 3, ulusal devlet çerçevesine daha uygun. Buna karşılık, yurttaşlık tanımını kimlik ve soy temelinde yapan md. 66 ise, ulusal-devlet kavramını bile zedeleyici.
Sonuç 2: Bu bağlamda, "Türkiye ahalisi", "ulusal devlet"in "insan topluluğu"nu karşılayan başlıca kavram olarak kullanılmaya elverişli.
Misak-ı Millî sınırları içerisinde kalan ve Türkiye adı verilen yeryüzü alanı (parçası) üzerinde yaşayan insan topluluğu, oluşturduğu siyasal topluma, "Türkiye Devleti, Türkiye Cumhuriyeti" adlarını verdi. Bu nedenle, md. 3, şu şekilde okunmalı: "Türkiye ülkesi, Türkiye milleti ve Türkiye devleti ile bir bütün oluşturur." Yeni Anayasa'da ise, "Türkiye ülkesi, halkı ve devleti ile bir bütün oluşturur " denebilir.
Cumhuriyet'in niteliklerine gelince; md. 2'de, "İnsan haklarına dayanan demokratik ve laik sosyal hukuk devleti" şeklindeki hukuki tanımla yetinilerek, hukukî olmayan öğeler ayıklanır. (Hatırlayalım: değişmez maddelere, 1995 ve 2001 değişikliklerinde olumlu anlamda dokunuldu.) Dile gelince; kenar başlığı "resmîdil" olduğuna göre md. 3 metni, tıpkı 1961'de olduğu gibi, "devletin resmî dili" olarak düzenlenebilir.
İNDİRGEYİCİ DEĞİL, KAPSAYICI Kapsayıcı yurttaşlık, Anayasa'da kullanılan kavramlar bütününde anlam kazanır. Şöyle ki; Anayasa'da, milliyetçi, etnik, dinsel ve bölgesel vurgular yerine, elden geldiğince nötr ve kapsayıcı kavram ve ilkelere yer verilmeli. Bunlar, eşitlik, insan hakları, demokrasi, cumhuriyet ve hukuk devleti gibi evrensel nitelik taşıyan kavramlardır.
Anayasa'nın sadece toplumsal sözleşme metni olarak değil, aynı zamanda 'ortak kimlik belgesi' olarak algılanması, anayasal yurtseverlik bilincini de besleyebilir. Siyasal haklar bakımından, 'Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlığı', kapsayıcı ve farklılıklara olanak tanıyıcı kimlik olarak tasarlanmalı.
Bununla, Cumhuriyet'in sacayağı da güçlenir: eşitlik, yurttaşlık, laiklik.
SAYIN CHP'LİLER! CHP'nin, "etnos"un değil "demos"un partisi olması, Cumhuriyet'in tarihsel mirasını sahiplenerek, gelişimin sürekliliği gereği, XXI. yy. anayasacılığına doğru adım atabildiği ölçüde mümkün olabilir.

Parmak - Bekir Coşkun

Siyasette parmağın yeri diyordum...
*
Mesela işaretparmağın ile başparmağını birleştiriyorsun...
Delik oluyor...
Dört bir yana delikten bakar gibi gösteriyorsun...
Meydandakiler anlıyorlar...
"Ne dedi?.." "Sıfır sorun..." ?
Diyelim ki "Demokrasi için kolları sıvadık" işareti...
Sağ kol, ileri doğru uzatılır...
Sol el, sağ bileği kavrar...
Aşağıdan yukarı, yukarıdan aşağı dört bir yana sallanır...
Meydandaki anlar: "Ne dedi, ne dedi?.." "Demokrasi getiriyor..." ?
Tansu Çiller"in "Haydi Türkiyem ileri" işareti vardı misal...
Aniden işareti meydandakilere uzatıp "Haydi Türkiyem ileri" diye bağırınca, biliyorsunuz hükümeti düştü...
Turgut Özal'ın "dört eğilim" işareti...
Eller başın üzerinde kenetleniyor...
Rahmetli kilo alıp eller kavuşmayınca vazgeçti...
Erbakan'ın, dört parmağını kapatıp, başparmağı havaya kaldırma işareti "Geceleri uçuyor" gibi birçok anlama yorumlanırdı...
Dördünü kapat birini aç ya da dördünü aç birini kapat...
Fark etmiyor...
Çok anlamlı buluyorlar ki, oy veriyorlar...
*
Müslüman dünyasındaki savaşlarda ölenlerin sayısı 4 milyon...
Kayıp sayısı 200 bin...
Ölen çocuk ve kadın sayısı 1.5 milyon...
Tecavüz edilen kadın sayısı 500 bin...
*
Şimdi...
Sıra Mısır ve Suriye'de...
*
63 Müslüman ülkenin bir tekinde insan hakları, çağdaş yaşam, modern hukuk, adam gibi demokrasi var mı?..
Yok...
Birbirlerini kestikleri yetmiyormuş gibi egemenleri çağırıyorlar yardıma...
"Siyasi İslam" adı...
*
Geldik...
Başparmağını avucunun içine yapışmış gibi yap...
Dört parmak havada...
Salla...
Demokrasi gelsin...

Çarşamba, Ağustos 28, 2013

Gizli Ajanda - Mehmet Yılmaz

YENİ anayasayı yapacak komisyon bir süredir anayasanın ilk maddelerini yazma konusunu tartışıyor.
Şu anda yürürlükte olan anayasanın ilk üç maddesi Türkiye'nin bir cumhuriyet olduğunu ve bu devletin demokratik, laik, sosyal, hukuk devleti niteliklerini tanımlıyor. Dilinin Türkçe olduğunu, bayrağını, marşını, başkentini belirtiyor.
Bir dördüncü madde var ki o da "bu maddelerin değişmez ve değiştirilmesinin teklif dahi edilemez olduğunu" söylüyor.
Şu anda tartışma konusu olan madde bu dördüncü madde.
AKP ve BDP devletin niteliklerini belirten ilk üç maddenin "değiştirilebilir" olması gerektiğini savunuyor, CHP ve MHP ise buna karşı çıkıyor, devletin niteliklerinin değiştirilemez olması gerektiğini savunuyor.
AKP ve BDP'nin önerisi kabul edilirse, güçün birinde mesela laiklik karşıtı bir parti, yeterli çoğunluğa ulaşırsa devletin laik niteliğini kaldırıp, bir şeriat devleti kurabilir.
Ya da monarşist bir parti yeterli çoğunluğu elde ederse cumhuriyeti kaldırıp, saltanatı yeniden getirebilir.
Aynı şekilde devletin dili, bayrağı, hukuk devleti olma özellikleri de tartışma konusu olabilir, yeterli çoğunluğa ulaşan isterse bunlardan da vazgeçebilir, bayrağı değiştirebilir, dili değiştirebilir ya da başka dilleri ekleyebilir vs.
Acaba AKP ve BDP bu maddelerin "değiştirilemez" olmasından neden memnun değil?
Başbakan'm gelecek ile ilgili hayali önümüzdeki genel seçimde AKP'nin anayasayı tek başına değiştirecek bir çoğunlukla TBMM ye girmesi.
Bunu en çok kendisini tek yetkili diktatör yapacak "ala Turka başkanlık sistemi" için istiyor.
Dördüncü madde tartışmalanndan sonra ortaya çıkıyor ki istediği tek değişiklik sistem ile ilgili değil, aynı zamanda devletin niteliklerini de değiştirebilir bir yetkiye kavuşmayı hayal ediyor.
"Gizli ajandayı" ortaya çıkarmaya sanırım, ondan sonra sıra gelecek.

12 Eylül kurumunda ne işin var hocam?

AKP nin anayasa danışmanı Prof. Dr. Yavuz Atar, "dördüncü maddenin kaldınlmasını ve devletin niteliklerinin değiştirilebilir olmasını" komisyonda şöyle savunmuş, Radikal'de okudum: "5 generalin yaptığını değiştiremeyecek miyiz? Biz darbeciler kadar olamayacak mıyız? Anayasayı halka karşı korumak isteyenler böyle yaptılar".

Profesör unvanlı bir demagog ile karşı karşıyayız! Ve bütün demagoglar gibi karşısındakileri aptal zannediyor.
îlginç olanı Prof. Dr. Yavuz Atar hükümet kontenjanından YOK üyeliğine de atanmıştı.
Kendisi bu görevi severek kabul etmiş olmalı ki istifa ettiğini filan duymadık.
YÖK dediğiniz nedir? 12 Eylül cuntasının, üniversiteler üzerinde vesayet kurmasının aracı! Profesör Bey, "askerlerin yaptığını değiştiremeyecek miyiz" diye sormayı biliyor ama YOK'te görev yapmaya da itirazı yok! Söze gelince 12 Eylül'ün darbeci generallerinin yaptıklarına karşılar ama siyaset üzerinde antidemokratik vesayetin uygulama araçlarından birincisi olan yüzde 10 barajının kalkmasına karşılar.
Başbakan sorulunca "Barajı ben koymadım ki ben kaldırayım" diye yanıt veriyor.
"Sandık da sandık" diyor ama milletin özgür iradesinin sandığa yansımasının önündeki en büyük engel olan 12 Eylül cuntasının seçim barajını canı gibi savunuyor! Devletin laik ve demokratik hukuk devleti özelliğinin kaldırılabilmesini, bayrağının, dilinin değiştirilebilmesinin mümkün olmasını 12 Eylül'e karşı çıkmak için yaptığını söylüyor ama 12 Eylül rejiminin en büyük miraslarından biri olan Siyasi Partiler Kanunu'ndan hiç söz etmiyor.
Demek ki asıl mesele 12 Eylül rejimi filan değil.
Asıl mesele devletin niteliklerini değiştirebilmenin yolunu açmak. Öncelikli dertleri de laiklik sanıyorum.
Bunu yapabilmek için de BDP'nin önüne bir "anadil" havucu uzatmayı planlıyorlar gibi.
Yoksa BDP, bu işte AKP'nin kuyruğuna neplen takılsın ki?

Salı, Ağustos 27, 2013

DİKTATÖR - Mehmet Yılmaz

Başbakan Rccep Tayyip Erdoğan son günlerde "diktatörlük" tartışmasını gündeme getirdi.
Önce "Diktatör olsam diktatör diyemezdin, sallandırırlardı" dedi! Sonra "Ben diktatör olacağım, o bana diktatör diyecek, vay haline" açılımını geliştirdi.
"Sallandırmak, vay haline" gibi deyimlerin içeriğini ve bu deyimleri kullanmaya yol açan bilinçaltını tartışmadan geçiyorum.
Evet, meseleyi böyle ortaya koyarsanız, haklısınız kimse size diktatör diyemez.
Ama zaten bu memlekette konuşmakta olduğumuz konu, başımızda bir diktatör bulunduğu değil, başımızdaki seçilmiş liderin diktatoryal hevesleri ve eğilimleri olduğudur.
TBMM'ye sunulmuş anayasa teklifini bir kez daha okumasını öneriyorum mesela.
Rejimin bütün denge-fren mekanizmalarından arındırılarak, her şeyin bir tek kişiye bağlanmasını öngören "ala Turka başkanlık sistemi" önerisini ortaya koyan kendisidir.
Demokratik bir ülkede, kimsenin aklından bile geçiremeyeceği yetkileri talep etmenin, "bir tek adam yönetimi kurma hevesinden" başka ne anlamı var?
Türkiye'de bakanlar, milletvekilleri bugünkü durumda bile Başbakan dan habersiz adım atamazlarken, bir de o yetkilerin üstüne frenleri patlamış bir başkanlık sistemi yetkileri talep etmek, kusura bakmasın ama insanın aklına başka bir şey getirmiyor.
Putin de hesapta serbest seçimle işbaşına geldi ama kimse ona bir "demokrat lider" diye bakmıyor.
Onun bir kaş işaretiyle işadamları batınlıyor, bir göz işaretiyle demokratik protesto haklarını kullananlar hapse tıkılıyor.
Bize ne kadar benziyor değil mi?
Siyasi görüşünü beğenmediğin işadamının şirketlerine polis baskını yap, "Git derdini mahkemeye anlat" diyerek yasaya aykırı vergi cezaları kes, beğenmediğin gazeteciyi işten attır.
Ondan sonra da "Ben diktatör olsam seni sallandırmıştım" de! Polis devleti uygulamalarını, vatandaşları "onlar-bunlar" diye bölmeyi, "Ben karar verdim yapılacaklara (mesela Çamlıca'ya cami diye bir ucube kondurma ısrarına) hiç girmiyorum.
Bu tartışma işte bu yüzden çıktı: Hepimizi sallandırma noktasına gelmeden önce doğru yolu bulabilmeniz için!

VE OLAYSIZ BİR ŞEKİLDE DAĞILDILAR

ANKARA'da ABD Büyükelçiliği önünde toplanan bir grup, Mısır'daki askeri darbeyi protesto etmiş.
Çeşitli sloganlar atan grup, daha sonra bir basın açıklaması yaparak dağılmış. Gazeteler protesto gösterisinin olaysız bir şekilde tamamlandığını yazıyor.
istanbul'da da bundan dört gün önce Eskişehir'de katledilen Ali İsmail Korkmaz'm ölümünü protesto etmek için Antalya'dan yürüyerek gelen 7 genç bir basın açıklaması yapmak istedi ve karşılannda altı otobüs polis buldu.
Polisler biber gazı ve coplan marifetiyle grubu engellemeye çalıştı. İtiş kakış oldu. Gençlerden biri sara krizi geçirince de polisler yardım etmek yerine tüymeyi tercih ettiler! "Ölürse ölsün, bize ne" diye düşünmüş olmalılar.
Gazetelerde bu gösterinin "olaysız şekilde" dağıtmadığını okuduk, çünkü polis basın açıklamasının yapılmasına bile izin vermedi.
Faşizm böyle başlar, baştakiler böyle böyle diktatör olur zaten! îktidann sevdiklerine her şey serbest, geri kalanlara sopa anlayışının gideceği yer orasıdır çünkü.
Görüyorsunuz polis eğer gösteriye müdahale etmezse olay molay da çıkmıyor.
Protestosunu yapan bir süre sonra çekip gidiyor, demokrasilerde olduğu gibi!

Bazen iyi söylüyor ama!

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Rize'de kendi adını taşıyan üniversitenin hocalanna hitaben bir konuşma yaptı.
"Ben bir siyasetçiyim, ilme ters bir şey istiyorsak ilim adamının 'Öyle değil böyle' demesi gerekmektedir.
El pençe divan durup 'Ferman buyurdunuz' dememesi gerekir
" dedi.
Başbakan'ın konuşmalarını okurken ya da dinlerken bazen kendimi bir kişilik bölünmesinin içine girmiş gibi zannediyorum.
Bir psikiyatra görünmem gerekmiyor tabii, bunun nedenini biliyorum, sorun bende değil, Başbakan'ın bazen öyle, bazen böyle konuşmasında! Çok değil, bir yıl önce bu vakitler 4+4+4 sisteminin ve okula başlama yaşının 60 aya çekilmesinin sakıncalannı tartışıyorduk.
Konunun uzmanları, bilim adamlan yapılanın yanlış olduğunu, 60 aylık çocuklann okula başlatılmasının doğru olmadığını, okulöncesi eğitim için önemli adımlar atmış bir ülkenin bütün bu sistemi bir kenara fırlatıp atmasının yaratacağı sakıncaları anlatıyorlardı.
Ne oldu?
Bir kulaktan giren, öbüründen çıktı, Başbakan'ın bir kaş işaretiyle parmaklar kalktı ve on binlerce minicik çocuğun geleceği karartıldı. Aradan bir sene geçtikten sonra bir "Pardon hata yaptık" bile demediler.
Bu tek örnek değil.
Kanal İstanbul'un nasıl bir çevre felaketine yol açacağını anlatmaya çalışan bilim adamlanna kulak veren var mı?
Üçüncü köprünün Boğaz'ın kuzeyine yapılmasının yol açacağı çevre sorunlarını anlatan, İstanbul'un trafik sorununu çözecek köprünün yerinin orası olamayacağını söyleyen bilim adamlarını dinleyen oldu mu?
Daha onlarca sayabilirim, ama yerim yetmez.
Başbakan söylediği sözlerin yarısını kendisi tutabilseydi, zaten bugün bu konulan konuşuyor olur muyduk?

Pazartesi, Ağustos 26, 2013

Azarlanmadan Yaşamanın Keyfini Çıkartın - Mehmet Yılmaz

Aslına bakarsanız biz Türkler olarak bu vesileyle biraz rahatladık.
Başbakanımızın öfkeyi bir hitabet biçimi olarak benimsemesinden mustariptik.
Sürekli azarlanan, kafasına kakılan çocuklar gibiydik, ama özellikle son bir aydır biraz kafamızı dinleyebilmemiz mümkün oldu, “babamız” kafayı Sisi’ye, Birleşmiş Milletler’e, İslam İşbirliği Teşkilatı’na taktı, şimdi onları azarlıyor.
Bunun keyfini sürmemiz gerekir diye düşünüyorum, bugün-yarın yine bizleri azarlamaya karar verene kadar tadını çıkaralım!
Başbakan önceki gün bir kez daha şöyle seslendi:
"Ey Birleşmiş Milletler,
ne işe yararsın?
"
Adı Birleşmiş, soyadı
Milletler olan bir gerçek kişiden söz etmiyor.
Hepimizin bildiği gibi bu uluslararası bir kuruluş, bir tüzel kişilik, gerçek kişilik değil.
Dolayısıyla birisi kendisine “eyyy” diye seslenince yanıt verebilmesine olanak yok.
Evet, o tüzel kişiliği temsil eden bir genel sekreter ve uluslararası meslek memurları var ama onların da bu hitabı yanıtlayabilmeleri mümkün değil, çünkü üzerlerine alınmazlar.
Başbakanımızın yönettiği ülke, bu uluslararası kuruluşun eşit ortaklarından biridir.
Normal olarak üyeler, yolunda gitmediğini düşündükleri uluslararası meseleler için üyesi oldukları bu kuruluşları harekete geçirebilirler.
Mesela toplantıya çağırabilirler, bir karar metninin oylanmasını isteyebilirler vs.
Ama bunu yapmıyor.
Aynı durum İslam İşbirliği Teşkilatı için, İslam Konferansı için de geçerli.
Onları da toplantıya çağırmıyor ama tüzel kişiliklere veryansın etmeye devam ediyor.
Yel değirmenlerine
karşı tam teçhizat
saldırıya geçmiş bir
Don Kişot edasında, yanında Sanço Panço’su da var, ama yel değirmenleri bunu anlayamıyorlar
doğal olarak.
Bu durumdan şikâyet etmeyelim.
Elbette uluslararası camiada “yeni bir birleşmiş milletler kurulur” sözü tebessümle karşılanıyordur, dalga geçen bile vardır ama biz bu durumun tadını çıkaralım.
Hayat kısa, değmez bir kıza!

Cuma, Ağustos 23, 2013

Devlet İsterse Bulamıyor - Mehmet Tezkan

Görüntüleri hatırlarsınız..

Antalya'da Gezi Parkı eylemlerine katılan üç genci, kapalı otoparkta sıkıştıran polisler bi temiz dövmüşlerdi..
Otoparkın kameraları her anı çekmiş.. Görüntüler televizyon ekranlarına yansıdı.. Polisler tek tek sayıldı..
17 kişilerdi.. Bazıları tekme tokatla, copla girişmiş; bazıları da seyrediyordu..
Bütün ülke kare kare izlemişti..

Hatırladınız değil mi? Üstü örtülecek gibi değildi.. Anında soruşturma açıldı, iki müfettiş görevlendirildi..
Müfettişler görüntüleri incelemişler, polislerin ifadelerini almışlar ama üç genci hangi polislerin dövdüğünü bulamamışlar..
Kimliklerini tespit edememişler..
Devlet isterse bulamıyor..

*

Gezi eylemlerinden sonra birçok kişi hakkında dava açıldı.. En son Kayseri'de 161 kişi kamu malına zarar vermekle suçlanıyor..
Henüz suçlular mı, değiller mi bilmiyoruz ama savcılık bu kişileri nasıl buldu?
Çoğunu kamera kayıtlarından.. Gösteriler sırasında çekilen görüntülerden.. Kare kare izleyip kimlik tespiti yaparak..
Devlet isterse buluyor..

Bir olay daha hatırlatayım..
Gezi eylemleri sırasında Kabataş'ta üstü çıplak, deri eldivenli 70-100 kadar haydudun türbanlı bir kadına saldırdığı iddia edilmişti..
Saldırmakla kalmamışlar, yere düşen kadının üzerine de işemişlerdi.. Çok çarpıcıydı, Türkiye tarihinde görülmemiş rezaletti.. Hatta vahşetti..

Olay medyaya yansıdı, kadın savcılığa gitti, şikayetçi oldu.. Ortalık kamera kaynadığı halde üstü çıplak 70 adam hala bulunamadı..
O gün bugün en küçük bir iz yok..
Devlet isterse bulamıyor..

*

Amerikalı Sierra cinayetini çözdü ama.. Hem de uluslararası başarıya imza atarak..
345 kameranın çektiği görüntüler tek tek incelendi..
Sierra'nın Beyoğlu'nda, Karaköy'de, Eminönü'nde, Sarayburnu'nda yürürken çekilen görüntüleri bulundu..
İz sürüldü.. Katilin tren yolu kenarında Sierra'yı takip ettiği görüntü bile çıkarıldı..
Onu da trenin kamerası çekmiş..
Devlet isterse buluyor..
*
Örnekleri çoğaltmak mümkün.. Mesele şu; devlet isterse buluyor, isterse bulamıyor..

Yas'ıklar olsun - Yılmaz Özdil

Askeri konvoya saldırıldı, 10 şehit vardı, cenazelerin toprağa verildiği gün, başbakanımız uçağa atladı, eşi, kızları, damadı, Nihat Doğan, Ajda Pekkan, Muazzez Ersoy ve Sertab Erener'i yanına aldı, Somali'ye gitti, "burada insanlık test ediliyor, vicdanlara sesleniyorum" dedi, Ajda'yla Sertab moral dansı yaptı.

*

Karakol basıldı, 8 şehit vardı, cenazelerin toprağa verildiği gün, dışişleri bakanımız uçağa atladı, başbakanımızın eşi ve kızıyla birlikte Myanmar'a.gitti, Arakan Müslümanlarına sarılıp ağladılar.

*

Aktütün basıldı, 15 şehit vardı, cenazelerin toprağa verildiği gün, AKP milletvekili oğluna stadyumda sünnet düğünü yaptı, ulaştırma bakanımız kirve oldu, AKP logolu pasta kesip, halay çektiler.

*

Siirt'te helikopter düştü, 17 şehit vardı, dışişleri bakanımız yaralıları ziyaret için Gazze'ye koştu, Hamaslılara sarıldı, hıçkıra hıçkıra ağladı, yürekler parçalandı.

*

Cephanelik patladı, 25 şehit vardı, AKP'nin valisi AKP'nin generaline sucuk hediye etti, "hayat devam ediyor, acımız var diye ara mı verelim" dedi.
AKP'nin sözcüsü "yadırganacak bi şey yok, lokum bile ikram edilir" diye tasdik etti.

*

Reyhanlı havaya uçuruldu, 53 insanımız hayatını kaybetti, o gece, AKP milletvekili oğlunu evlendirdi, TBMM başkanımız, AB bakanımız, anayasa mahkemesi başkanımız katıldı, AKP milletvekili duygularını tivitır'a döktü, "yaşanan elim olay düğünümüzün tadını kaçırdı" diye yazdı.

*

AKP, Mısır için yas ilan etti.
AKP'li belediyelere genelge gönderildi, şehitlere dikkat çekildi, "kardeşlerimizin acısını paylaşmak için hassasiyet gösterin, eğlenceleri iptal edin" denildi.

*

E merak ediyor insan tabii.
Onlar Müslüman kardeşler de...
Bizimkiler Budist kardeş mi?

Van Minit - Bekir Coşkun

Bütün komşulara savaş açtı...
Yendiği tek ordu var; bizimki...
*
Birinci derecede yakın komşularla
dalaşmak bitti...
Ikinci sıradakilere geçti:
Mısır...
*
Aslında tüm dünyaya toptan savaş
açsa kurtulacak...
“Ey Kamboçya...”
“Ey Karayipler...”
“Eyy...
Neydi o?..
“B”li bi şey...
“Ey Bahama...”
*
ABD hariç...
Direkt beysbol sopası çekiyor adam...
Bu vınnn tabii...
*
Beyaz Saray sözcüsü, dünya
televizyonlarının karşısına geçip Türkiye
Cumhuriyeti Başbakanı’na “saldırgan”
dedi mesela...
Iki gündür bekledik, tıs yok...
Desene:
“Van minit...”
*
Yazıksın Türkiye...
Mahallenin, ortalığı karıştıran
gevezesine döndün hani...
Güvenilmeyen...
Itibarsız...
Entrikacı...
Tutarsız...
Patavatsız...
Mahalleyi ayağa kaldırıp, ortalık
karışınca tüyüp balkondan laf yetiştiren
çatlak...
*
Yeryüzünün en şanlı ve onurlu savaşını kazanmış... Yurtta ve dünyada barış yolunda, başı göklerde, mağrur...
Bölgenin en saygın ve örnek ülkesinin bu hale gelmesine hâlâ göz yumuyorsan Türkiye...
Bunun bir faturası var...
Ödersin...
*
Ekonomide, kültürde, sanatta, sporda...
Mikserin kullanma tarifesine, seni adam yerine koyup "Türkçe" yazmadıklarında... Atlet kızda önce doping aradıklarında... Turistin parasızı Antalya'ya geldiğinde... Sen gitmeye kalktığında vize kuyruklarında battaniye ile sabahlara kadar beklediğinde...
Yabancı havaalanlarında narkotik köpeklerine koklattıklarında seni...
Kimseyi suçlama...
Aklına memleketi imama teslim ettiğin gelsin...

Perşembe, Ağustos 22, 2013

Değerli Yalnızlık - Yılmaz Özdil

Lübnan’da pilotlarımız esir.
Mısır’da gazetecimiz tutuklu.
Somali’de polisimiz şehit.
Ermenistan çobanımızı öldürdü.

*

İsrail gemimizi bastı.
Suriye uçağımızı düşürdü.
Obama beyzbol sopası gösterdi.
AB zaten selamı sabahı kesti.

*

Şu an itibariyle İsrail’de Suriye’de Mısır’da büyükelçimiz yok. Geri çekmiş vaziyetteyiz. Ortadoğu’nun bu en önemli üç ülkesinde elçisi bulunmayan dünyadaki tek ülkeyiz. Fas Kralı kabul etmedi, bizimki saraya gitti, evde yokuz dedirtti adam... En başta Suudi Kralı, Araplar bunu görünce yolunu değiştiriyor.

*

Irak’la küs.
Molla’yla papaz oldu.
Gazze’ye gidemiyor.
Hamas’et edebiyatı sona erdi.

*

Görüşen şerefsizdir diyordu.
Görüşebildiği bi PKK kaldı.

Salı, Ağustos 20, 2013

Fiyasko kapıda fatura Gezi'ye - Mehmet Tezkan

Mesele şu..
2020 olimpiyatları için 7 Eylül’de karar verilecek.. Üç aday var; İstanbul, Madrid, Tokyo..
Buenos Aires’te karar oylaması yapılacak..
Kalabalık bir ekip Arjantin’e gidiyor.. Türkiye’nin şansı var mı?
Galiba yok..
Nerden mi biliyorum; bizim AB Bakanı tüyo verdi.. Dedi ki; 2020 olimpiyatları kaçarsa sorumlusu Gezi Parkı eylemcileridir..
İktidara tam destek çıkan köşe yazarı da üzerine atladı; uzun makale döşendi..
Mayıs ayına kadar yarışta birinciymişiz, hem de açık ara.. Şimdi üçüncü sıraya düşmüşüz.. Yılların çabası bir anda zayi olmuş..
Sebep?
Gezi Parkı eylemleri..
*
Olimpiyat komitesi üyeleri şöyle mi düşündü; üç ağaç için, bir parkı korumak için sokaklara dökülen insanların ülkesine olimpiyat düzenlemek yakışmaz..
Soru şu..
Gezi Parkı’nın ortasına kışla görünümlü AVM yapılsaydı olimpiyatları alır mıydık?
Ne ilgisi var!
Yok tabii..
Battık, öldük, bittik Dünya Kupası’na para yatırmak neyimize diyen, aylarca eylemlere sahne olan Brezilya’da Dünya Kupası yapılacak..
Buna ne diyecekler!..
*
Şu da var, yedi yıl sonra Türkiye’nin nasıl bir Türkiye olacağını bilen var mı?
Yok..
Yoksa demek ki kriter başka..
Bu iktidar her şeye galibiyet/mağlubiyet ekseninden bakıyor .. Mağlubiyet saydıklarının da faturasını başkalarına kesiyor ya..
Bu da öyle..
Gard alıyorlar.. Buenos Aires’ten eli boş dönerse söyleyecek lafları olsun diye hazırlık yapıyorlar..
*
Şu soruyu da sorup noktayı koyalım..
Olimpiyatlarda altına koşacak sporcumuz var mı?
Yok, birkaç madalya topladık diye tam sevinecektik ki; çoğu dopingli çıktı.. Düşünün, Kırkpınar pehlivanı bile doping yapmış..
Daha ne konuşuyoruz..

Davutoğlu'nunİflas İlmuhaberi - Mehmet Yılmaz

HÜKÜMETİN duvara toslayan dış politikasını anlamlandırmak için yeni bir kavram icat edildiğini dün yazmıştım.
Değerli yalnızlık” diye pazarlanmaya çalışılan ama dış politikanın iflasını açıklamaya yetmeyen, tam tersine bunun altını kalın bir şekilde çizen bir kavram bu.
AKP yöneticileri, “Yeterince aktif değil” diyerek İslam İşbirliği Teşkilatı Genel Sekreteri Ekmeleddin İhsanoğlu’nu şiddetle eleştiriyorlar.
Hızını alamayıp “Ben onun yerinde olsam istifa ederdim” diyen Başbakan Yardımcısı bile var!
Aslına bakarsanız bu vesileyle “istifa” diye bir kavramın varlığını hatırlaması gereken birisi varsa o da kuşkusuz ki Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’dur.
Ama bizde böyle şeyler olmaz. Davutoğlu “Hata yaptım, yola sıfır sorun diye çıktım, şimdi yapayalnız kaldık, ben yapamadım, yapabilecek olanlara bırakıyorum” demez.
Görevden alınana kadar koltuklarında oturmaya devam ederler. Davutoğlu da öyle yapacak ama acaba daha ne kadar süre?
Şu satırları “yarı resmi” Sabah’ın Ankara Temsilcisi Okan Müderrisoğlu yazdı, bir bakan ile Meclis kulisinde Türkiye’nin dış algısının bozulması üzerine sohbet ediyormuş:
“Temel sorunumuz zaman zaman, söylemlerimizin, eylemlerimizin önünde gitmesi. Siyasi, askeri, ekonomik ve teknolojik gücümüzün çok üstünde laflar ettik. Çevremizi hareketlendirdik, halklara umut aşıladık. Bu arada bölgesel çıkarları zedelenen ülkelerin hedefi haline geldik. Diplomaside gücünüzün yüzde 20–25 üzerinde konuşabilirsiniz. Lakin iki–üç kat üst perdeden konuşup, gerisini getiremezseniz hayal kırıklığı yaratırsınız.”
Müderrisoğlu ciddi bir gazeteci, bunları kafasından uydurmadı, belli ki hükümet içinde de Davutoğlu’na yönelik ciddi bir eleştiri var.
Bunun sonunda Davutoğlu görevden alınır mı, alınmaz mı, bilemem.
Ama belli olan bir şey var ki Başbakan’dan sonra AKP lideri olma hayali, artık Davutoğlu için çok uzak!

Ben İzindeyken - Yılmaz Özdil

Murat Karayılan koltuğunu Cemil Bayık’a bıraktı. Böylece ne olmuş oldu?
TC başkanı Abdullah, PKK başkanı Abdullah, TBMM başkanı Cemil, KCK başkanı Cemil, senkronize olmuş oldu, dört dörtlük eşbaşkanlık oldu.

*

Yeni kara kuvvetleri komutanının soyadı AK’ar... Yeni hava kuvvetleri komutanının soyadı AK’ın... Yeni deniz kuvvetleri komutanının adı Recep... Genelkurmay karargâhında ilk kez iftar verildi. Yüksek Askeri Şûra’yı her sene 10 gün kaydırıp, ramazana fiksledik miydi, tamamdır bu iş gari.

*

Başbakanımız “Nisan ayında Gazze’ye gideceğim” demişti. Bilahare, inşallah mayıs sonu gibi Gazze’ye gideceğini söyledi. Sonra, herhangi bir erteleme olmadığını, haziran ayında Gazze’ye gideceğini anlattı. Neticede temmuz ayında Gazze’ye gideceği açıklandı. Siz bakmayın ağustos ayında olduğumuza, herhangi bi erteleme yok yani.

*

Obama beyzbol sopası göstermişti, hocaefendi kızılcık sopası gösterdi. Fetocular bademlere karşı bildiri yayınladı. e-muhtırayı biliyorduk, bu da f-muhtıra bi nevi.

*

2011’de Mogadişu’daki patlamada yaralanan 37 Somaliliyi Esenboğa’da kim karşılamıştı? Başbakan Yardımcımızla Sağlık Bakanımız karşılamıştı. Mogadişu’daki elçiliğimizi havaya uçurdular; şehit polisimizi, yaralı polislerimizi Esenboğa’da kim karşıladı? Somalili olmadıkları için sadece aileleri karşıladı.

*

Ali İsmail’i öldürenlerden biri polis çıktı. Adı, Mevlüt... Ne zaman tutuklandı biliyor musunuz? Kadir gecesi mevlit okunurken! Polisin sopası var ama, Allah’ın sopası yok dedikleri, işte bu.

*

CHP’li mebusların fişlendiği anlaşıldı. Gazeteler, şok haber filan diye duyurdu. Bunun neresi şok haber birader... AKP mebusu açık açık “bizi fişlemişlerdi, şimdi biz onları fişliyoruz” dememiş miydi?

*

Peki, Recep Tayyip Erdoğan ODTÜ’ye ne demişti? O profesörler doçentler mesleği bıraksınlar, bize böyle hocalar lazım değil demişti. Bize nasıl hocaların lazım olduğunu bizzat Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi izah etti. Öğretim üyesi almak için ilan verdiler, silmeyi unutmuşlar, kimleri torpille alacakları kabak gibi yayınlandı.

*

Şehircilik Bakanımız “Müslüman ülkeyiz, Türkiye’nin konumu itibariyle icat yapamıyoruz, buluş yapamıyoruz” dedi. Al sana “Gâvur İzmirli” olmak için bi sebep daha!

*

Bir ilahiyat profesörü “kadın sesi içeren müzik, caiz değildir” dedi. Bir başka ilahiyat profesörü “çalgı aleti çalmak haramdır” dedi. Bir başka ilahiyat profesörü “müziğin dinlenmesi bile haramdır” dedi. Kadınlar matinesinde erkek müzisyenler görünmesin diye, orkestranın önüne perde çekildi. Bu bestelere güfte yazarsak... Anlayana davul zurna saz, hâlâ anlamayana sazı soksan az.

*

PKK bayrağı açan BDP’liler şikâyet edildi. Savcı inceledi. “Sarı kırmızı yeşil renkli bez parçalarının PKK sembolü olarak algılanması doğru değildir, dünya üzerindeki ülkelerden en az 15 örnek verecek olursak, Senegal, Kamerun, Benin ve Gana’nın bayrakları sarı kırmızı yeşildir” diye izah etti, takipsizlik kararı verdi.

*

Meşhur fıkradır...
Sanki Diyarbakır doğumluymuş gibi sahte nüfus kâğıdı çıkaran CIA ajanı, mekap giymiş, poşu sarmış, çaktırmadan PKK’ya katılmak için Kandil’e gitmiş. Başvuru formunu doldururken, hangi istihbarat örgütündensin diye sormuşlar. Şaşırmış tabii. Nerden anladınız demiş. Senden önce hiç zenci Kürt görmedik demişler.

*

THY pilotları Lübnan’da kaçırıldı. Stratejik derinliğinize akıl vermek gibi olmasın ama... Ahmet Davutoğlu karışmazsa, belki kurtarmak için bi şansımız olabilir!

*

Hatırlarsınız herhalde, ne demişti başbakanımız?
Bakıyorsunuz, bayramın adını değiştirdiler, ne oldu bayramın adı, tatil oldu. Olmaz. Bu, dört dörtlük Ramazan Bayramı’dır. Bayram, tatil değildir. Buna kültürel erozyon denir. Değerlerimizin erozyona uğramasına fırsat vermemeliyiz. İnkıraza götürür” demişti.
Ne yaptı Ramazan Bayramı’nda?
Bodrum’daydı.
Beş yıldızlı otel, yat turu filan.

*

Urla’da yat’ta.
Bodrum’da yat’ta.
Hâlâ yat’acak yeri yok diyorsunuz, ayıptır, inkırazdır.

*

16 Mayıs’ta, Mustafa Kemal’in Bandırma vapuruyla Samsun’a gitmek üzere yola çıktığı gün, Bandırma limanıyla Samsun limanını satmışlardı. Mustafa Kemal’in başkomutan olduğu gün, 5 Ağustos’ta, İlker Başbuğ’a müebbet verdiler.

*

Sehven” ve hileyle aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş olabilir... Ergenekon, yarın!


Cuma, Ağustos 16, 2013

Ah İslam Dünyası Ah - Ahmet Hakan

Bir kan deryası içindesin: Mısır’ında kan akar, Suriye’nde kan akar, Irak’ında kan akar...
Batılılar için sırasını beklemekte olan bir hedefsin: Afganistan tamam, Irak tamam, Suriye eh işte, İran sırasını beklemekte falan.
Hiç kimse bölemezse seni, tutar sen bölersin kendini... Şii diye, Sünni diye...
Öyle belalısın ki... Diktatöründen kurtulmak için başlattığın kutlu mücadelede, diktatörünün döktüğü kandan daha fazla kan dökülür.
Bağdat’ın yıkıldı... Şam’ın tarumar... Kahire’n yaslı... İşte geldik, gidiyoruz, bir türlü şen olamadı Halep adlı şehrin...
Katliam rekorları kırılır topraklarında: 10 ölü... 20 ölü... 100 ölü... Bin ölü... İki bin ölü... Bu hep böyle gider.
Gösteri hakkı nedir bilmezsin... Sivil itaatsizlikten anlamazsın... Özgürlük rüzgârları estirmeyi başaramazsın... Sürekli ihtilaf üretip sıfır rahmet üretirsin... Özeleştirinin kıyısından bile geçmezsin... Hepsini geçtim... “Biz niye böyleyiz” demeyi bile aklına getirmezsin.
Destanlarını hep kendi halklarına karşı yazarsın.
Kazandığın bütün zaferler, kendi çocuklarının kendi çocuklarını öldürmesi sonucu ortaya çıkar.
Hem Batı’dan nefret edersin, hem de başın her sıkıştığında “Neredesin ey Batı” diye çığırmaktan kendini alamazsın.
Diktatörlerin yeryüzünün en gaddar diktatörleridir... Kralların yeryüzünün en zalim krallarıdır... Başkanların yeryüzünün en kibirli başkanlarıdır... “Göndereyim şunları” dersin ve başına çok daha büyük bela almış olursun.
Biliyorum: Mazlumsun, mağdursun... Biliyorum: Ezdiler, sömürdüler seni... Biliyorum: Gözünü açtırmadılar, tepene çöktüler... Biliyorum: İşbirlikçi rejimler eliyle perişan ettiler seni... Biliyorum: Hem yetim, hem öksüz bırakıldın... Biliyorum: Kabahatin bir kısmı onlarda...
Ama ey İslam dünyası, kabahatin çoğu da senin değil mi? Dinine, imanına doğru söyle...

İnsan gerçekten hayret ediyor

MISIR’daki katliama seyirci kalan Batı’ya her fırsat bulduğumuzda, “Ey Batı! Ey Batı! Bu yaptığın evrensel değerlere sığar mı? Bu mu senin demokrasi anlayışın? Bu mu senin evrensel insan hakları anlayışın?” diye soruyoruz.
İyi yapıyoruz.
Güzel yapıyoruz.
Yüreklerimiz soğuyor vallaha...

*

Ve fakat...
Şöyle bir durum var:
Batı’ya ayar verme konusunda gösterdiğimiz bu enerjik tutumu, acaba neden Mısır cuntasıyla işbirliği yapan Müslüman kardeşlerimizden esirgiyoruz?
Mesela Mısır’ın katil darbecilerine en büyük kıyağı yapan Suudi Arabistan ve Körfez ülkelerinden?
Neden “ilkeli duruşu” ile göz kamaştıran Başbakanımız, Batı’ya söylediği onlarca şeyden sadece bir tanesini bile Suudi Arabistan’ın ve Körfez ülkelerinin yönetici takımına söylemiyor?
Neden Başbakanımız Arap Körfezi’ne doğru dönüp “Ey Suudi! Ey Körfez! Ey krallar! Ey melikler! Bu yaptığınız İslam’a sığar mı? Siz nasıl Müslümansınız ya?” diye sormuyor?

*

İnsan gerçekten hayret ediyor.
Hatta hayret etmekle kalmıyor, ayrıca merak da ediyor.

Öyle olmadı, şöyle oldu
SORUYORUM:
Gezi’den sekiz saat canlı yayın yapan CNN, iş Mısır’daki katliama gelince fok belgeseline mi abandı?
Taksim’deki nümayişe geniş yer ayıran BBC, iş Adeviye olaylarına gelince sus pus mu oldu?
İstanbul’u ve Türkiye’yi diline dolayan Batı basını, Mısır’da olup bitenlere kulaklarını mı tıkadı?
Lütfen duyanlar duymayanlara aktarsın:
Böyle olmadı.

*

Şöyle oldu:

CNN, saatler süren canlı yayınlarla Kahire’de olup bitenleri seyircisine aktardı. Muhabirler Mısır askerlerinin canlı yayında yaptığı tüm engelleme çabalarına karşın gelişmeleri aktarmak için kelle koltukta mücadele verdiler.
BBC, yaptığı yayınlarla Adeviye Meydanı’ndaki müdahaleyi an be an seyircilerine sundu... Yorumlar yapıldı, canlı yayınlar yapıldı, vahşet tüm boyutlarıyla ekrana yansıdı.
Batı basınında Mısır olayları üzerine yazılmamış haber, yapılmamış yorum kalmadı.
Yani?
“Gezi’ye gelince saatlerce canlı yayın, Mısır’a gelince fok belgeseli” gibi bir durum söz konusu değil.

*

Batı medyasını hiç sevmem.
Ama sevgisizliğim hakikate sadakatime engel olamaz.

Çarşamba, Ağustos 07, 2013

Müebbetlik Osman'ım Nasıl Kurtuldu - Burak BİLGE

Ergenekon’daki en tartışmalı karar, Danıştay saldırısı ve Cumhuriyet’in bombalanmasıyla suçlanan Osman Yıldırım’ın tahliye edilmesi oldu. Polislerin sorguda “Osmanım” diye hitap ettiği Yıldırım daha önce müebbet hapis aldığı suçlardan bu davada beraat etti

Cumhuriyet Gazetesi’nin 8 -10 ve 11 Mayıs 2006 tarihlerinde bombalanması ve 17 Mayıs 2006’da gerçekleştirilen Danıştay saldırısının Osman Yıldırım ve Alparslan Aslan’ın olduğu bir ekip tarafında gerçekleştirildiği belirlendi. Saldırılarla ilgili Ankara 11’inci Ağır Ceza Mahkemesi’nde yürütülen davada Osman Yıldırım, Alparslan Aslan ile birlikte müebbet hapis cezasına çaptırıldı.

Hem tanık hem sanık

Tutuklu bulunduğu cezaevinden mahkeme heyetine dilekçeler gönderen Yıldırım, daha önceki ifadelerini redderek Danıştay saldırısını ve Cumhuriyet Gazetesinin bombalanma olaylarını Ergenekon terör örgütünün talimatları doğrultusunda yaptıklarını söyledi. Katliamdan iki yıl sonra, bombaları Süleyman Esen’den değil Veli Küçük ve Muzaffer Tekin’in de katıldığı bir toplantıda aldığını söyledi. 2008 yılında Ergenekon Savcısı Zekeriya Öz, Osman Yıldırım’ın tanık olarak ifadesini aldı. Yargıtay’ın bozma kararının ardından dava Ergenekon davası ile birleştirildi. Yıldırım ise daha önce tanıklık yaptığı Ergenekon davasında sanık oldu. Ardından, davada ifade veren ‘Gizli tanık 9’un da Osman Yıldırım olduğu anlaşıldı.

Beraat, beraat, beraat

Yıldırım ifadesinde bombaları aldığı Ataşehir’deki evi tüm ayrıntılarıyla anlatmasına rağmen çıkarıldığı keşif sırasında anlattığı evi bulamadı. Bu süreçte Yıldırım’ın sorgusuna giren polislerin ona “Osmanım” diye hitap etmesi dikkat çekti. Bir diğer dikkat çeken ise mahkemenin 5 yıllık yargılama sonucunda verdiği karar oldu. Mahkeme kararında Yıldırım’ın Danıştay saldırısına yardım ettiğine dair kesin ve inandırıcı delil olmadığını belirtti. Danıştay davasından beraat kararı veren mahkeme, Cumhuriyet Gazetesi’ne saldırı eylemi suçlamasında da beraat verdi. Mahkeme sanık Osman Yıldırım’ın gazeteye el bombası atılması sırasında olay yerinde bulunmadığı ve el bombasını atan sanık Alparslan Arslan’a bu yönde bir talimat verdiği konusunda delil elde edilemediğini belirtti. Son olarak gazeteye atılan bombaların patlamadığını da dikkat çeken mahkeme, bu suçlardan da Yıldırım’a beraat kararı verdi.

Gizli tanık indirimi

Mahkeme Osman Yıldırım’ı Ergenekon üyeliğinin sabit olduğu gerekçesiyle 15 yıl hapis cezasına çarptırdı. Ancak Yıldırım’ı bu cezadan ‘etkin pişmanlık yasası’ kurtardı. Dosya da ‘gizli tanık’ olduğu anlaşılan Yıldırım’ın bu cezasında ‘işlenen suçlarla ilgili bilgi vermesi nedeniyle TCK 221/4 kapsamında’ 4 te 3 oranında indirim yapılarak 3 yıl 9 aya indirildi. Mahkeme, Yıldırım’a tehlikeli madde bulundurmak suçundan ise 5 yıl 3 ay hapis cezası verdi. Toplamda 9 yıl hapis cezası alan Osman Yıldırım, tutuklu kaldığı süre gözönüne alınarak tahliye edildi. Yıldırım hakkında yurtdışı çıkış yasağı konuldu.

İki karar arasında uçurumlar var!


Ankara’da görülen Danıştay davasında mahkeme, Alparslan Arslan’ın tetiği çektiği eylemde Osman Yıldırım’ın yanı sıra Erhan Timuroğlu ve İsmail Sağır’ın saldırıyı önceden bilerek ve birlikte gerçekleştirmek amacıyla Ankara’ya geldikleri belirtilmişti. Arslan’ın mahkemede “El bombalarını ondan aldım” dediği ve kendisinden “liderim” diye bahsettiği Süleyman Esen de İstanbul’da beraat etti. Esen Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi’nde 10 yıl 2 ay hapis cezasına çarptırılmıştı. Ankara’daki davada müebbet hapis alan sanık Erhan Timuroğlu ise Ergenekon’da 21 yıl hapis cezası aldı. Sanık İsmail Sağır her iki mahkemede de Timuroğlu ile aynı cezaları aldı. Alparslan Arslan Danıştay Saldırısını gerçekleştirmeden önce Şeyh Salih Kurter’in evinde kaldığını ve bu evde yapılan konuşmalardan etkilendiğini belirtmişti. Arslan evde konuşulanların kendisini azmettiğini ve saldırıyı ondan sonra gerçekleştirdiğini belirtmesine rağmen her iki mahkeme de Kurter’i beraat ettirdi. İstanbul’daki mahkeme saldırıyı Ergenekon Terör Örgütü’nün yaptığını tespit ederek Veli Küçük ve Muzaffer Tekin’e azmettiricilikten ceza verdi.

Ergenekon'un Bayrağı - Mustafa Mutlu

Silivri Mahkemesi önceki gün çok önemli bir karar verdi:

“Ergenekon diye bir örgüt vardır ve bu bir silahlı terör örgütüdür!”

Bu ülkenin son 50 yılı “terör”le geçti. Özellikle benim de içinde olduğum kuşak neredeyse “terörsüz” gün görmedi.

Bu yüzden iyi biliriz terör örgütünün ne demek olduğunu...

Başkanı kim?

Bir terör örgütünün başkanı olur...

Bölge ve yurt dışı sorumluları olur... Mahkeme heyeti önceki gün, Ergenekon diye bir örgütün varlığına hükmetti ama bu soruları yanıtsız bıraktı. Bu durumda böyle bir örgüt var; ancak ne ilginçtir ki bu örgütün birinci, ikinci, üçüncü adamları, yönetim kadrosu, bölge ve yurt dışı temsilcileri yok!

Amblemi ne?

Bir örgütün amblemi olur...

Peki; Ergenekon’un amblemi ne? Hemen gözünüzün önüne gelen bir amblemi var mı?

Bayrağı nasıl?

Bir örgütün bayrağı olur...

Ergenekon bayrağı diye bir şey gören, bilen var mı?

Bağlılık nerede?

Bir terör örgütünün yöntemi silahlı propagandadır.

Daha fazla tanınmayı ve bilinmeyi amaçlar! Bu eylemlerde yakalanıp içeri düşen “militanlar” da sonuna kadar örgütlerine bağlıdır. Hiçbiri, “Ben böyle bir örgüt bilmiyorum. Varsa da mensubu değilim” demez. Bırakın örgütün varlığını reddetmeyi, propagandayı sonuna kadar mahkeme salonunda da sürdürür... Oysa Ergenekon sanıklarının biri bile örgüte sahip çıkmadı. Böyle bir örgütün varlığını kabul etmedi. Tamamına yakını, “Ergenekon” sözcüğünün ne anlama geldiğini bile bilmediğini haykırdı.

Karargâhı nerede?

Bir örgütün karargâhı olur...

Örneğin bu ülkedeki çocuklar bile PKK’nın karargâhının Kandil’de olduğunu bilir! Örgütün varlığından emin olan savcılar ya da yargıçlar, Ergenekon’un karargâhının neresi olduğunu söyleyebilir mi?

Silahları nerede?

Bir örgütün silahları olur...

Soruşturmanın başlamasına neden olan ve kime ait olduğu bilinmeyen birkaç eski antika bomba dışında, bu terör örgütünün yakalanan ya da yakalanmayan silahlarının ne olduğunu bilen var mı? Herhangi bir Ergenekon sanığının örgüt üniformasıyla, elinde Kaleşnikofla ya da belinde bombayla çekilmiş fotoğrafını gördünüz mü?

İdeolojisi ne?

Bir örgütün ideolojisi olur...

Ergenekon sanıklarının tamamına yakını, bu davadan önce birbirleriyle “mahkemelik” olmuş kişiler... Kimi milliyetçi, kimi aşırı milliyetçi, kimi Atatürkçü, kimi solcu, kimi aşırı solcu... “Yurtseverlik” dışında, ortaklaşa savundukları ideolojiyi bilen var mı?

Hiyerarşi nerede?

Bir örgütte hiyerarşi olur...
Sahte şemalar dışında Ergenekon Örgütü’nde böyle bir hiyerarşinin varlığı iddia edilebilir mi?

Kasa kimde?

Bir örgütün ortak kasası olur...

Çünkü örgüt harcamaları bu kasadan yapılır. Ergenekon’a ait bir kasanın varlığı kanıtlandı mı? Kasa olduğu söylenen Kuddusi Okkır’ın bile beş parasız öldüğü ortaya çıkmadı mı? Üyeler ya da yöneticiler arasında “para trafiği”ne rastlandı mı? Finansörleri bulundu mu?

Bu nasıl örgüt?

Kısacası; sayın savcılar ve sayın yargıçlar:

“Ergenekon” örgütünün varlığına hükmettiniz...

Allah vicdan huzuru versin; deliksiz uykular nasip etsin ama... Söyleyin; madem “Ergenekon” diye bir örgüt var; o zaman neden bir örgütte olması gerekenlerin hiçbiri bu

örgütte yok?

Bu nasıl bir örgüt sayın savcılar ve yargıçlar?

Umarım “gerekçeli karar”da yukarıdaki soruların yanıtları tek tek yer alır...

Aksi takdirde... Sizin vicdanınız ne kadar huzurlu olursa olsun; bizim, yani sıradan vatandaşların vicdanı asla huzur bulmaz ki...

İşte; hukukun çöktüğü an da o an olur!


Dört Tarz-ı Neşriyat - Mehmet Tezkan

Ekrem Dumanlı Zaman’daki yazısında ‘Üç Tarz-ı Neşriyat’tan söz etmiş..
Ölümüne köstek olan gazetecilik.. Ölümüne destek veren gazetecilik.. Orta yolda duran gazetecilik ayrımı yapmış..
İlk bakışta ‘gazetecilik’ kelimesi yerine oturmamış gibi dursa da değil.. Oturmuş!..
Doğrudur; gazeteciliğin yüklendiği anlam ne destek ne de köstek olmaya izin verir.. Ama maalesef bir süredir gazetecilik yüklendiği anlamın dışına çıktı.. Farklılaştı!..
*
Meseleye iktidar muhalefet ayrımı yaparak bakarsak (ki yapmamız gerekir, iktidar icradır, iktidar karar vericidir, her daim gözler üzerindedir; çünkü kararları insanların yaşamını etkiler) karşımıza Dört Tarz-ı Neşriyat çıkar..
Üçü her ülkede görülen cinsten.. Biri bize özgü..
İktidara ölümüne köstek olan, her yaptığını eleştiren, fırtına çıksa iktidarı kabahatli bulan bir anlayış var.. Yaygın olmasa da var..
Tam tersi de mevcut.. Kendini iktidarın parçası gören yazarlar istemediğin kadar.. Kendilerini iktidardaymış gibi gördüklerinden, kendilerini iktidarın medya kolu olarak kabul ettiklerinden övgüde sınır tanımıyorlar..
Alkışı her daim eksik etmiyorlar.. Yaptıklarına kılıf da bulmuşlar; misyon gazeteciliği..
*
Bir de orta yolda duranlar var.. Doğruya doğru, eğriye eğri diyenler.. Dumanlı’nın tabiriyle, ateşten gömlek giymeyi göze alanlar..
En güzel yol, bu yoldur ama bizim gibi kutuplaşmış toplumlarda o yolda durmak çok zordur..
*
Gelelim bize özgü tarza.. Adı; muhalefete muhalefet etmek..
Şöyle icra ediliyor; Ana muhalefet icranın başındaymış gibi gece gündüz eleştiriliyor.. Ana muhalefet kötüye giden her şeyin müsebbibi ilan ediliyor.. Hiçbir şey bulmazlarsa 60-70 yıl önceki hadiselerin hesabı sorulmaya kalkılıyor..
Minik misalle bitireyim; geçen gün bi kanalda yüzde 10 seçim barajı tartışılıyor.. Yorumcunun biri yüzde 10’a CHP’nin sahip çıktığını, bu konuda atılan adımlara köstek olduğunu söyledi..
CHP barajın indirilmesi için kanun teklifi verdi, AKP reddetti diye uyardılar.. Yorumcu benim haberim yok dedi; suçlamayı sürdürdü..
Dördüncü Tarz-ı Neşriyat da bu..

Cuma, Ağustos 02, 2013

Torpil Belgesi

Geçtiğimiz günlerde, çok demokrat, bir o kadar müslüman ve adil insan, değerli Başbakanımız, ulu şahsiyet, büyük usta Recep Tayyip Erdoğan'ın ismini taşıyan güzide eğitim kurumu Rize Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi, basın ilen kurumu aracılığı ile alınacak öğretim üyeleri için ulusal bir gazeteye ilan verdi. Normal...

Normal olmayan, normal olan torpil işinin bu kez aleni olması. Gazeteye verilen ilanın kadroların olduğu tablosunda yer alan açıklama alanına, alınacak şahısların isimleri ve özel notları da düşülmüş.

Güler misin, ağlar mısın? Bu ülkede adaletin olduğuna inananların beynine tüküreyim. Efendim, biz elitçi, laikçi, tuzu kuru kesimlermişiz de, halkı küçümsüyormuşuz.

Kardeşim az bile yapıyoruz!!! Biz vicdanlı, aklı başında insanlarız. Salağa salak, sapıka sapık, adama adam deriz. BU adamları sırf din sömürüsü yapıyor diye iktidar yapıp, her pisliğine göz yuman gerizekalılara salak da deriz, göbeğini kaşıyan maymun da deriz, bidon kafalı da deriz. Diyene değil, dedirten beyinsize bak sen.