Pazartesi, Aralık 05, 2011

Al Sana Arşiv - Yılmaz Özdil







İngiltere’yi adres gösterdik.
Beğenmediler.
Buyrun size Türkiye arşivi.





Tunceli vilayeti dahilinde Ovacık Kazası jandarma birliğine tabi Diztaş karakoluna 4/2/938 tarihinde Kalan Aşireti tarafından yapılan taarruz neticesinde şehit edilen karakol komutanı ile 20 jandarma erine ait olup mütaarrızlar tarafından gasbedilen 499 lira değerindeki erzakın bilahare erlerin iaşe bedellerinden ödenmek üzere Ovacık Kazası merkezindeki bakkallardan veresiye olarak alındığı ve bunların Jandarma Genel Komutanlığı bütçesinin iaşe tertibinden verilmesi mümkin olamıyacağı anlaşıldığından, Maliye Vekaleti bütçesinin masarifi gayri melhuza tertibinden verilmesi; Jandarma Genel Komutanlığı’nın işarına atfen Maliye Vekilliği’nin teklifi üzerine İcra Vekilleri Heyeti’nin 23/6/938 tarihli toplantısında onanmıştır.”


İmza?Reisicumhur, Atatürk.Başvekil, Celal Bayar.


Diyor ki…



Adamlar askerlerimizi şehit etti, üstüne erzakını çaldı, şehitlerimizin bakkallara veresiye borcu kalmasın, derhal ödeyin.



Hikâye anlatmayın. Açın şu arşivleri. Bu memleketin, bu milletin…



Şehitlerine olan borcunu ödeyin.

Cuma, Kasım 11, 2011

Atatürk Diktatördü - Bekir Coşkun

Onun için damadına kalkıp devletin parası ile gazete televizyon grubu aldı da kimse sesini çıkartamadı…
*
Mesela bu Meclis… Sülalen karşı çıkarken canını dişine takıp “diktatör” dediğin Atatürk açtı bu Meclis’i…
Yasaları yapsın diye…
Ama sen; açık meclisi yok sayarak, daha geçen gün KHK’lerle kanunları kendisi yapanı yalıyorsun, arsız…
*
Atatürk diktatördü!..
O yıllarda Almanya ve Avusturya’dan kaçan tam 142 bilim adamı, birçok Batı ülkesi dururken Türkiye’ye gelip ilimlerini sürdürebilmişlerdi… Ama daha on gün önce “bilim özgürlüğü yok edildi” diye 50 bilim adamımız TÜBA’dan istifa etti, senin ileri demokratın elinden…
Gazetelerde yazamadılar, televizyonlarda söyleyemediler bile korkularından…
İnsan biraz utanır…
*
Bir test yap istersen…
Çık sokağa şu sözcükleri bağır, bak bakalım insanların aklına kim geliyor:
“Korku…”
“Gemicik…”
“Kayıp trilyon…”
“Evrakta sahtecilik…”
“Villa, mücevherat, ticaret…”
“Hapisteki gazeteciler…”
“Bağımlı yargı…”
“Baskı…”
“Nefret…”
“Faşizm…”
*
Çık dene, diktatörü gör…
*
Bugün 10 Kasım…Hayatta olmayan, silinmek istenen, hakaret edilen, artık hiçbir yaptırım gücü bulunmayan “diktatör” için bir millet sokaklara dökülüp onu özlemle, saygıyla, minnetle anacak…
Onun için ağlayanları göreceksin…
İstersen herhangi bir köy kahvesine girip ona bir laf söyle, başına geleni göreceksin…
Senin “Atatürk diktatördü” diyerek yalakalık yaptığın, altmış koruma arasında sokağa çıkamazken…
*
Şimdi mi aklına geldi Atatürk’ün diktatör olduğu?…
Üç çeyrek asır sonra…
Ama daha dünkü hukuksuzluğu, baskıyı, tehdidi, korkuyu duymadın…Mesela; yazılmamış kitapların suç sayıldığından, gazete patronlarına yazar kovdurulduğundan, ayağa kalkmayanların hapse atıldığından, hırsızlık dosyasının kapağını açan savcıların sürülmesinden, muhalefet şerhi koyan hâkimlerin gönderilmesinden, yargının iktidara bağlanmasından, insanların yatak odalarına kamera sokulmasından, on binlerce insanın telefonlarının dinlenmesinden haberin olmadı…
*
Çünkü…
Utanman yok…

Cuma, Ekim 28, 2011

Yazamadım...

Haziran 2011 seçimleri öncesinde bir süre bloglar kullanıma kapatıldı... Sonrasında da malum seçimler... AKP' nin ülkenin seçmen kitlesinin yarısının oylarını almasıyla yazı yazma gereği de hissetmedim..

Okudum yine çok.. Bir süre haber seyretmek istemedim... Ama elden bir şey gelmiyor. Adına ister vatan sevgisi, ister gelecek endişesi deyin fark etmez, yine üzülmeye, umursamaya, düşünmeye başlıyorsunuz...

Ne yazık!!!

Sadece dizi seyrederek mutlu olabilen, görmeyen, duymayan, bilmeyen birisi olamamak ne yazık... Onlar çünkü mutlu çoğunluk... Her türlü rezilliğe rağmen görmedikleri, okumadıkları için mutlular...

Depremzade.....

35 sene önce…1976.

Van depremle yıkıldı. 3 bin 840 insanımız hayatını kaybetti. Türkiye seferber oldu. Ancak, yardımlar yerine ulaşmıyor, adeta buhar oluyordu. Kış bastırmıştı. Kar fırtınasının savurduğu buz tanecikleri suratlara ok gibi saplanıyor, kurtulanlar kurtulduğuna pişman oluyordu.

O zamanlar TRT’de çalışan değerli ağabeyim Uğur Dündar, bu vahim atmosferde Van’a indi, depremin merkez üssü Muradiye’nin Çaldıran bucağına gitti. Manzara hazindi. Kamyon kamyon yardımlardan eser yoktu. Tir tir titreyen çocuklar, ısınmak için koyunlara sarılıyordu.

Gözleri çukura kaçmış gençten biri yanaştı, selamünaleyküm, aleykümselam, kulağına fısıldadı… Yardımların nerde olduğunu bulmak istiyorsan, Van’a git, Hacı Dodo’yu sor!

Van’a gitti. Eliyle koymuş gibi buldu. Herkes tanıyordu. Müteahhitti. Gerçekten hacıydı. 60 küsur yaşında. Ak sakallı. Bir değil, iki değil, altı defa gitmişti hacca…

Hatta, otobüs almış, hacı adaylarını taşıyordu. Dönüşte, yükte hafif, pahada ağır ne kadar kaçak mal varsa, otobüse zulalıyor, yurda sokuyordu. Hacı’ydı ama, Dodo değildi. Lakabıydı bu…Asıl adı “Salih”ti.

Vaziyet anlaşılmıştı.

Bitirim muhitlerinde büyüyen bi haberci için, bu tipler hiç yabancı değildi. Gitti Hacı’ya… Kendisini Bitlisli müteahhit olarak tanıttı iyi mi!

Uğur Dündar, Norveçli gibi adam, Türkçesi desen, pırıl pırıl… Ama, para hırsı işte böyle bi şeydi. Hacı zokayı yuttu. Çünkü, fıldır fıldır dönen gözleri, sözde Bitlisli müteahhidin masaya koyduğu balya gibi cüzdana kilitlenmişti.

Düş peşime, dedi. Çıkıp, az yürüdüler. Bir depoya vardılar. Açmadı depoyu. Arkasına dolandılar, karlar altında bi yığın… Eliyle temizledi Hacı Dodo, üstünde deprem damgası bulunan cillop gibi keresteler göründü. Tadımlık gösteriyordu…

Afet İşleri Müdürlüğü’nün gönderdiği yardım malzemeleriydi. Kereste, demir, çimento, çivi, ne istersen, ne kadar istersen, sen paradan haber ver dedi. Peki ya depodakiler? Çadır dedi, battaniye, yiyecek filan.

35 sene sonra…2011.

Van gene depremle yıkıldı.

Şu an itibariyle 534 insanımız hayatını kaybetti. Türkiye seferber oldu. Ancak, yardımlar yerine ulaşmıyor. Kış bastırmak üzere, ki… Bi başka “Salih” manşetlerde!

Bu da müteahhit… Erciş’te 20 cesedin çıkarıldığı Sevgi Apartmanı’nın müteahhidi… Kendisinin oturduğu dört dönüm, üç katlı, havuzlu, ultra lüks villada çatlak bile yok. Ama, can tatlı, villasına girmiyor. Çim bahçesine, Mercedes ve Audi cipinin yanına diktiği Kızılay çadırında oturuyor. Hem de bi tane kesmemiş, iki Kızılay çadırı kondurmuş!

Sevgi Apartmanı’nda 20 ceset daha çıkarılmayı bekliyor. O anda binada olmayıp kurtulanlar, çoluk çocuk asfaltta nöbet tutuyor, çadır kamyonunun yolunu gözlüyor. Bu arkadaş ise, cipinde uyuması veya parayı bastırıp herhangi bi marka çadır alması mümkünken… Kızılay’dan iki tane indirmiş bile!

Bana sorarsanız…İki tanecikle çok ayıp edilmiş.Resmi devlet töreniyle en az 20 tane çadır vermeleri lazımdı Salih’e.

Çünkü, bu Salih…

Zurna değildir.

Erciş Kaymakamı tarafından plaketle ödüllendirilmiş müteahhittir.

(Plaketi alan Salih’in tam adı Salih “Ölmez”ken… Plaketi veren kaymakamın Ramazan “Fani” olması, lüzumsuz bilgidir, mevzumuzla alakası yoktur. Plaket takdim törenine katılan Erciş Belediye Başkanı’nın, şu anda AKP Van mebusu olması da, tamamen tesadüftür.)

(Salih’in apartmanından cesetleri çıkaran… Kolon bağlantıları yapılmamış, demirler incecik, kolonlar kalın görünsün diye çevresi briketle örülmüş, üstelik dere kumu kullanılmış, diyen Siemens Arama Kurtarma Ekibi ise, olsa olsa, müfteridir.)

Dolayısıyla, düşünüyorum da, Uğur Dündar’ın ekranları bırakması memleket için gayet iyi oldu… Uğur Dündar’lar olmasın ki, hayırlara vesile olsun, meydan Salih’lere kalsın.

Çarşamba, Mayıs 25, 2011

Günün Değerlendirmesi

Yusuf Ziya Özcan, Gaziantep Üniversitesindeki bir sergideki kadın heykelini müstehcen bulmuş... Helal olsun diyorum, iktidar kudreti dediğin böyle bir şey bence. Neye bakarsan bak, tahrik olacak bir şey görebiliyorsun. Sanattan anlamak bile diyebiliriz YÖK başkanının tutumunu.


*


Sibel Üresin; bu kadın AKP' li belediyelere aile danışmanlığı hizmeti satıyormuş. Değerli bilgilere sahip olduğunu dün gazetelerde yer alan açıklamaları ile öğrendik. Diyor ki hanımefendi; "Ekonomik ve cinsel gücü yerinde olan erkeklerin çok eşli olması yasal olsun". Konuşmanın devamı çok önemli değil. Özü bu. Söyleyen ise aile danışmanı bir kadın ???


*


Diğeri ise, Ergenekon davasında dinlenen bir gizli tanığın Dursun Çiçek' in bir görüşmesine tanık olduğunu ifade ederken Dursun Çiçek' le aralarında geçen diyalog ve bunun yandaş gazetelerde veriliş şekli. Gizli tanık EFE' nin resmen uydurduğu Dursun Çiçek' in sorduğu sorulara verdiği yanıtlardan belli. Dursun Çiçek soruyor; "Beni o gün orduevinde gördüğünü söylüyorsun, o gün ne giyiyordum".


Yanıt; " haki bir üniforma vardı".


DÇ; "Denizciler ne zamandan beri haki üniforma giyiyor?"


EFE; "Pardon , karıştırdım. Beyaz bir üniforma vardı"


DÇ; "Ocak ayında beyaz üniforma mı vardı? Biz kışın siyah giyeriz"


EFE; "Tam olarak hatırlamıyorum. Başka renk olabilir"


Evet.. Tanık ifadesi böyle. Gerçekten de, Dursun Çiçek o gün herkesi kandırmak böyle giyinmiş olabilir. Ama Hürriyet' ten Mehmet Yılmaz' ın dikkat çektiği bir husus var.


Diyor ki Mehmet Yılmaz, yandaş medya bu konuşmanın tamamını vermeden manşetten şöyle verdi haberi; "Gizli tanık EFE, Çiçek'in yüzüne oradaydın dedi"


Bu ayıptır diyeceğim ama kime... Adamların işi bu..


Mehmet Yılmaz' ın yazısı; http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/17869866.asp

Sibel Üresin - Yılmaz Özdil

Sibel Üresin.

AKP’li belediyelere evlilik seminerleriveren “dört dört”lük aile danışmanı.Oku da gülesin…
“Parası olan, cinsel gücü olan erkek, cilveli kadına koşuyor. Haklı bir arayıştır. Kadın itaat etmeli. İmam nikahlı çokeşlilik, kadınlar için kurtuluştur. Yasal olsun” dedi.Daha ne desin?
Eskiden söylemeye utanılırdı.“Haya”ldi.

Kaldı ki…
Başbakanımızın daha cilveli bi fikri var. Mitingde söyledi.
“Malatya büyükşehir olmak istiyor. Ancak, nüfusun 750 bin olması lazım. Burada ufak bi açığımız var. 10 bin eksik… Bu 10 bin açığın 2013’e kadar giderilmesi lazım. Ne yapacaksınız? Nüfus artış oranı binde beş… Bu işbinde beşle olmaz. Ya nasıl olur? Binde 10’a çıkarırsak olur…

Hazır mıyız? Bayanların ellerini görüyorum,bazıları üç diyor, bazıları dört diyor. Üç olursa yeter zaten… Ses az geliyor beyler… İki yıl içinde bu 10 bin açığı tamamlamalısınız, ona göre… Bunu tamamladığınızda mesele bitti.”

Her şeyi devletten bekleme e mi…Ha gayret yani.

Ve, değerli kadınlar…Tercih sizin gari.

Ya başbakanımıza uyup üreyin. Ya da bu kafaya müsaade edin…

Sibel Üresin.

Perşembe, Mayıs 05, 2011

Enayi - Mehmet Yiğittürk

Geçenlerde 5 bin kişiyi dolandırmakla suçlanan biri gözaltına alındı. Adamın uzatılan mikrafonlara söylediği söz şuydu: "Memlekette bu kadar enayi varsa bunun suçlusu ben değilim..."

Adam gazeteye iş ilanı vermiş, başvuranlardan da para toplamış. Sonrası bildik hikaye... Bir toplum düşünün ki, para kazanmak için iş başvurusu yapıyor ama her nedense para veriyor. Sizce de garip değil mi?

Herkes bu insanları dolandıranlara kızıyor ama kimse iş bulmak için para vermeye razı olanı sorgulamıyor. Denebilir ki, "çaresizlik"... Evet olabilir, ama çaresizlikten çıkışın yolu aklını kullanmak, muhakeme yapmak, sorgulamak değil midir?

Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar. Ama gerçek şu ki, o dolandırıcılığı yapan da halkımızın bu sorgulamayan, derhal inanan hatta vaatler karşısında adeta biat eden bu yönünü kullanıyor.
Adama niye kızıyorsunuz, biz enayi yerine koyulmaya teşne olmasak bunlar olabilir mi?

Birileri çıkıp şöyle diyor: "ey ahali biz "Müslüman Holding" kurduk. "Paralarınızı bize verin, faiz haramdır, bankalara yatırmayın biz size helal kazanç sağlayacağız. Şu kadar para yatırdığınızda, şu kadar yıl sonra paranız şu kadar olacak...Bu faiz değil(!) helal kazançtır..."

Yerseniz... Yiyor muyuz? Elbette evet!

Sonra?

Sonrası bildik hikaye...İslami holding bir kaç yıl sonra batıyor(!) her nasılsa "Daha Müslüman" yöneticileri kayıp. Fransa'nın güney sahillerinden görüldüklerine ilişkin haberler okuyoruz gaztelerde. Ya ahali?

Onlar mahkeme salonlarında ve batık holding kapılarında kaybettikleri paraların peşinde... Ne diyorlar? "Nerede bu devlet?"

Birileri çıkıp, "fakir fukaraya yardım edeceğiz ey ahali, bize para, kurban derisi hatta kurbanın kendisini verin" diyor.

Adamlara bakıyorsunuz aynı tiplerin laciverti... Vicdanlıyız ya koşturarak veriyoruz paraları. Sonra bir bakıyoruz o paralarla televizyonlar kurulmuş, gazeteler satın alınmış...

Bizim Başbakan değil miydi otuz küsur yerde BOP eşbaşkanı olduğunu söyleyen? Anayasa mahkemesindeki savunmasında ne dedi, "öyle bir şey demedim." Arkasından bir "one minute" dedi, herkes "bizim Başbakan Batı'ya gider yapıyor" diye bütün ahali unutuverdi her şeyi.
Üç ay önce insan hakları ödülü aldı Libya'da. Saldırıdan on gün önce de "NATO'nun Libya'da ne işi var? Biz sonuna kadar karşıyız Libya'ya NATO operasyonuna" dedi. Saldırıdan birkaç gün önce de şöyle dedi: "Libya'ya NATO operasyonu gereklidir."

Ahali zaten bir hafta önceki sözlerini unutmuştu, ne dese giderdi.

Gemicikler, üçe-beşe kapatma talimatları, mısır satıp zengin olan evlatlar, naylon fatura afları, vs...

Bunların hepsini bir kenara koyalım. Çocuklarınız sınava girmedi mi sizin? Ya komşunuzun, akrabanızın çocukları...

İzlemiyor musunuz televizyondaki sınavzede feryatlarını? İzlemeye devam edin.
Teftiş raporu şöyle diyor: "Şifre var ama kopya yok."

Normal şartlarda akıl buna ne cevap verir? Madem kopya yok şifre niye var?Peki akıl bunu diyor mu? Hayır! Niye? Akıl susmuşta ondan.

Başbakan ne diyor? "Ben tatmin oldum, sordum kopya yokmuş." Yerseniz. Yermiyiz? Hem de nasıl?

Akıl ağzını açıp tek kelime etmez bile...

Türk parasından altı sıfırı atıyoruz diye gözümüzün içine baka baka devalüasyon yaptılar. Kimden çıktı o para? Yine ahaliden. Ya işsizlik fonu paralarına ne oldu?
SGK çatısı altında birleştikten sonra Emekli Sandığı'nın paralarına ne oldu?
Hangi birini sayalım!

Şimdi "kanal yapıyoruz" diyorlar. Kaç para? Belli değil. Ne zaman biter? Belirsiz. Fizibilite çalışması yapıldı mı? Hayır.

Yer miyiz? İzlemediniz mi, salonda alkış kıyamet, tezahüratlara baksan Eski Ali Sami Yen stadı sanırsın...

Benim yerim dar. Bunlara benzer bütün örnekleri sayalım desek, ansiklopedi olur.
Diyeceğim o ki, niye kızıyorsunuz dolandırıcıya? Altı üstü 5 bin kişiyi kandırmış. Üstelik açıkça söylüyor, "ben millete enayi muamelesi yaptım" diye...

Kandırmaya teşne oldukça, yediğimiz her kazığı, duyduğumuz her yalanı bir haftada unuttukça bizi enayi yerine koyan çok olur.

Dua edelim de hepsi o dolandırıcı gibi olsun enayi yerine koymaya çalışanların. Diğerlerinden Allah korusun çünkü onlar ağızlarında Allah adıyla yapıyorlar aynı şeyi.

İzmir' in Kavakları - Yılmaz Özdil

Gavur İzmir’in Bizans konsolosuyuz ya…
Herkes soruyor:Orda n’ooluyor?

AKP geçen hafta “2 Mayıs”ta İzmir’e
yönelik projelerimizi açıklayacağız dedi…

“2 Mayıs”ta İzmir Büyükşehir Belediyesi basıldı.

Olan bu.

Konak belediyesini böldüler, Karabağlar belediyesi yarattılar, hesapta avanta kömür vererek kazanacaklardı,çünkü Karabağlar’da dar gelirli vatandaşlarımız yaşar. Kömür götürenlerin ağzını burnunu kırdılar iyi mi, ezici üstünlükle CHP çıktı… Karabağlar belediyesini bastılar.

Bi parça Karşıyaka’dan, bi parça Bornova’dan kopardılar, Bayraklı belediyesi yarattılar, güya avanta makarnadağıtarak devşireceklerdi. Ahalimiz teşekkür mahiyetinde (!) odunla bekledi makarnacıları, ezici üstünlükle CHP çıktı… Vay sen misin, Bayraklı belediyesini bastılar.

Olan bu.

Başbakanımız, geçen ay, TRT’de Hakan Şükür’ün programına katıldı, “Şu anda İzmir’in Süper Lig’de takımı yok,tabii İzmir’in Süper Lig’de bir tane takımı bile olmayınca Halkapınar Stadı boş kalıyor” dedi. Kafasına ampulşapkası takan mebus adayı Hakan da, tasdikledi.

Bucaspor, eskiden AKP’li belediyeydi. CHP’ye geçti. Anlaşılan o ki, Buca CHP’li olunca, lügatinden sildi… “Boş kalıyor” denilen statta, daha bu hafta 50 bin Göztepeli vardı. 15 milyonluk İstanbul’un Büyükşehir Belediyespor’u ise, 6 seyirciye oynuyor, futbolcu sayısı taraftardan fazla… Üstelik, o stadın adı Halkapınar değil. Atatürk de mi defterden silindi?

Olan bu.

“İzmir’de AKP’liler bile Aziz Kocaoğlu’na oy verir” dedim, küfür ettiler… AKP İzmir mebusu Taha Aksoy, büyükşehir belediye başkanlığına aday yapıldı, Aziz Kocaoğlu’yla birlikte Fatih Altaylı’nın Teke Tek’ine çıktılar.Taha Aksoy elini vicdanına koydu, “Evimi, cüzdanımı, hatta ailemi bile emanet edebileceğim kadar dürüstadamdır Aziz Kocaoğlu” dedi! Sonu oldu tabii, bırak belediyeyi, bu seçimde mebus adayı bile yapmadılar TahaAksoy’u.

Olan bu.

(İki parantez açayım… Laik kılıflı liboşik bi arkadaş var. Yağcılığını margarin gibi suratına sürer. Belediyelerden para alır, vıcık vıcık belgeseller yapar. Aziz Kocaoğlu’dan istedi. Havasını aldı. Utanmadan, oturdu, “Expo gezisi diye Sexpo gezisine gitti” diye yazdı. Yalanlandı. Yalanlandığını yazmadı. Sevmez bu tür arkadaşlar, Aziz Kocaoğlu’nu.)

(Avantacı gazeteciye vermiyor da, nereye veriyor parayı? Tek örnek anlatayım… İzmir Büyükşehir Belediyesi,dar gelirli 160 bin öğrenciye haftada 2 litre süt veriyor. Bu devasa miktardaki sütü, Tire Süt Kooperatifi’nden alıyor. Bizzat köylüden yani… İzmir’in parasını, hizmet ayaklarıyla yandaşın cebine koymuyor. Haberiniz olmaması doğal, çünkü kameraları çağırıp, milletin parasıyla kendine reklam yaptırmıyor.)

Sadece 5 gün önce… “AKP’li Maliye Bakanlığı”na bağlı İç Denetim Koordinasyon Kurulu toplantısı yapıldı.Kaynakların etkili, ekonomik, verimli kullanımı, şeffaf yönetim-denetim kriterleri incelendi.

İzmir Büyükşehir Belediyesi “Türkiye’nin örnek belediyesi” seçildi. Sadece 5 gün sonra, İzmir Büyükşehir Belediyesi basıldı.

Olan bu.

Yolsuzluk yapıp, köşeyi döndüğü iddia edilen “en kritik” daire başkanına, mal varlığını sordular dün… Ne cevap verdi biliyor musunuz? “Dikili ağacım yok, eşim kanserden vefat etti, borç bıraktı, reddi miras yapmak zorunda kaldım, tedavisi sırasında masrafları karşılayabilmek için Vakıflar Bankası’ndan kredi çektim, şimdi taksitle onu ödüyorum.”

(Ayrıca… İmar planına göre ancak “kültür-sanat merkezi” yapılması öngörülen araziye “apartman yapılmasınaizin vermediği için” hakkında soruşturma açılan belediye başkanı duymuş muydunuz hiç? Duyun… Kültür-sanat arazisine apartman yapılmasına izin vermediği için, hakkında soruşturma açıldı İzmir Büyükşehir BelediyeBaşkanı’nın.)

Olan bu.

Şimdiiii…Gelelim zurnanın zırt dediği yere.
Hedef, İzmirliler değil… Çünkü, İzmirliler güler geçer böyle saçmalıklara… AKP yağmurlu havada su bile bulamaz İzmir’de… Peki “Hedef kimdir” derseniz?
AKP.

AKP’nin İzmir’e gıcık olması normaldir. Ancak, Binali Yıldırım’ın “2 Mayıs”ta İzmir projelerimi açıklayacağım demesinden sonra, tam da “2 Mayıs”ta İzmir’de baskın yapılması, anormaldir. Ayak oyunlarının adamı değildir Binali Yıldırım… En azından zekâsına kefilim.

İzmir, savaş alanıdır…
Savcının, polisin aldatıldığını, yanlış yönlendirildiğini düşünüyorum. İzmir’e gâvur, sümüklü gibi yaftalar takanAKP’ye, tam yeridir deyip, İzmir üzerinden tezgah kuruldu. Belli ki dengeler değişti… AKP’ye çalışıyormuş gibi görünen bazı arkadaşlar, AKP’yi tufaya getirdi.
Eli verdiler…Kolu kaptırdılar.

Olacağı buydu.

Bundan böyle herkes ağızdan çıkan laflara dikkat etsin… AKP’lilerin “içeri tıkılan gazeteciler” başta olmak üzere “sürpriz” açıklamalar yapacağından adım gibi eminim.

Şeytanın ...mları - Nihat Genç

Kırkikindiler yağdıkça yağdı Gölbaşı Mogan gölü büyüdükçe uzadı. Ve göçmen kuşlar sazlıkları yuva yapmaya başladı. Yüz çeşit kuş çoktan yavruladılar ve sazlıklarda koloniler halinde Kızılderililer gibi su hava ve balık ve gün boyu sulara bata çıka yaşıyorlar. Gölün etrafını uzun objektifli kameralar sarmış, yavrular suya batıyor otomatik makineli gibi deklanşöre basıyor, anne yavrunun ağzına yiyecek koyuyor otomatik deklanşör seriye geçiyor. Ve gölü çeviren alçak yemyeşil çayırların üstünde gün ortasında birkaç tilki çarşıya alışverişe çıkmış gibi sağa sola bakınarak kıskanılacak bir huzur içinde tin tin yürüyorlar.

Bin Ladin ölmüş, umurumda değil, Mogan’a bahriler geldi, Mogan’ın en güzel su kuşları, başları tepeli ve gümüşi siyahi, renk renk. Kime sorsam soyu tükeniyor deniyordu, bu sene bu kadar yüzlerce Bahri’yi Mogan Gölü tarihinde kimse görmedi…

Ekranlar gazeteler ekonomi konuşuyor dış borçlar cari açıklar hepsi uydurma rakam hepsi yalan, bu toprağın bereketi yağmurdur tarladır ovadır yani ne varsa yine Allah’tan. Ve üstüne göçmen kuşları da gelmişse artık gece mehtap da yerinde duramaz, ve şimdi karşı tepenin ardında hava karardıkça yıldızlar hangi sazlıkta kimbilir hangi su kuşu yavrularını tek tek öpüyordur gagalarından.

Yakınlarım o denizsiz memlekette sıkılmıyor musun diye sorar, ne mi yapıyoruz, Kırkikindiler başladığında Bahri seyretmeye gidiyoruz… Ama tehlikeli bir sorun var, Bahri seyrettiğimiz sazlık kıyıları Ankara’nın en meşhur argo tabirle kaçak et kesim yerleri yani haşna fişna mekanları, arabaların her biri içinde bir erkek bir kız çoktan faaliyete başlamış, arada bir yorgunluk sigarası içerken olacak onlar da başlarını kaldırıp Karabataklar’ın Bahriler’in suda oynaşmalarından ilham alıyor olmalılar. Ve sazlıkların saklı tekinsiz yerlerinde ben ve arkadaşımı yani iki erkek görünce uzaktan kaçak kesimcilere gizlice Bahri yavrularını seyrettiğimizi anlatmak çok zor, alaylı eğlenceli bakışlarla kıkırdıyorlar, hani kaçak kesime iki erkek ayıptır söylemesi iki .bne gelmiş gibi.

LADİN’İN ÖLDÜRÜLMESİ EN ÇOK CEMAATİ VE PKK’YI DÜŞÜNDÜRTMELİ

Bin Ladin’in Amerika tarafından öldürülmesi en çok cemaati ve PKK’yı düşündürtmeli ya da bir daha Amerika’yı. Amerika soğuk savaş yıllarında Sovyetler’e karşı kendi kurduğu tehlikeli oyuncağın ters tepmesi ya da operasyonel süreç sona erdiğinde nasıl şeytan ilan edilip ortadan kaldırıldığını gördük.

Ve İkiz kulelere saldırılar gerçekten El Kaide’nin işiyse ve saldırı sonrası El Kaide’nin Amerika’daki varlığı üzerine yazılan uzun mu uzun raporlar doğruysa El Kaide’nin Amerika’da kreşlerden spor salonlarına üniversitelerine kadar yirmi yılı aşkın yerleşik olduğu ve bu yerleşiklerden devşirildiği de FBA raporlarınca doğruysa…

I. Körfez Savaşı’ndan sonra Kuzey Irak’tan götürülen binlerce Kürt (sonra geri döndüler) ve şimdi cemaatin Amerika’daki varlığı, bir gün şartlar süreçler tersine döndüğünde El Kaide benzeri başka bir içerden kendi sokağından daha sert travmayla Amerika karşılaşmayacak mı?
Yani cemaatin ve PKK’nın dostane işbirliği ebedi mi kalacak? Ancak Amerika güvenlik konusunda ne denli cinnetler yaşarsa yaşasın ‘pragmatik’ bir ülke, bu örgütler şimdilik dost mu dost, okey.

Geçtiğimiz on yıllık süreçte ABD’nin İslam dünyası ve Orta Doğu’yu kontrol için ılımlı sivil işbirlikçileri nasıl yana yana aradığını ve hatta ‘oluşturup’ önce hayata sonra iktidarlara sonra şirin kucağından cephelere sürdüğüne şahit olduk, AKP’sinden Mısır’da Müslüman Kardeşlerine kadar.

Aslında ılımlı İslam’ın Amerika’ya Karakol olmaktan çok daha derin ‘kültürel’ bir işbirliğine gireceğini ben, Trabzon’un ana caddesi Maraş Caddesi’ne AKP’li belediyenin, dünyanın ikinci sırada en büyük ladin ormanları olan bu şehirde, utanılacak çirkinlikte Miami usulü plastik palmiyeleri dikince anlamıştım.

Aslında ılımlı İslam’ı da aşan daha üst bir kültürel bir işbirliği şemsiyesini ben, etnik ve mezhep tartışmalarıyla Türkiye’de balkanizasyon çalışmalarına başlayan NTV’nin hepimizi önce Oscar törenleri sonra sabahlara kadar NBA maçlarına bağlamasından yıllar yıllar önce anlamıştım.
Tabii, batı felsefesinde yepyeni bir çağ başlatan Kant’ın dahi yerliler için ‘uygarlık yetisinden yoksun’, dolayısıyla yok edilmeye mahkum olduğunu söylemesinden çok sonra ondokuzuncu yüzyılda hem savaşarak yok etmek hem de bu yerliler’e yepyeni bir ‘kültür’ şırınga edilmesi başta Amerika’nın da ‘insanlık görevi’ haline gelmişti. Çetin Altan boşuna mı söylemişti: köylülerimiz tenis oynadığında kalkınmış olacağız lafını.

Çetin Altan üzülmesin Türkiye’de yavaş yavaş ama Afganistan’da daha hızlı yayılıyor NBA kültürü, üstelik komşuları Pakistan’ın ve Hindistan’ın sömürgeci efendilerinden kalan kriket’i sollayarak çağ aşıp daha moda.

Anlamadığım Amerika hala neden öldürüyor, 1910’lu yıllarda Amerika’nın bir çok eyaletinde olduğu gibi ‘dejenere, düzensiz kişilerin’ kısırlaştırılması teklifi gibi El-Kaide ya da sert İslamcılar pekala ‘hadım’ edilebilirdi, cemaatci beyinlerin düşünsel hadım edilmesi gibi. Bizleri yine boş rüyalara sokacak kadar mutlu eden 1 Mayıs’ta gördüğünüz üzere kendine sert sol adı verenlerin dahi ‘kısırlaştırılıp’ ehlileştirilmesi gibi, ya da küçük sol grupların puzzle ya da logo taşları gibi meydana düzgünce dizilmeleri, içerde yüzlerce insan hukuksuzca yatarken bizleri fazlasıyla tatmin etmesi gibi.

Yani artık doğduğumuz günden beri suçlayıp küfredip isyan ettiğimiz soğuk savaşın Amerikancı ordumuzun sadece Nato’ya bağlanarak Amerika karakolu olması asıl kimseye yetmemiş. Ordu akıllanmakta gecikmediyse önce Pentagon’a değil önce golf, tenis, NBA’ya, Oscar’a bağlanmamız gerektiğini hiç değilse adamakıllı bir ‘tühh yaa’ diyebilmek için nihayet anlamalı.

Çünkü Amerika’nın Orta Amerika’ya ve Güney Amerika’ya ilk bulaştığı yüzyıldan beri uyguladığı eğitim ırkçı Amerika’nın ırkın yenileştirilmesi sistemidir. Bugün TV sayesinde ırkın yenileşmesi daha hızlı olabilmekte. Ve bunun yanında Amerika’nın 1960’lı yıllarda işbirlikçi generallerine üç dört ayrı ülkede üç dört’ü başarılı biri başarısız darbe yaptıracak gücü vardı, aynı güç bugün daha da serileşti, bakın Mübarek onbeş dakika dayanamadı, Kaddafi birkaç gün kadar uzattı, buralar bir bitsin şimdi hafif ateşte tutulan Suriye yarım saat sürmez.

Bilmiyor olabilirsiniz, İskenderler’in Sezarlar’ın Persler’in Moğollar’ın Napolyonlar Fatihler’in çağlarında dahi bu kadar büyük coğrafyalarda bu denli insan ölmemiş bu denli büyük coğrafyalar boş cola teneke kutusu gibi bir sıkışta bumburuşuk edilememişti.

Afganistan’dan Cezayir’e iç savaşlar, etnik savaşlar, saldırılar, işgaller şu son onbeş yılda, bir saymaya başlayın Kafkasya, Balkanlar, Afganistan, Irak… kaç defa milyonu aşan öldürmeler.
Öyle ki bunları yazacak ya da Amerika’yı ya da yandaşlarını eleştirecek bir küçük cümle kuracak adamınız dahi kalmadı, geçin hepsini AKP’yi eleştirecek bir adam çıkarsa içinizde beş kafalı maymun muamelesi yapıp sirklerde Mars’tan gelmiş uzaylılar diye sergilemek lazım.

ABD ELÇİLİĞİNE BİZİM KAHVEDEN BİRKAÇ ARKADAŞ HARİÇ HERKES UĞRAMIŞ

Ben, Amerika’nın hem hızını hem geceli gündüzlü dur durak bilmeden siyasetten kültürel alana sivil toplumlara kadar yoğun çalışmalarını takdir ediyorum, wikileaks belgelerini okumadınız mı ABD elçiliğine bizim kahveden birkaç arkadaş hariç herkes bir şekilde uğramış, danışmış, fikirler beyan etmiş.

Bin ayrı tartışma içinde sadece şu başörtü meselesine bakın, başörtüsünden önce özgürlük bayrağı inşa ettiler, sonra başörtüsünü operasyonel süreç içinde kullanıp işini bitirdiler, İslamcı kızlarımız da nihayet yeni yeni mal batıya kaydı diye ağlaşmaya şimdi başladı. Cahiller, Amerika senin başörtünü niye desteklesin, onlar İslam ülkelerini klitörisleri sünnet edilip kadının cinsel uzuvlarını kesen ve kadın cinsel organlarını pirana vagina gibi gören bir arkaik kültürün ve dört karılı evliliği hala onaylayan garip bir ortaçağ ülkesi gibi görüyor, sadece kullanır ve atar.

O başörtüsüyle yirmi yıl yoksulluğu, eşitsizliği, etnik kavgayı, hukuksuzlukları örtmeyi başardılar ama sonunda gördük ki başlarını üniversitede mecliste örtemediler, artık o başörtüsüyle kim nerelerini örtüyor başörtüsüne gerçekten samimi inananlar düşünsün, ya da İngiliz prensin evlilik düğününden eski sömürgelerinin mutlu olması gibi sizler de cumhurbaşkanı ve başbakanınızın eşinin başörtüsüne her akşam peri masalı sevinç gözyaşları dökmeye devam edin.

MİLYONLAR ÖLÜRKEN SİZ BAŞÖRTÜSÜNÜ TARTIŞIYORDUNUZ

Başörtüsü tartışması uğruna Irak’ta milyonların ölümünü de görmediniz, çünkü kendi ülkenizdeki iktidar gözünüzü döndürmüş insanlığınızı kaybetmiştiniz. Kimyasal silah var diye Irak’a giren yüz binlerce Amerikalı askerin üniformalarını da görmediniz, gece dürbünlerini, belindeki silahları, çelik kasklarını… ve her Amerikan askerinin sinir gazı silahları taşıdığını neden göremediniz, hem kimyasala karşı hem yüz bin askerin belinde sinir gazı, üstelik gece basılan evlerde üç beş yaşındaki minicik kızlara bu gaz silahları sıkılırken de siz başörtüsü tartışıyordunuz sipariş üzerine ekranlarda.

Üstelik daha geçen yıl Suriye mayınlı arazilerini İsrail’e satıyordunuz, şimdi Suriye’deki karışıklıkları önceden bilenlerin bir tezgahı olmasın sakın diyenler İslamcılar içinde dahi çoğalıyor ya da Türkiye ile vizeyi kaldıran Arap ülkelerin hemen hepsinde iç karışıklıkların başlaması bir tesadüf mü diye İran’da sorulmaya çoktan başlandı. Hadi Mübarek’i Kaddafi’yi hadi yarın Beşar Esad’ı da sattınız peki Nasrallah’a da uzanırsa ABD’nin Tayyip’e süflörlüğü ne diyeceksiniz?
Nerden okumuşsanız ağzınızda bir tek parti, o tek partinin dahi o yıllarda Asya Afrika ve Orta-Doğu’da en büyük tohum ıslahı projeleri geliştirdiğini en büyük bataklık kurutma, verem tifoyla savaş, suları temizleme, kuru incirinden buğdayına ofisler kurulup ziraatçiler yetiştirdiğini görmediniz ve bu milli kendine yeten ürünler olmadan egemenlik bağımsızlık olamayacağını ideolojik mağaralarda size hiç söylemediler, kuklalar gibi kullanılıp şimdi sümük gibi bir tarafa atıldınız.

Ve size otuz yıldan beri devletin üretmesi kötüdür devlet şirketi küflüdür bürokrasi hantaldır masalları anlattılar, oysa zarar ederse satarsın kar getiriyorsa satmazsın, dinleyen mi vardı, hepiniz sipariş gestapo liberallerle kol kola güya bu işlerden anlarmış gibi devlet üretmesin, devletin fabrikası PTT’si olmasın diye aralıksız yirmi yıl ekranlarda bilmiş bilmiş veryansın ettiniz, alınan milyar dolarlar bari işe yarasaydı sadece pırlanta ithaline yetişmiyor.

FABRİKALAR DOLUSU POLİSLERLE SALDIRIYA GEÇTİLER

Devlet küçülsün küçülsün ne oldu, devlet hepsini sattı. Ancak aynı devlet sattığı bütün fabrikaları dolduracak kadar polis istihdam etmeye başladı ve gece baskınları ve joplamalar ve şimdi, değil günlük gazeteleri bir İnternet sitesi ODA TV’den Ekşi Sözlükler’e kadar fabrikalar dolusu polislerle saldırıya geçtiler…

Devlet üretmesin diyenler devlet ‘polis’ olmasın niçin diyemedi, çünkü devletin küçülmesi bahane, milli irade parçalanacaktı, Orta Doğu’da keşke diktatörlükler devrilse, devletin üretmesi aptallıktır diyerek devleti, diktatör suçlamasıyla milli direnci bertaraf işte gözlerinizin önünde yok ediyorlar, ve üstelik cici anayasayı patronlara yaptırıyorlar, sonunda devletin siyasi şekli Amerika’nın arzuladığı siyasi kıvama geldi, devlet dediğin artık: Başbakan Tayyip Erdoğan ve yanında savcılar ve polisler, bu kadar. Uygulamaları ise, satmak, saldırmak, içeri tıkmak, tıpkı Amerika gibi.

Ekonomi mi dediniz, dış borçlar mücevherat müsrifliği dahil çoğalınca benzine zam yapıp yoksul halkın sırtından çıkartırsınız, kim ne diyebiliyor?

Önce gerçek gazetecilerin çoğalması engellendi, Uğur Mumcular, Taner Kışlalılar boşuna mı öldürüldü, sonra her şeye rağmen doğada kalmayı başlayan son türleri bizim Barışlar Nedimler gibi sorgusuz sualsiz içeri tıkılıp imha edildiler.

Ergenekon’dan içeri tıktık suikastler kesildi ülkeye hürriyet geldi diye dangalakça sevinenler, bir saniye olsun Uğur Mumcular’ı Hablemitoğullarını öldüren derin devletin köprü ayaklarının birkaç sarsıntıdan sonra asıl şimdi tek başına derin yerine yerleştiğini… on yedi yaşındaki sınav mağduru öğrenciler dahi çakızladı da siz hala uyanmadınız, ya da ekranlar maaşlar gazeteler gel keyfim gel niçin uyanalım sürsün bu ekran rüyası mı demek istiyorsunuz

Üstelik cumhurbaşkanından başbakanına bütün demeç ve eylemlerinde ‘sosyal ayrımcılık’ gırla gidiyor, etnik mezhep ayrımcılığı gibi sosyal ayrımcılık cumhurbaşkanına başbakanına kişisel olarak bilemem ama resmi olarak mahkemelerde sürüne sürüne hesap vereceği bir büyük anayasal suçtur, sınava giren çocuklar cemaat dershanesinden olmadığı için savsaklanması şikayetlerin dinlenmemesi soruşturulmaması bu topraklarda şimdi gördüğümüz yepyeni bizden olan olmayan hukuk karşısında eşit değildir eylemidir ve halkımızı şaşkına çeviren çok zalimce bir sosyal ayrımcılıktır… Halkı değil cemaati korumak zorunda olan cumhurbaşkanı savcılar polisler müfettişler sağolsunlar sonunda ülkemize yepyeni bir ‘ayrımcılık’ hediye ettiler ve ulusa yurttaşlığa vatandaşlığa oldum olası niçin karşı oldukları ve hukuktan niçin korktuklarını artık sadece bizler değil tüm halkımız şaşırarak öğrendi.

Ve her gün köşelerinde şıkıdım şıkıdım yazan yüzlerce gestapo liberal yazar. Ağız içleri zührevi hastalığa kapılmış gibi tek kelime edemiyorlar. Üstüne yeni siparişler bekliyorlar, nereye saldıralım, seçim öncesi CHP, MHP iyi olur, kim itibarsızlaştırılacak kim içeri tıkılacak senaryolarıyla başlarını kaşıyacak vakitleri yok. Sanatçılar bıçaklanıyor heykeller yıkılıyor yazarlar içeri tıkılıyor siteler yasaklanıyor belediyeler gazeteler basılıyor maşallah Allah için tek satırlarını görmedik…

İZMİR’DEKİ POLİS BASKINIYLA BİN LADİN’İN ÖLDÜRÜLMESİ AYNIDIR

İzmir Büyükşehir Belediyesi’ne seçim öncesi yapılan polis baskınıyla Bin Ladin’in öldürülmesi aynıdır çünkü aynı operasyonel sürecin parçalarıdır…

Milli, direnen, diklenen, hakkını arayan, eleştiren herkes ya kısırlaştırılacak ya ehilleştirilecek ya da yok edilecek. İşte gördünüz cemaate dokunanların başına gelenleri, son piyango MHP’ye çıktı.
Üstelik özel yatak odalarından yapılmış bir gizli kamera çekimi. Uçsuz bucaksız bu topraklarda sosyal bir temizlik’in birkaç parçası sadece birkaç fotoğrafı bunlar.

Arkadaşım aradı, kalk şu kitapların başından göle gidelim Bahri seyretmeye, yerinden fırlayıp çıkarken kapıdan, kapıyı bu sefer üç kez kilitledim…( Hemşehrim bir komşum vardı, çelik kapılar üç ayrı kilit sistemi yetmez bir de beline çift tabanca sokağa çıkardı…)

Çevirirken kilidi telaşla üst üste üç defa, bu dedim, eski tür bir güvenlik, çağın gerisinde kalmış, ordusu, MHP’si, CHP’si hepsi ‘kilitle’ ‘silahla’ değil ‘gizli kamerayla’ çökertildi…

Söyleyin şimdi PKK mı yoksa cemaatin gizli kameraları mı hangisi daha etkili ölüm mangası gibi çalışıyor?

Ve hem PKK hem de cemaat, yoksul ve suça yatkın çocukları saflarına katarak disipline eder, bir dava sahibi yapıverir, farklı marjinal isyancı kanallara akmasını engeller. Ve bu topraklarda en yoksul en sahipsiz dünyadan habersiz çocuklarımız dahi bütün bu coğrafyalara hükmeden katleden pancarımız tütünümüz yazarlarımıza kadar soyumuzu yok eden işbirlikçilerin askerleri haline gelir…

Yani cemaati ve PKK’sı dolayısıyla Amerikası bu toprakların çöpü dahi sayılmamış unutulmuş terkedilmiş dışlanmış çocukları kullanarak bir ülkeyi infilak ettiriyor. Bir zamanlar Nato’ya kahraman subaylık yapmış askerlerimize çok şeyi anlattık ta işte bu ‘amansız yoksulluk gerçeğini’ bir türlü anlatamadık.

Olur ya ABD bir gün, cemaatin savcıları, PKK’nın ve gestapo liberallerinin başaramayacağını anlarsa, işte o zaman Amerika Afganistan Irak ve Libya örneğinde olduğu gibi anında NATO’ya müracaat eder.

Ne diyelim, Nato’nun ya da sinir gazı tabancalı yüzbin Amerikan askerinin yapamadığını daha yumuşakça Cemaat, PKK, gestapo liberaller daha acısız yapıyor diye sevinmeli miyiz?
Ne yapalım, mağdur olmadan gerçeği asla öğrenemeyen bir medya üniversite eğitim ve asker ülkesinin çocuklarıyız…

Ne yapalım Su Kuşları, hırsız zengin olunca kleptoman diyorlar, katiller Amerikalı ya da Amerikan dostu olunca ‘özgürlük savaşçısı’ diyorlar.

Ne yapalım Mogan’ın su kuşları Bahriler, oysa bu denli çaresiz ve yalnız kalmadan da bize ağlamayı öğreten ne güzel türkülerimiz vardı. Ama medya patronları ve askerlerimiz ABD elçiliklerinde günlerini gün ettiler, dinleyenimiz yoktu.

Bin Ladin öldü ama rezil olmadı, Bin Ladin’i sadece öldürdüler Türk Ordusu’na daha altından kalkılmaz haysiyetsiz bir ölüm şekli düşündüler, yine eski dostları bugün Ladin’i öldürenler.
Gördünüz işte Şeytanın bir değil kaç tane .mı olduğunu. Kaç çeşit sivil örgütten kaç çeşit kandırılmış uydurulmuş, kaç çeşit kullanılmış, kaç çeşit geri tepmiş öldürmüş, kaç çeşit saf değiştirmiş ama hepsi Amerikan şeytanın .mları.

Çağlar değişse kullanılmaktan kurtulamamış köle sefil sömürge çocuklarından üretilmiş kaç çeşit kaç bin cins Şeytan .mıdır bu…

İnsan bir deste kürdanı dahi zorlansa üç-beş günde kıramaz, bu şeytan .mları sayesinde Amerika, Yemen’den Mısır’a Türkiye’ye Kaddafi’ye Esad’a üç değil üç saat sürmedi…

Cumartesi, Nisan 30, 2011

Güne Dair

Çılgın proje açıklandı;

Karadeniz ve Marmara arasında İstanbul boğazına rakip bir kanal açılacak.

Yapılması mümkün değil demeyeceğim. Diyemem, çünkü konunun uzmanı değilim. Yapılabilir, teknik olarak mümkün. Ama, olay tam Menderes mantığıdır. Yani bize plan değil pilav lazım mantığının ürünüdür, bu bir ben yaptım oldu cinliğidir.

Bu oyunu yutacak milyonlarca seçmenin olduğunu bildiği için zaten rahat rahat atıp tutuyor RTE.

Fizibilitesi yapılmadan, kanunlara, yıllar önce imzalanmış uluslararası anlaşmalara aldırmadan kanal yapmak, ya da yapacağını iddia etmek, YGS gibi, yolsuzluklar gibi olaylara bir miktar ilgi gösteren seçmeni başka tarafa baktırmaktır.

Tabi bu söylentilerle birilerine rant sağlaması da cabası. Boşa değil elbet, Ali Ağaoğlu gibi, Fettah Tamince gibi, Vahit Kiler gibi vergi vermeden cebini dolduran sihirbazların hemen projeye sahip çıkması.

Fatih Altaylı bugün köşesinde konuyu şöyle özetlemiş;

Hesap iyi şeydir.
....
Eski Bakan Binali Yıldırım ise projenin 20 milyar TL’ye mal olacağını ve rantabl olduğunu söyledi.
Başbakan Erdoğan ise Boğaz’dan yılda 60 bin gemi geçtiğini açıkladı.
Şimdi hesap yapalım.
Boğaz’dan geçen gemilerin tümünü, bedava geçtikleri Boğaz yerine parayla geçilecek Kanalist’e yönlendirseniz, yılda 60 bin gemi bu kanaldan geçer.
Her bir geçişten ortalama 5 bin dolar alsanız yılda 300 milyon dolar eder.
10 yılda 3 milyar dolar. 100 yılda 30 milyar dolar eder.
Açıkçası ben bir rantabilite göremedim.
Demek ki, bu projenin asıl rantı gemilerin geçişinde değil. Gemi geçişi işin halka gösterilen “havuç”u.
Demek ki, asıl rant, bu kanalın çevresindeki arazilerde, burada yapılacak inşaatlarda, şehirlerde. Gemiler işin süsü, boyası.
Orada mangır yok. Belli ki, kanalın çevresine yeni yeni şehirler kurulacak. Ciddi bir emlak rantı elde edilecek.
Projeyi kim veya kimler alacaksa, parayı buradan çıkaracaklar.
Gemiler büyük ihtimalle yine Boğaz’dan geçmeye devam edecek.
Projenin yerinin gizli tutulması ise ayrı bir acayiplik.
Bahane, rant sağlanmaması...
Ama asıl rantın gizlilikle sağlandığını unutuyorlar.
Bu arada kanalın iki ucuna birer Deniz Feneri yapılırsa şahane olur.
Rantın nerede olduğuna ışık tutarlar.

Görüldüğü gibi Fatih Altaylı' nın sözlerinin üzerine diyecek bir şey yok.

Ama dedim ya, RTE kendisine oy veren veya vermeye eğilimli seçmenin bu tür hesaplara girmediğini, hatta bu tür hesapları yapanları okumadıklarını çok iyi biliyor.

Ayrıca, RTE ve ekibi hiç bir zaman bir rakibin önünde veya muhalif gazetecilerle bir araya gelip canlı yayınlara katılmadığı için rahatlar. Her yalanı yüzleri kızarmadan söyleyebiliyorlar.

Ben bu satırları yazarken RTE Muş' ta seçim mitingi yapıyordu. Ve orada büyük alkış alan bir laf etti. Dedi ki; "Ergenekon' dan medet uman CHP zihniyetiyle, faili meçhuller aydınlatılamaz, aydınlatılmasını istemezler"...

Bunu diyen adam, CHP' nin en az bir düzine faili meçhulleri araştırma komisyonu kurulması önerisi AKP oyları ile ret edilmiştir.

Yine bu satırları yazarken, Kemal Kılıçdaroğlu ise Hatay' dan RTE' ye çağrı yapıyordu: "SSK' yı batırdığımı söylüyorsun. İstediğin kadar Bakanını, istediğin Sosyal Güvenil uzmanlarını, istediğin gazetecileri, istediğin televizyon kanalında karşıma çıkar. Söz veriyorum, SSK olayından başka konulara da girilmeyecek. Çıkabilir misiniz benim karşıma?"

Çıkmayacaklarını elbette biliyoruz.

Söğüş Kanalı - Yılmaz Özdil

Haybeden 400 kilometre yol yapıp Mora Yarımadası’nın etrafından dolaşacağına, zırt diye, Ege Denizi’nden Adriyatik’e geçivermeni sağlar.

Rusya’da Volga-Don Kanalı var. Volga ile Don nehirlerini öpüştürür, böylece, arasında denizyolu irtibatı olmayan Hazar Denizi’yle Karadeniz’i birbirine bağlar.

Almanya’da Kiel Kanalı var. Git babam git, taaa Danimarka’nın etrafını dolaşacağına, kestirmeden, Kuzey Denizi’nden Baltık Denizi’ne geçersin.

Finlandiya’da Saimaa Kanalı var.
Deniz gibi kullanılan ama, eskiden denizle irtibatı olmadığı için oturma odasındaki küvet gibi duran Saimaa Gölü’nü Finlandiya Körfezi’ne bağlar.

Kanada’da Welland Kanalı var.
Bizim oturma odasındaki leğen gibi duran Van Gölü’nün benzeri Ontario Gölü’nü, Erie Gölü’ne bağlar, oradan Atlas Okyanusu’na yol açar… Böylece, deniz ebatındaki göllerinde anca sandalla kefal tutacağına, vızır vızır tanker dolaştırırlar.

Panama Kanalı malum…
Zart diye Atlas Okyanusu’ndasın, zort diye Pasifik Okyanusu’nda.

Süveyş Kanalı desen…
Antalya’dan demir alıp, boydan boya Akdeniz’i geçip, Atlas Okyanusu’nun dibine kadar inip, Afrika kıtasınınaltından kıvrıla kıvrıla dolanacağına, tereyağından kıl çeker gibi Kızıldeniz’e süzülürsün. İster Aden’e git, ister Basra’ya.

Ya bizimki?

Karadeniz’i Marmara Denizi’ne bağlayacakmış iyi mi…
Arada irtibat yoktu çünkü.

Arazileri çılgın’casına kapatan ileri görüşlü (!) arkadaşlarla, memlekete boru döşeme uzmanı olan müteahhitlerin cebi arasında güzel bi kanal olacak sanırım…

Yırtarım semtleri
cüzdanlara sığmam, taşarım
kükremiş sel gibiyim
İstanbul’u çiğner, aşarım
hangi çılgın bana zincir vuracakmış?
Şaşarım.

E adını koyalım.
Arap’ınki Süveyş…
Bizimki olsa olsa, söğüş kanalı

Bahis - Yılmaz Özdil

Prens Çarls’la Leydi Dayana’nın oğlu Vilyım, sıradan vatandaş Keyt’le evleniyor…Tören sabahın köründe, 9

’da başlıyor, nikâh 11’de, kına gecesi yok, damadın halasından bilezikkkk filan da yok, takan takmış zaten, gerdek işinin çoktan halledilmiş olduğu tahmin ediliyor.

*
Başka ne tahmin ediliyor?
*
Bahis siteleri birbirinden enteresan iddialar koydu, ahali şakır şakır para yatırıyor.
*
“Gelinliği hangi terzi dikti?” iddiasının seçenekleri arasında, Valentino, Armani, Marchesa, Matthew Williamson, Bruce Oldfield, Vera Wang, Carolina Herrera, Oscar de la Renta, Dior, John Galliano bulunuyor… Chanel 1’e 33’ken, Amanda Wakeley 1’e 4 veriyor.
*
“Gelinliğin kuyruğu kaç metre olacak?” iddiası, 8’e kadar yolu var’dan başlıyor, 8’den fazla olur’a kadargidiyor… En fazla para, 2 metreden kısa’ya yatırılmış vaziyette.
*
“Gelinlik ne renk olacak”ın kataloğu ise, beyaz, lila, pembe, ton ton…
Kırmızı, 1’e 50.
*
Peki, Kraliçe ne renk şapka giyecek? Açık mavi ve gri en çok beklenen, oranı 1’e 5, mor 1’e 6, yeşil 1’e 8, sarı 1’e 10, kırmızı 1’e 12, siyah 1’e 16, beyaz 1’e 20… Göreceğiz.
*
Kraliçe’nin kocası Prens Filip törende uyur mu? 1’e 10.
*
Gelin arabası kiliseye giderken bozulur mu? 1’e 5 bin.
*
“Ne zaman çocukları olur”da en çok para, dokuz ay sonra’ya yatırıldı. İlk çocuğun cinsiyeti de bahis konusu…“İlk çocuğun adı olsa olsa ne olur”un favorisi, merhum kaynana Dayana.
*
“Bunlar ne zaman boşanır?” var iyi mi… 10 sene dolmadan, 1’e 8 veriyor.
*
“Prens kazmadır, takayım derken yüzüğü düşürür” diyenler, 1’e 20 alacak… “Damadın sağdıç kardeşi PrensHeri, serseridir, yüzükleri getirmeyi unutur” diye düşünenler, 1’e 25 kapacak.
*
Davetlilerden biri “Durunnn, onlar evlenemez” diye bağırıp, nikâha mani olmaya kalkarsa… “Kalkar mı kalkarabi” diyenler, 1’e 50 indirecek.
*
Gelinin anası sakız çiğner, 1’e 23… Fırsatı kaçırmaz, ilk ağlayan Eltın Con olur, 1’e 8.
*
Balkondan selamlama sırasında damat gelini dudağından öper, 1’e 5… Yanağından öper, 1’e 4… Heyecandaneli ayağına dolanır bu salağın, kulağından öper, 1’e 33.
*
İlk öpücüğün süresi ne olur? 0-3 saniyeye günahını koyan bile olmadı henüz… 3-10 saniye 1’e 5, 10-60 saniye 1’e 25, yapıştı mı bırakmaz kardeşim, bi dakkadan fazla öper 1’e 250.
*
Damadın pantolonu patlar, 1’e 25… Gelin damadı bırakıp, kiliseden kaçar, 1’e 100… (Ben her ihtimale karşı,gelin kaçar’a 5 sterlin koydum.)
*
“Düğün yemeğinde ne yenecek?” derseniz… At eti, 1’e 500 veriyor.
*
İlk dans şarkısı ne olacak?
Angels 1’e 8
Nothing compares to you 18
Sex on fire 1’e 50!
*
Balayına nereye giderler? Nişanlandıkları Kenya, en çok tahmin edilen adres… Las Vegas 1’e 100 verirken, Disneyland 1’e 125.
*
Bakın, Disneyland deyince, bizim çılgın proce’nin çizgi filmi geldi aklıma… Şu İngiliz bahis siteleri “söğüş kanalıne zaman biter?” diye iddia açsa da, para koysak azizim…
*
Malum, mevzu’bahis söğüşse, gerisi teferruattır… Seçenekler “sittinsene, çıkmaz ayın son çarşambası, hamsikavağa çıkınca, 13 Haziran 2011” falan!

SON DAKKA NOTU:
Hazır, herkes çılgın mılgın hayalleriyle meşgulken, haşırt diye, şifre var, sorun yok deyip, üniversite sonuçlarını açıkladılar. Böylece, sadece şifreyi kapan çağla bademler kazanmadı… “Kalıbımı basarım” bu rezaleti örter bunlar, diye iddiaya girenler de kazandı

Deşifre - Yılmaz Özdil

Star Haber’de söylemiştik.
Bi de yazarak verelim.
*
Şifre var, faydalanan yoksa…
Bu ne?


*
Google’a girin, “google trends” yazıp, tıklayın, açılan sayfanın “kelimeyi ara” bölümüne “mod medyan” yazın,bi grafik çıkıyor, sağ üst köşedeki “ülkeler” bölümünden Türkiye’yi seçip, ülkelerin hemen yanındaki “zaman” bölümünden “son 12 ay”ı tıklayın… Bu çıkıyor.
*
Mod medyan kelimesinin, son 12 ay içinde, Türkiye’den aranma istatistiği.
*
Şimdi lütfen, sayfayı sağa çevirin, öyle bakın... “Jan 2011” çizgisi, yılbaşı…
İlk dilim şubat ayı, ikinci dilim mart ayı, “Apr 2011” çizgisi, Nisan ayının başı.
*
2010 boyunca arayan yok.
2011 Ocak, yok.
2011 Şubat, yok.
Mart’a girince, ayın 5’i gibi
aranmaya başlıyor, ay sonuna
doğru adeta füze gibi fırlıyor.
Vızır vızır.
Arayan arayana.
Çılgın’ca.
*
Sınav ne zamandı?
27 Mart.
*
Sonra çakılıyor.
Kimse aramıyor.
*
Hâlâ ne diyorlar bize?
Şifre var, faydalanan yok.
*
“Şifre var, keriz çok” deselerdi,
daha tatmin edici olurdu aslında!

Perşembe, Nisan 21, 2011

Çılgın Proce - Yılmaz Özdil

Kendi kendine yeten yedi ülkeden biriyken… Buğday ambarı’nın buğday ithalatında şampiyon olacağı, nohut’u Meksika’dan, mercimek’i Kanada’dan, sarımsak’ı Çin’den alacağı, el âlemin patates’ine fasulye’sine muhtaç kalacağı, topraklarımızın İsrail’e satılacağı aklınızın ucuna gelir miydi? Taaa Uruguay’dan inek getirmek çılgın proje değil de nedir?

“Aziz vatanın bütün tersanelerine girilmiş olabilir” uyarısına rağmen… 16 Mayıs’ta, Mustafa Kemal’in Bandırmavapuruyla Samsun’a gitmek üzere yola
çıktığı günün tıpatıp aynısı, 16 Mayıs’ta, Bandırma Limanı’yla Samsun Limanı’nın satılması, çılgın proje değil denedir?
*
Şeref madalyalı subayların “terörist” ilan edileceğini; şehitlerin “kelle”, Apo’nun “sayın” olabileceğini, PKK’lıların üstü açık otobüsle şehir turu atıp, milletvekili adayı yapılabileceğini hayal edebilir miydiniz? “Anayasa’dan Türkkelimesi çıkarılsın” denirken, devlet büyüklerimizin “Güzel şeyler oluyor” demesi, çılgın proje değil de nedir?
*
Hukuk ulemaya sorulacak, polisimiz
imamın ordusu olacak, Nutuk suç delili sayılacak; tembel kedi Garfield’le külkedisi Cinderella gözaltına alınacakdeseler, inanır mıydınız Allah aşkına? Anne-babasıyla restoranda yemek yiyen bebelere, matiz’likten suçüstüyapılması, çılgın proje değil de nedir?
*
AB’ye sittinsene giremeyeceğimizi belki düşünmüşsünüzdür ama… Papa heykelinin önünde, yani, manevi huzurunda, AB Anayasası imzalayacağımızı, sonra da
“Ya Allah, bismillah” diye güpegündüz havayi fişek fırlatacağımızı tahmin edebilir miydiniz? Gençlerimiz havayauçurulurken, çocuklarımız sellerde boğulurken istifini bozmayanların… 85 yaşındaki Papa’nın yatağında vefatetmesi üzerine, İçişleri
Bakanlığı genelgesiyle, tüm yurtta bayrakları yarıya indirmesi, çılgın proje değil de nedir?
*
Türk Telekom Arap, rakı İngiliz olacak deselerdi, hadi ordan demez miydiniz?
Meyveli ithal cıvık’lar rahat rahat satılsın diye, ahalinin damak alışkanlığını değiştirmek için, Bakanlık emriyleyoğurdumuzun kıvamını değiştirmek, çılgın proje değil de nedir?
*
Telefonlara kulak, makam odalarına böcek konulmasını, 10 sene önce hangi vizyoner hayal edebilirdi? Yatakodalarına kamera döşenmesi, çılgın proje değil de nedir?
*
12 Eylül’de “evet” deyip, postalını yaladığı darbeciye evinde parti veren yalakaların, öbür 12 Eylül’de hiçutanmadan “hayır” diyenlere darbeci demesi… Yargılanacak denen Evren’e zam yapılması… Muhtıra verene,zırhlı makam aracı hediye edilmesi, çılgın proje değil de nedir?
*
İşsiz çoğalırken, işsizliğin azalması… Dünyanın en pahalı benzinini kullanırken, enflasyonun düşmesi…Donumuzu satmamıza rağmen, borcun büyümesi… Son 8 senede 80 şehrimizde 888 kere petrol bulunması…Kişi başına milli gelir hesaplanırken, nüfusun 7 milyon kişi eksik çıkması… Seçim yaklaşırken, seçmen sayısının7 milyon kişi artması, çılgın proje değil de nedir?
*
Atamamız niye yapılmıyor diye soran öğretmenlerin gözüne gaz sıkılırken, yurtdışından öğretmen ithal edilmesi… Hekimlere dolandırıcı, eczacılara yankesici muamelesi yapılırken, rabbimin Cleveland demesi…Pantolon paçasının çoraba sokulması, Nobel’e aday gösterilmesi gereken çılgın proje değil de nedir?
*
Çevrecinin daniskası olup, ormana gecekondu kondurmayı, bi nebze akıl etmiş olabilirsiniz ama… Ha nükleersantral kurmuşsun, ha evine tüp bağlatmışsın, çılgın proje değil de nedir?
*
Kız çocuklarımızın okula gitmesi için son nefesine kadar gayret eden profesör’ün “Fahişe bu” diye evibasılırken…
“Dekolte giyen kadınlar tecavüzü hak eder” diyen profesör, hâlâ görevinin başındayken… Üniversitesorularına alenen şifre koyup, gençlerimizin hayallerinin ırzına “şehven” geçilirken… Yetkililerimizin “tatmin”olması, çılgın proje değil de nedir?
*
Sanatın içine tükürmek, tiyatroları kapatmaya çalışmak, Taliban gibi heykel yıkmak… O heykel yıkılmasın diyemücadele veren Atatürkçü, çağdaş, onur duymamız gereken ressamımızı bıçaklamak… Bırak çılgını mılgını,cinnet projesi değil midir?
*
Ahali hâlâ çılgın proje bekliyor iyi mi.
“Yetmez ama evet” diyorlardı…
İnanmıyorduk.

Cumartesi, Nisan 02, 2011

Sayın Sapık - Yılmaz Özdil

Sapık yakalandı.

Türkan’a tecavüz etmiş.

Türkan henüz bebe.
Bıçaklaya bıçaklaya öldürmüş.
8 yaşındaki Ahmet’i boğmuş.
6 yaşındaki Dilruba’yı da.
Dilburacık çok çırpınmış.
Öyle anlatıyor.

Adı ne bu sapığın?
U.V.G.

U’ğursuz
V’icdansız
G’eberesice sanırım.

Kodlayarak veriyoruz.
Ki, rencide olmasın.
Toplum içindeki saygınlığı zedelenmesin, aman diim…
Ele güne mahcup olmasın.

“Sayın” çünkü sapık.

Dilruba’yı Dilruba diye yazıyoruz.
Türkan’ı T. diye kodlamıyoruz.
Annesini-babasını…
Adıyla soyadıyla yazıyoruz.
Evlerinden canlı yayın yapıyoruz.
Duyduk duymadık demeyin…
Aha işte burda oturuyorlar!

Sapığı kolluyoruz bu arada.
Ki, insan hakları var sapığın.

(Televizyonlardaki sigara sansürü gibi bi şeydir bu… Dizilerde, filmlerde tecavüz sahnesi serbest, cinayet sahnesi serbest, tecavüz ve cinayetten sonra sigara tüttürürken buzlama konuluyor!)

Ha denebilir ki, sapığın sapık olduğu mahkeme kararından sonra sabit olur... Peki o halde niye, şöyle tecavüz etti, böyle bıçakladı, şu şekilde bavula koydu, buraya gömdü diyoruz? Hani mahkeme kararı?

Madem, açık açık itiraf eden sapık bile mahkeme kararıyla mahkûm ilan edilmeden suçsuzdur… Niye o zaman, iddianamesi bile olmayan gazetecilerin evini basarken kamera çağırıyoruz? Şeref madalyalı subayların, uluslararası ödüllü profesörlerin, suçlu olup olmadıkları belirsizken… Neden “terörist, darbeci, vatan haini” diye manşetlere asıyoruz?

Hukuki haklarından faydalanmak için illa sapık mı olmaları gerekiyor?

İnsanları domuz bağıyla öldürüp, oturma odasına gömen şeriatçıları sokağa sal.
Bölücüye halay çektir.
Keriz Feneri’ni ört.
Sapığı koru.
Namuslu insanları infaz et.

Adalet’in A’sı bu kardeşim…
K’sını zaten biliyorsunuz.

Nükleer - Yılmaz Özdil

Libya Mibya dalgasına bi türlü yazamamıştım, Suriye patlamadan aradan çıkarayım şunu bari.

*
Japonya 9’la sallandı, Star Haber’in şövalyeleri Turgut Erat ve şef kameramanımız Mustafa Şap, ilk uçakla uçtu. İzlemiş sinizdir mutlaka, hazin tabloların yanı sıra, artçı depremleri bile canlı yayında aktardılar. Ve, ekranlara yansımayan çok enteresan bir hadiseye şahit oldular.
*
Gazze’ye Mavi Marmara’yı gönderen İnsani Yardım Vakfı, Tokyo Camisi’nde bağış topladı,bu bağışlarla bisküvi filan aldı, apar topar kamyonet kiraladı, tsunaminin vurduğu Sendai kentine doğru yola çıktı. Bizim çocuklar da oraya gidiyordu… Peş peşe otobana girdiler,ki, şak, polis durdurdu. Sendai’ye gitmek için özel izin kâğıtları gerekiyordu. Gösterdiler izin kâğıtlarını… Polis, bizimkilere “Gidebilirsiniz, buyrun geçin” dedi. Ancak, İnsani Yardım Vakfı gönüllülerine “Siz gidemezsiniz” dedi. Turgut baktı ki, kamyonete izin vermiyorlar,bastı frene, indi, gitti polisin yanına “Kardeşim, size yardım götürüyorlar, niye engelliyorsunuz?” diye sordu. Polis ne cevap verdi biliyor musunuz?
*/_np/8215/13028215.jpg
“Muayenesi yok!”
*
Evet… O imkânsızlıklar ortamında anca bulunan,alelacele kiralanan köhne kamyonetin muayenetarihi geçmişti, trafiğe çıkmasına bu yüzden izinvermiyordu polis.
*
9 şiddetinde sallanmış, okyanus memleketi yutmuş, üstüne nükleer santral patlamış, hâlâ, trafiğe çıkan araçların muayenesini kontrol ediyor… Çünkü, biliyor ki o Japon polis, doğal afete amenna ama, insani vurdum duymazlığa göz yumulması mümkün değildir. Biliyor ki,nükleer santral dahil, yaşadığımız faciaların birinci sebebi, gereğini yapmayan insandır.
*
Döndü Türkiye’ye Turgut’la Mustafa… “Gidin radyasyonunuzu ölçtürün” dedik. Çünkü, ahaliburda suşi yemeyi bile kesmişken, telefonda yalvarmamıza rağmen, bizi dinlememiş, patlayan nükleer santralın burnunun dibine kadar girmişlerdi. (Bu mesleği yaptığım için kendimden iğrendiğim haftalardan biriydi, çünkü, Turgut’la Mustafa’yı oraya gönderirken, mesleğin gereğini yapacaklarını, böyle bi şeye kalkışacaklarını biliyordum aslında.)
*
Çok şükür, temiz çıktılar…
Ve, taaa Japonya’ya göndermemize rağmen, nükleer felaketle ilgili en
müthiş haberi İstanbul’da yakaladılar.
*
Taksim Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ndeki Nükleer Tıp Merkezi’ne gittiler. Ki, İstanbul’daki en önemli
radyasyon ölçüm merkezlerinden biridir.
Hasta kayıt odasında beklerken, bu manzarayı gördü Turgut, çıkardı cep telefonunu çekti, bana getirdi.

*
Semavere dokunmayın
Elektrik kaçırıyor…
*
Ha memlekete nükleer santral kurmuşsun.
Ha evine tüp bağlatmışsın yani!

Binbir Surat - Yılmaz Özdil

Vay efendim neymiş, Sarkozy denilen arkadaş Kaddafi’ye kırmızı halı sermişmiş de, Elysee Sarayı’nın bahçesine çadır kurdurup, deve bağlatmışmış… Silvio da, Kaddafi’ye manken kızlar göndermiş de, onuruna parti verip, elini öpmüşmüş…

Bu ne ikiyüzlülükmüş filan.
*
Evren’in postalını şapur şupur öpen, evinde ince sazlı parti veren, devran döndüktensonra da utanmadan Evren’in diktatör olduğunu yazan bukalemunlar…
Le Monde’da mı çalışıyor şu anda?
*
12 Eylül’ü Roma dondurması gibi yalayan, “darbe değildir, meşru müdafaadır, hayırlı uğurlu olsun” diye methiyeler düzüp, öbür 12 Eylül’de mağdur rolü kesenler…
Sophia Loren midir?
*
28 Şubat sürecinde kasket partisine yılışan dönek, takke’den milletvekili adayı olmuyormu?
*
Özal varken papatya olan… Ayak bileğinde dövme, göbek deliğinde piercing bulunan botokslular, purolu kocaları takunyalı belediyeden ihale kapsın diye umre yolunu tutmuyor mu?
*
“Gelene ağam, gidene paşam” Fransız özdeyişi midir? “Düşenin dostu olmaz” İtalyanatasözü müdür? “Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın”ı hangi millet tekrarlar papağangibi?
*
İnek gibi sağmışlar da, uçak satıp, petrolünü almışlar falan… Bizim müteahhitler niye gidiyor peki Libya’ya? Kızılay yardımı için mi? Yağlı müşterinin petrodolarlarını almıyoruzda, çöl kumu mu alıyoruz? “Üzümünü ye, bağını sorma” zihniyeti, Amerikalıların mıdır?
*
Makyavel güya Floransalıdır ama… Bizimkiler her yol mübahçı Makyavel’i suya götürüp susuz getirmez mi?
*
Bi yandan cemaat kahvaltısında namaz kılıp faizsiz bankacılıktan kredi cukkalayan, beriyandan laik düşünce derneğine bağışta bulunup muhafız alayı ihalesini tokatlayanlar Marsilyalı işadamı mıdır? Kandilde viskiyi devirip, sanki oruçluymuş gibi iftar çadırında ezan
pozu verenler Venedik taciri midir?
*
Bi tarafa gidip “köprüyü geçene kadar ayıya dayı demek zorundayım şekerim” diye zırıl zırıl ağlayan da sensin… Öbür tarafa gidip “bunlar köprüye bile karşı çıkıyor muhterem” diye fısır fısır ispiyonlayan da!
*
Sarko’yla Silvio kendi halkının çıkarı için, Arap’ı sömürüyor, Arap’ı dövüyor… Sen kişiselçıkarın için, memleketi Arap’a satıp, Mustafa Kemal’i sırtından hançerlemiyor musun?
*
Mübarek’i istemediği için sokağa dökülenler “demokrasi isteyen halk” ise, Cumhuriyet mitinglerine katılanlara niye “ruh hastası vatan haini” dedin o zaman? Tunus’taki muhaliflerin sesine kulak vermek gerekiyorsa, muhaliflerin niye hapiste? Kaddafi’nin elinesilah alıp sokağa çıkanların üstüne tank sürmesi Birleşmiş Milletler bombar dımanını gerektiriyorsa eğer, sen yıllardır nerelere tank-panzer sürüyorsun, Fizan’a mı?
Onlar halk, bunlar kelaynak mı?
*
Adamlar ikiyüzlü hiç olmazsa…
Sen binbir surat değil misin?

Kriz Masası - Yılmaz Özdil

- Beyler Libya işini napçaz?
- Benzine zam yapalım.

- Bi dakka dur be kardeşim, ne benzini gözünü seveyim, zaten canımız sıkkın…
- Van münüst diyelim.
- Fransızca bi şeyler demek lazım.
- Jötem desek…
- Mersi de kulağa fena gelmiyor hani.
- Yav ne alakası var birader…
- Jömanfu diyelim.
- O ne?
- Eyfel’den aşşa Kasımpaşa.
- Ha yaşa!
- Obama kızarsa?
- E açıp soralım abi…
- Sorcaz sormasına da, saat farkı var, Vaşington’da gece şimdi, uyuyodur.
- Bu küresel işler de zor valla.
- En iyisi Amerika’da gündüz olana kadar uzatalım toplantıyı, neme lazım,
akıl danışmadan çıkmayalım dışarı.
- Ben çıkıp ağlayayım isterseniz…
- Ağla ama bizi bağlama.
- Ferdi ferdi ağla.
- Benzini unutmasak diyorum…
- Başlıycam benzinine de sana da!
- Şimdi bakın şöyle yapalım, birimiz çıksın Kaddafi’ye yapılan fena haksızlıktır desin, birimizçıksın Kaddafi bunları çoktan hak etti desin, hem öyle diyelim, hem böyle diyelim, zaman kazanalım.
- Bitaraf olalım diyosun yani.
- Bertaraf olmayalım?
- Oofff of!
- Geçenlerde bi televizyonda sordular Libya nerde diye, bizim ahali Marmaris’te
dedi. Uruguay’da diyen bile oldu. Kimsenin umurunda değil. Biz de öyle yapalım, bize neLibya’dan Mibya’dan diyelim, sıyrılalım işin içinden.
- Ya Afganistan’dan size ne derlerse?
- O da var di mi…
- Lübnan mevzuu da var.
- İki ucu malum değnek arkadaş…
- Ben bi yurtdışına kaçayım bari.
- En iyisi… Bi dolan gel.
- Arayan olursa evde yok deriz.
- Benzini ıskalamasak…
- Ölümü öpün atın şunu dışarı!
- Güzel abim, Araplar beş dakkada satıverdi, Kaddafi’nin elini öpen Silvio bile kıvırdı, sayıyla mı verdiler bu Libyalıları bize, gönderelim iki-üç uçak, bombalayalım gitsin anasını satayım…
- Genelkurmay havaya girmesin?
- Aman ha.
- Sarpa sarıyor bu iş, darbe marbe ayağıyla üç-beş kişiyi gözaltına alalım.
- Şahane olur, gündem değişir.
- Almışken, sekiz-on kişi alalım.
- Haberal’ı hücreye koyalım.
- Güzel fikir bu, arayın yalakayı manşet yapsın, Libya’da tavrımızı koyduk desin.
- Ne tavır koyduk desin?
- Onu demesin.
- Arada benzine de geçireyim mi?

Balık Ayhan - Yılmaz Özdil

"80 ihtilali öncesi… Hacıhüsrev.
Çocuğum o zamanlar.
Devrimci abiler vardı, hava karardıktan sonra cami duvarına yazı yazıyorlardı, ellerinde koca koca Marshall boya kutuları olurdu. Geceleri onları beklerdim, gizli gizli seyrederdim. Bi gece gördüler beni, ne arıyorsun lan burda deyip, çıkıştılar. Ben de onlara, boyanız bittiyse boya kutularınızı istiyorum dedim. Niye diye sordular. Darbuka yapacağım abilerim dedim. Gülüp gittiler. Ertesi sabah, camiye benim için darbuka bırakmışlar. Bakırdan, kocaman, güzel bir darbuka… Sonraları sordum o boyacı abilere, kim bıraktı diye… Mahir Çayan’ın emriyle aldıklarını söylediler. O söylemiş arkadaşlarına, çocuğa darbuka alınsın diye… Allah rahmet eylesin, ilk darbukamı Mahir Çayan almıştı yani… İlk gerçek darbukam oydu.”

Kim bunları anlatan?
Balık Ayhan.

Mahir Çayan?
Devrimci öğrenci lideri.

İsrail’in İstanbul Başkonsolosu’nu kaçırdı, evi basıldı, yaralandı, yakalandı, Maltepe Askeri Cezaevi’nden kaçtı, Ünye radar istasyonunda çalışan iki İngiliz, bir Kanadalı teknisyeni kaçırdı, karşılığında Deniz, Hüseyin ve Yusuf’un bırakılmasını istedi, Tokat’ın Kızıldere Köyü’nde oldukları tespit edildi, baskın yedi, alnından vurularak öldürüldü.

Gel zaman git zaman…

Mahir’in darbukası, gariban roman çocuğunun hayatını değiştirmişti. İdealist motiflerle bezenen öykü, Mahirlerin kelleyi koltuğa aldığı dönemlerde araziye uyan entel dantel takımının malzemesi oldu. Mahir’i sokakta görse tanımayacak tipler, romantik manzumeler döşendi. İdealist cenazeler, alabildiğine sömürüldü. “Kardeşim saçmalamayın, dümbeleklik yapmayın” diyenlerin itirazları “ırkçı”lıkla suçlandı. Balık da, işi ilerletmiş, “müzik değil, felsefe yapıyorum” filan demeye başlamıştı. Velhasılıkelam…
Balık Ayhan, Balık Ayhan oldu.

Gel zaman git zaman…

AKP geldi, açılım yapıldı.
Devrimci romantizm…
Roman’tizme dönüştü.

Başbakanımız “kırmızıyı severler, birbirini överler” dedi. “Birbirini överler” lafını duyan Kiboş, dayanamadı, “çuk yakışıklı adamsın, üstüne tanımam anacım” dedi. Faytoncular Derneği Başkanı ile Kırkpınar cazgırı Pele Mehmet’in manilerinden sonra sahneye çıkan Balık Ayhan, noktayı koydu: “Sen adamın kralısın, kasım kasım Kasımpaşalısın!”

E haliyle…
Siyasete kulaç attı Balık.
AKP’den mebus adayı oldu.
Olunca ne oldu? Şu oldu…

Yıllar önce “ilk darbukamı Mahir Çayan aldı” diye röportaj verdiği gazeteye, gene röportaj verdi: “Hayatım roman olur. Hayatımın film olması için yazdığım senaryolar var. Hatta, ilk darbukamı Mahir Çayan aldı diye yazdım, herkes gerçek sandı. Oysa senaryoydu!”

Atasın palavracıkları…
Kafalayasın medyacıkları.

Enteller alkışlarken…
“Beni Mahir abi yarattı.”
Takunyalılar alkışlarken…
“Mahir filan tanımam anacım.”

U dönüşünün böylesi…

Milletvekili olsun Balık.
Hatta Kültür Bakanı olsun!

Sakura - Yılmaz Özdil

2010 Japon Yılı’ydı.
Türkiye’de…

Japonya Yılı’ydı.
Sembolü sakura’ydı.
Kiraz ağacı.
*
Aslında, meyve vermeyen bir tür kiraz ağacıdır… Çiçekleri makbuldür.

Ağır ağır açar ama,çok çabuk dökülür. Hem baharı müjdeleyip, hayatın başlangıcını, hem de kısacık ömrüyle, kaçınılmaz sonu simgeler. İki kapılı han’dır yani… Japon kültüründe, gelip geçiciliğeduyulan hevesin, hüznün, faniliğin eşanlamıdır. Japon ruhu’dur aynı zamanda…Kahramanca vuruşup düşen samuraylar, hayatlarını yaprak gibi savuran kamikazeler, sakura’yla özdeşleştirilir.
*
Doğa, insandır özetle.
İnsan, doğa.
*
Japon yılı ilan ettik.
Teşekkür olarak, Türkiye’nin dört bir yanına binlerce sakura fidanı diktiler.
*
Buraya kadar okuyanlar zanneder ki, kiraz’ın anavatanıdır Japonya… Bu mevzularla alakamız “Birader kilosu kaça”dan ibaret olduğu için, bilmeyiz. Kulağa filan takarız, yeriz, çekirdeğini yere tükürürüz, gerisiyle ilgilenmeyiz. Halbuki, dünyanın bir numaralı kirazüreticisi, Türkiye’dir. Hatta, Japonya’ya kiraz ihraç eden ülkeyiz. Yalova’dan göndeririz.
*
Bakın, Japonya-Yalova falan deyince, aklıma deprem geldi ister istemez…
*
Çünkü, Yalova hem kirazın merkezlerinden biridir, hem depremin.
*
2 bin 500’den fazla insanımızı kaybettik orada… Her iki konuttan biri ya yıkıldı, ya hasargördü. 16 bin kişi yıllarca prefabrikte yaşadı. Fay hattının kilit noktasıydı Çınarcık…Facianın sembolü Veli Göçer ise, Yalova’da yaptığı kartondan evler yüzünden hükümgiydi.
*
İnsanı doğa’da, doğa’yı insan’da gören Japonya’nın depremlerden nasıl ders aldığını,8.9’luk kıyamette bile binalarının yıkılmadığını gördük… Peki, ya Yalova?
*
Enerji Bakanlığımız tarafından 67 tane maden arama ve işletme ruhsatı verildi. Bu madenruhsatları, Yalova ormanlarının yüzde 37’sini kapsıyor. Orman İşletme Müdürlüğü’nünraporuna göre, sıkı durun, 6 milyon 996 bin ağaç kesilecek! Meşe, kayın, kestane, ıhlamur, karaçam, fıstıkçamı, kızılçam, gürgen ve tabii kiraz… 6 milyon 996 bin ağaç kesilecek!
*
Üstelik, söz konusu ruhsatlar, altın, bor filan gibi değerli madenler için verilse, belki kâr-zarar hesabı yapılabilir… Bizzat valilik diyor ki, bu ruhsatlar, değerli madenler aramak içindeğil, Körfez Köprüsü ve otoyol için gerekli olan taş ve kumu çıkarmak için veriliyor!
*
Uzun lafın kısası…
El âlem, kiraz ağacı.
Biz, keriz ağacı.
*
Hani hep şikâyet ederiz ya,
depreme karşı hiçbir şey yapılmıyor diye… Hiçbir şey yapılmasa, ben kendi payıma razıyımkardeşim… Bari ormanlarımızı ellemeyin de, enkazdan kurtulursak altına çadır kuracağımız bi ağacımız kalsın hiç olmazsa!

Blognot

Dangalak adamların yönettiği ülkemizde normal bir olay oldu ve tüm bloglar bir süre kapatıldı... Ülkemiz için normal demek benim normal olarak karşıladığım anlamına gelmiyor.

Kimler için mi normal;

Kendinden başkasını düşünmeyen, okumayan, araştırmayan, mümkünse düşünmeyen, her şeyi kadere ve tanrıya bağlayanlar için

Neyse, arada sırada açılıyor bloglar... Arada kaçırdığımız sürede çok şey oldu. Şimdilik Yılmaz Özdil' in yazılarını öncelikle tamamlayalım da sonrasına bakarız.

Cumartesi, Şubat 19, 2011

Satılmış Kalemler

Ahmet Altan yine şahane (?) yazı yazmış bugün (19 Şubat 2011). Ben hayatımda bu adamlar kadar insanı aptal yerine koyanları görmedim. Neden bu kadar pervasızlar biliyor musunuz? Çünkü, sözde okumuşları da dahil olmak üzere ve ne yazık ki Aziz Nesin' in tahmininden de fazla sayıda vatandaşımız en hafif tabiriyle hafızasız.


Altan diyor ki;


"Kemal Kılıçdaroğlu' nu tam da Erdoğan seçim öncesi sıkıştığında yeniden kahramanlaştırdı. Bu başarısından dolayı ne kadar kutlasak azdır…"


Gören de Ahmet Altan ve diğer yalakaları demokrat, objekitf yorum yapıyor sanacak… Sanki Tayyip' i eleştiriyormuş gibi yapıp, yine CHP' ye çakacak ya ne yapsın en iyi yaptığı işi yapıyor.


Devam edelim;


"Kemal Kılıçdaroğlu kalktı “Nerede Ergenekon, gösterin ben de üye olacağım” dedi. Ergenekon’a üye olmak isteyen bir ana muhaLefet partisi lideri. Başbakan Erdoğan da ona dün unutulmaz bir cevap verdi. “‘Nerede gösterin bana gideyim üye olayım’ diyor; git Danıştay’ın Ikinci dairesine, orada gör. Yeri orada! Diyarbakır’ın karanlık sokaklarına git, bir gece vakti, ensesine kurşun sıkıtanların Izinde aradığını bulursun! Çorum’a git, Sivas’a git, Kahramanmaraş’a git, Gazi MahaLlesi’ne git, kanlı ıMayıs’ın yaşandığı Taksim Meydanı’na git, oralarda, aradığının izlerini bulursun. Orada zaten onların Üye kayıt büroları var. Hemen orada seni kaydederler. Ne diyeyim ben buna! Hiçbirini yapamıyorsan Dersim’e git!” Var mı Erdoğan’ın bu sözlerine verecek bir cevabı olan? "


Benim var…


Ey Ahmet Altan, senin zekan Kılıçdaroğlu' nun, Ergenekon davasının nasıl içinin boşaltıldığını, cadı avına sebep olan bir efsaneye çevrildiğini dalga geçerek ifade etmek için kurduğu cümleyi anlamaya yetmez.. Kadlı ki, yetse bile anlamamazlıktan geleceğini biliyorum.


Yıllardır her cinayetin, her derin devlet ilişkisinin incelenmesini isteyen, bundan yana taraf olan, bu nedenle bedel ödeyen, öldürülen, hapse tıkılan kişilerin sözlerini değil de, öldürülen, hapse tıkılan, takip ve taciz edilen kişileri "komünist", "dinsiz", "hain" diye yaftalayanları ve bu nedenle ölümleri, adaletsizlikleri meşru gören zihniyeti savunuyorsan tam anlamıyla satılmışın önde gidenisin demektir.


Zamanında Deniz Gezmiş' in asılması için, günümüzde Irak'ta savaşa taraf olmak için kıçını yırtanları demokrasi havarisi diye pazarlamaka ancak sizin gibi dönek yalakalara göre bir iştir.


Geçen gün bir televizyon kanalında Taraf' ın bir diğer militanı Melih Altınok denen gerizekalı, benim zekamla, hafızamla dalga geçiyor aklınca. Bizleri darbeci, yılların dincilerini ve faşistlerini, Mehmet Metiner, Mümtazer Türköne gibileri demokrat ilan etti.


Bu genç zibidiye arşivlere bakmasını öneririm… Mesela, beğenmedikleri Cumhuriyet' e… 12 Eylül dönemindeki manşetlerine, Susurluk sürecindeki takipçiliğine, Maraş ve Çorum olayları zamanına, F Tipi cezaevlerindeki tecrit olaylarına bakışına…


Bir de mesela aynı zamanlardaki Zaman gazetesine veya Zaman gibi dincilerin elindeki gazetelerin manşetlerine bakalım beraber. Mesela, Tayyip ve onun fikir babalarının o zamanki olaylar hakkındaki görüşlerine…Ya da, Sivas' ta kimlerin avukatlık yaptıklarına, ya da Susurluk sürecinde Sürekli Aydınlık İçin Bir Dakika Karanlık eylemi yapan bizlere söylediklerine...


Ve hatta, çok geriye gitmeyin. Bu adamların tabanındakilerinin daha dün gazetelerin internet sitelerinde Aleviler hakkındaki yorumlarına bakmak bile yeter…


Ama bakamaz… Bakmak istemez, baksa ve görse bile yine yalan yazmaya devam eder.

Çünkü böyle adamlar ancak ve ancak bir ülkenin içine etmek için görevlendirildiklerinde bu kadar militan yazılar kaleme alabilirler. O yüzden devamlı ama devamlı, Atatürk' e, CHP' ye, onun kurduğu Cumhuriyete balta sallarlar ağızlarında köpüklerle.


Ama bu ülke bunları daha önce de gördü. Bağımsızlık savaşı aleyhine yazılar yazan Ali Kemalleri, Refik Halit Karay' ları da unutmadık…


Bugün bir başka yazar şöyle diyor;


"Korku dağları sarabilir ama, sonunda dağlar korkuyu yener"

Çarşamba, Şubat 16, 2011

Büyüklere Masallar - Yılmaz Özdil

Karınca yıllarca dirsek çürütmüş, okumuş, çalışmış, namerde muhtaç olmamak için didinmiş, zor günlere hazırlık yapmaya gayret etmiş…

Ağustosböceği ise, yan gelip yatmış, elde avuçta ne varsa satmış, orman tarihindegörülmemiş borca girmiş, vur patlasın çal oynasın, harcamış.

E okumak, çalışmak zor tabii…Başta ayı, ne kadar gergedan, suaygırı, bufalo varsa, ağustosböceğini örnek almış, hepberaber har vurup harman savurmuşlar, dolçe vita… Ve, kış gelmiş.

Sahte cennete kar yağmaya başlayınca, “Ulan tufaya mı geldik” diye mırın kırın başlamışağaç kovuklarında… Ağustosböceği bakmış ki, karınca kıymete biniyor, basın toplantısı düzenlemiş, “Etrafta o kadar fakir fukara varken, bu şerefsiz karıncaların karnı tok, sırtıpek, kamuoyunun vicdanına sunuyorum, garip gurebayı sömüren bi avuç elit bunlar”demiş.

Yandaş çakallar, kıçı açıkta gezen şempanzelerin fotoğrafını basarak, “Sizin giyecekdonunuz yok, onlar sıcacık yuvalarında oturuyor, bu nasıl düzen?” makaleleridöşenmişler... Papağanlar, orman televizyonuna çıkıp, ağustosböceği ne dediyse, tekraretmişler… Tilki ise, derhal yardımlaşma derneği kurup, makarna-bulgur kırıntısı dağıtmakiçin bağış toplamaya başlamış… Koyunlar hislenip ağlamış, kazlarla tavuklarla beraber omuzlara almışlar tilkiyi.

Şak…Karıncanın yuvası basılmış!

Yeraltında 6 metreye inen dehlizlerin krokileri yayınlanarak “İşte derin yapılanma”manşetleri atılmış.

Kazı çalışmalarında “Ne oldum deme, ne olacağım de, sular yükselince balıklar karıncalarıyer, sular çekilince karıncalar balıkları” şeklindeki örgütsel doküman ele geçirilmiş…

Akbabalar derhal olay yerine üşüşüp “İşte kanıtı, resmen istilaya hazırlanıyorlar” demiş.
Karınca tutuklanmış.

Ağustosböceği, “şark bülbülü” rumuzuyla “gizli tanık” olmuş… Karıncanın aslana suikast planı tertiplediğini, kuş ve domuz gribinin onun başının altından çıktığını, keneleriörgütlediğini, ayrıca, yuvasında yapılan aramada tavşanla zürafanın porno kasedinin ele geçirildiğini iddia etmiş… Telekulak olarak görevlendirilen baykuş, doğrulamış… Fil bile inanmış.

Karıncanın yakınları, Avrupa Hayvan Hakları Mahkemesi adına bilirkişi olarak duruşmaları izlemeye gelen La Fontaine’e “Senin gibi bilirkişinin taaa” diye tepki göstermişler… Ancak,La Fontaine “Saçmalamayın kardeşim, ben böyle bi rapor yazmadım, yazmadığım şeyleriyazmışım gibi eklemişler” deyince, La Fontaine’in raporuna “sehven” montaj yapıldığıortaya çıkmış.

O sırada söz isteyen karga, ağzındaki peyniri düşürmüş gibi göstermek suretiyle, küçükdüşürüldüğünü öne sürerek şikâyetçi olmuş. Tilki alkışlamış…

La Fontaine gözaltına alınmış.

Ağustosböceği Nuh’un gemisiyle dünya turuna çıkarken, sarı öküz karşılamış cezaevi kapısında karıncayı…

“Anlattık o kadar, angus gibi dinlediniz, vermeyecektiniz beni” demiş.

Cumartesi, Şubat 12, 2011

Başbakana İşkence - Can Dündar

Önceki gün bu köşede “Erdoğan işkence mi gördü” diye sormuştum. Başbakan’ın bir grup gazeteciye anlattığı cezaevi gecesinin Mehmet Metiner’in kitabı da (“Yemyeşil Şeriat, Bembeyaz Demokrasi”, Karakutu, 2008) dâhil birkaç kaynakta farklı anlatıldığına dikkat çekmiştim.
Metiner, Başbakan’la konuşup cevap yazmış. (10 Şubat 2011, Star.)
1) Ben “Yıl 1979 mu, 80 mi?” diye sormuştum.
Metiner’in cevabı şu: “Yıl 1979 veya 80...”
2) “Metris mi, Davutpaşa mı?” diye sormuştum.
Metiner’in cevabı şu:
“Ben ‘Davutpaşa’ diye yazmışım. Başbakan ‘Metris’ diyor. Onun ifadesi daha doğru... Aklımda Davutpaşa diye kaldığı için öyle yazıvermişim. Yeni baskıda düzeltirim artık...”
Başbakan’la hapse girişinizi yazıyorsunuz, ama ne yılını, ne yerini hatırlıyorsunuz; sonra da “Yanlış yazıvermişim” diye geçiştiriyorsunuz. Senaryo burada çöküyor aslında, ama biz devam edelim:
“Onu da yanlış yazıvermişim”
3) Metiner’in kitabından şu satırları aktarmıştım:
“Komutanın yanında Erdoğan gayet neşeli görünüyordu. Yanlış hatırlamıyorsam, ufak tefek şakalaşmalar da yapılıyordu. Meydanda da bazı gençlerimiz güreşe tutuşturulmuşlardı.”
Belli ki bu hatırlatma hoşa gitmemiş; Metiner düzeltmeye çalışıyor:
“Güreşi izlerlerken Komutan’ın Erdoğan’la gülüşüp şakalaştığını yazıvermişim. (Bir ‘yazıvermişim’ durumu daha!!!) Başbakan’la konuştum. Olayın şakalaşma kısmını hatırlamadığını söyledi. Israrcı olmam için bir sebep yok.”
Meğerse...
Metiner diyor ki:
“Meğer bizi Metris’ten bıraktıktan sonra Erdoğan’ı beş arkadaşımızla beraber Fatih Emniyet Amirliği’ne götürmüşler. Orada dizlerine kadar gelen suyun ve sadece üç kişinin oturabileceği bir bankın olduğu soğuk bir hücrede tutmuşlar. Ertesi sabah, odanın camını kırdıkları için, yan tarafta eroin bağımlılarının kaldığı sıcacık odaya taşımışlar. Sonrasında da Alemdağ’a sevk etmişler. Savcı da Erdoğan ve arkadaşlarını serbest bırakmış.”
Oysa Metris...
Yazıdan sonra arayan Başbakan’ın yeni basın danışmanı Lütfullah Göktaş da (bu vesileyle kendisine “Hayırlı olsun” diyelim) bana böyle anlattı.
İyi de, bir sorun var:
Metris’te kaldıklarını söyledikleri tarih, “1979 veya 80...”
Oysa Metris, 17 Nisan 1981 tarihinde açılmış. Konuştuğum avukatlar gibi, cezaevinin resmi internet sitesi de öyle diyor. (http://www.metristcik.adalet.gov.tr/kkurum.html)
Bu durumda, Erdoğan ve arkadaşları, henüz açılmamış bir cezaevinde yatmış oluyorlar.
Neyse...
Her şeye rağmen “İşkence yoktur” diyen bir başbakandansa, “İşkenceye tanığım” diyen bir başbakan evladır. İşkence görmemiş olsa bile bunu söylemesi yeterli. Bütün bu laf çevirmelere ne gerek var?

Gözü Yaşlı Başbakan - Hasan Pulur

Hani, Yeniçeri ağası, Yahudi bezirgânı yakalamış: “Hazreti İsa’yı siz çarmıha gerdiniz!”
“Aman ağam iki bin yıl önce olandan benim günahım ne?”
Yeniçeri ağasının cevabı:
“Olsun, ben yeni duydum!”
* * *
Sayın Başbakan’ın geçen hafta “Cumartesi Anneleri”yle yaptığı toplantı ve daha önce “12 Eylül”de idam edilenler için gözleri yaşararak söyledikleri, bize bu fıkrayı anımsattı...
Sanki Başbakan idamları yeni duymuş, yıllardan beri Galatasaray’a toplanan kayıp annelerin de niçin bir araya geldiklerini yeni öğrenmişti.
* * *
CHP Milletvekili Ali Rıza Öztürk de, çarşamba günü Meclis kürsüsünde konuşurken bunları söyledi, Başbakan’ın 20 Temmuz 2010’da “Cumartesi Anneleri” için “Ne iş yaptıklarını bilmiyorum, birileri tarafından kullanılıyorlar” dediğini hatırlattı ve devam etti:
Sayın Başbakan “Cumartesi Anneleri”yle yaptığı görüşmeden sonra: “Biz, demokrasi için, hukukun üstünlüğü için, 12 Eylül müdahalesiyle yüzleşmek için, 12 Eylül’e ‘evet’ derken birileri buna ‘hayır’ dedi ve ‘hayır’ demeye devam ediyor, diyor. Oysa Sayın Başbakan unutuyor, bu Meclis’te faili meçhul siyasi cinayetlerin araştırılması ve günışığına çıkarılması için Mersin Milletvekili olarak benim Cumhuriyet Halk Partisi milletvekili arkadaşlarımla birlikte verdiğimiz araştırma komisyonu kurulmasına ilişkin önerge, 6 Nisan 2010 tarihinde Genel Kurula geldi; faili meçhullerin araştırılmasına karşı çıktı AKP milletvekilleri.
22 Haziran 2010 tarihinde geldi, yine AKP milletvekilleri, faili meçhul bırakılan siyasi cinayetlerin araştırılmasına yine karşı çıktılar.
3 Kasım 2010 günü Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulu’na faili meçhul bırakılan siyasi cinayetlerin araştırılması önergesini yeniden getirdik, yine AKP oylarıyla reddedildi. 27 Kasım günü, BDP grubu, faili meçhullerin araştırılması önergesini getirdi. Cumhuriyet Halk Partisi grubu olarak, önergenin kimden geldiğine bakmaksızın, talebin niteliğine bakarak bu önergeye Cumhuriyet Halk Partisi’nin destek vereceğini söyledik, ama AKP oylarıyla bu önerge de reddedildi.”
* * *
Mersin CHP Milletvekili adeta “hodri meydan” dedi:
“Öyle anlaşılıyor ki Sayın Başbakan’ın, Adalet Komisyonu’nda bekleyen kanun tekliflerinden haberi yok.
Gün o gündür, Sayın Başbakan faili meçhul cinayetlere karşı istismarcılıktan vazgeçmelidir. 12 Eylül 1980 darbesini istismar etmekten vazgeçmelidir. Faili meçhul cinayetlerle yüzleşmek istiyorsa, kayıplarda, işkencelerde ölenlerin failleriyle hesaplaşmak, yüzleşmek istiyorsa, 12 Eylül 1980 darbesiyle hesaplaşmak istiyor ise bu önergemize AKP milletvekilleri kabul oyu verirler; faili meçhullerle hesaplaşmanın yolu açılır. 12 Eylül 1980 darbesiyle ilgili kanun teklifimi AKP grubu destekler, 12 Eylül 1980’le hesaplaşma konusunda AKP grubunun samimi olduğunu biz de öğrenmiş oluruz.”
* * *
Cevap vermek, İnsan Hakları Komisyonu Başkanı, eski sosyal demokrat, yeni AKP’li Zafer Üskül’e düştü.
Zafer Üskül uzun uzadıya konuştu, oysa konuyu tek cümleyle de özetleyebilirdi:
“Alt komisyon kurduk, inceliyoruz!”
Diyeceksiniz ki lafı uzatma, ne olmuş onu söyle!
Elbette söyleyeceğiz...
Ali Rıza Öztürk ve arkadaşları tarafından verilen önerge, Meclis’te kabul edilmedi.
Önergede “Gözaltında ve hapishanelerde ki kayıplar, ölümler ve faili meçhul cinayetlerin araştırılması” isteniyordu.
AKP milletvekillerinin reddettiği önerge buydu.
Ve Sayın Başbakan da iki gün önce, “Cumartesi Anneleri”ni gözleri yaşlı dinliyordu.

Yetmez Ama Evet - Yılmaz Özdil

Bugün 12’si.
Beş ay oldu.

*
Demokrasinin beş’iği olacağız demişlerdi…
Bakalım hele, şu beş’ikteki nurtopuna!
*
“Sen evet de, Kenan Evren’e hesap soracağız” dediler. Tık yok. Üstelik, Evren’in maaşına zam yaptılar. Senin maaşına 20 lira zam yaptılar, Evren’e 900 lira, 12 bin küsur lira oldumaaşı… Nasıl hesap, iyi di mi? Aha dün, Kenan Evren’in avukatı AKP Milletvekili çıktı.
*
“Sen evet de, kadınları koruyacağız” dediler. Ağzını burnunu kıran, baltayla tehdit eden kocasına karşı yalvara yalvara koruma isteyen kadının talebi reddedildi, delik deşikederek öldürdü kocası, göğsünden girip sırtından çıkan 26 santimlik bıçağın, öldürücü olmadığına karar verildi. 16 yaşındaki kızı 37 yerinden bıçaklayıp, kafasını testereylekestikten sonra buzdolabına koyan manyağa müebbet verilmişti, serbest bırakıldı.Kadıncağız, eski kocam ölümle tehdit ediyor koruyun beni lütfen diye dilekçe verdi,seyrettiler, 14 kurşun sıktı adam.
*
“Sen evet de, çocukları daha fazla koruyacağız” dediler. Polis, suratına gaz sıkıp, yerlerdetekmeleye tekmeleye bebeğini düşürttü hamile kızın.
*
“Sen evet de, özgürlükler genişleyecek” dediler. 188 kişiyi domuz bağıyla öldürüp, oturma odasına gömen arkadaşları sokağa bıraktılar. Apo bile “Böyle hukuk olmaz” dedi, düşün gari.
*
“Sen evet de, yurtdışına çıkış kolaylaşacak” dediler. Bu imkândan faydalanan vatandaş henüz görülmedi ama, Hizbullahçılar kolayca yurtdışına çıktı.
*
“Sen evet de, işçi hakları artacak” dediler. Keçi haklarını arttırdılar. İşçinin sokakta bileyürümesi yasak, keçinin ise ormanda kafasına göre takılıp, ağaçları kemirmesi serbest.Ormanlar satılıyor ayrıca.
*
“Sen evet de, memur maaşı artacak”
dediler. Önce, elektrik, doğalgaz, sigara ve kira’nın etkileme oranını düşürüp, deve etinive veteriner vizitesini enflasyon sepetine koyarak, enflasyonu sıfırın altına düşürdüler.Sonra, enflasyon oranında zam yaptılar memura… Böylece, işçiyle keçi aynı torbayagirerken, memur maaşı da “Yok deve artık!” olmuş oldu.
*
“Sen evet de, askere bile yargıda hakkını arama imkânı getireceğiz” dediler. Görevden alınan generaller yargıda hakkını arayınca, darbeci ilan ettiler.
*
“Sen evet de, özel hayata koruma getireceğiz” dediler. 18 yaşında oy verebilen, ehliyetalabilen, evlenebilen insana, 24 yaşından önce içki içemezsin dediler. Ailesiyle restorandayemek yiyen bebeleri “alkol”den gözaltına alıp, annelerine konsomatris muamelesiyaptılar.
*
“Sen evet de, HSYK’yı tıpkı Fransa gibi yapacağız” dediler. Bırak HSYK’sını, Fransa AdaletBakanlığı Müsteşarı’nın bile makam aracı yokken, bizim HSYK’ya koydukları üyelere, sıfırkilometre makam aracı, hepsine şoför, 17 katlı bina, hepsine sekreter verip, 2’şer bin lira zam yaptılar. Kankaları olan Haşim Kılıç’a kırmızı plaka, sıfır kilometre Mercedes, yüklücezam verileceği kesinleşti. Sanırsın büyükelçi… Pasaportları diplomat seviyesine çıkarılıyor.
*
“Yüce” mahkeme demişlerdi, inanmamıştık… Adliye’ye mübaşir almak için başvuranişsizlerin diplomasını boşverip, mezurayla boyunu ölçtüler, 1.75’ten kısa olanı elediler.
*
“Sen evet de, sanatın, kültürün değeri artacak” dediler. Heykel, ucube oldu. Allianoi gömüldü. “Evet dememek için kör olmak lazım” diyen Metin Şentürk, yandaş tivi’de programa başladı.
*
“Sen evet de, fişleme sona erecek” dediler. Önce basketbol, sonra futbol, Başbakan’ııslıklayanların alayını fişlediler. Uluslararası ödülleri olan Türkiye’nin gururu trompetçiOnurcan Çağatay’ı TRT’deki konser öncesinde “İhbar var” diye gözaltına aldılar. Meğer,Erzurum kış oyunlarında Başbakan’ı ıslıkladığı ve orada fişlendiği ortaya çıktı.
*
“Sen evet de, sağlık hizmetleri artacak” dediler. Kahvede güzel güzel oturan köylüleridurup dururken katarakt ameliyatı yapıp, gözlerini oydular. Bi adamın yanlış bacağını kestiler. Dünyanın her yerinde fellik fellik aranan Doktor Frankeştayn’ı serbest bıraktılar. Bi rahmetlinin kefenine, bir kadın bacağı, bir de bebek cesedi ilave ettiler. Okuyunca bunları başın mı ağrıdı? “Hap gibi anayasa” demişti Başbakanımız… Yut, geçer.
*
“Yetmez ama evet” demiştin.
Evet… Az bile hakikaten.
*
“Sen evet de, ekonomik refah artacak” dediler. Şimdi bak güzel kardeşim… “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” maddesini, ay başında kira olarak ev sahibine ver… “Sosyal birhukuk devletidir” maddesiyle elektriği, suyu, doğalgazı öde… Telefon faturası geldiğinde,çekinme, “Herkes haberleşme özgürlüğüne sahiptir” maddesini göster… “Herkes sağlıklıçevrede yaşama hakkına sahiptir”in imkânlarından faydalanan, villa sitesine taşın…“Kimse eğitim hakkından yoksun bırakılamaz” maddesini götür, çocuğu en yakın özel okula yazdır… Dünyanın en pahalı benzinini satan istasyondaki pompacıya da “Herkesseyahat hürriyetine sahiptir” maddesini uzat… Hadi bakalım, durmak yok, yola devam, anca gidersin.

Hüsnü - Bekir Coşkun

Ne istediler bu adamdan?” dedim…

“Yargıyı kendine bağladı” dediler…

“Çüş!..”

“Karşı görüşte olanları, her zaman ‘darbe yapacaklar’ diye toplayıp toplayıp hapishanelere doldurttu…”

“Ohaa…”

“Sorgusuz sualsiz içerde yatanlar var… Tutuklama süreleri yılları alabiliyor, üç sene, beş sene, on sene…”

“Yuh…”

“Kendi yandaşları zenginleşti… Onlar lüks ciplerle gezerken halk fakirleşti… Çocukları kimi yandaşları ile ticaret yaparak köşeyi dönerken bir milyona yakın üniversite mezunu aylak aylak dolanıyor…”

“Daha neler...”

“Milyonlarca insan açlık sınırında… Kendileri gemicik bile aldılar… Aile fertlerinin her birisinin havuzlu villaları var… Ne kadar paraları, altınları olduğunu ise kimse bilmiyor… Birçok şirketin gizli ortağı çocukları-karısı…”

“Yok artık…”

“Altlarında devletin uçağı, helikopteri…”

“Höst…”

“Bütün kurumlara adamlarını yerleştirdi… Kim onu eleştirmeye kalksa başına bir şey geldi… Hangi gazete ya da televizyon canını sıkan yayın yapsa ya kapatıldı ya da cezalandırıldı…”

“Pes…”

“Demokrasi lafını durmadan tekrarlıyor ama demokrasi diye bir şey asla yok… Tek adam var sadece… Parlamentoyu kendisi seçiyor… Bu yüzden parlamento halkın değil, onun emirlerini yerine getiren yağcılardan oluşuyor…”

“Vay…”

“Amerika ne derse o… ABD’nin bilgisi ve onayı olmadan ne adım atması, ne de ağzını açması olası… Zaten bir ayağı Amerika’da…”

“Cık cık cık…”

“İsrail’e posta koyuyormuş gibi yapıyor ama ABD üzerinden gizli gizli İsrail’e en büyük desteği sağlayan kişi…”

“Hoşt!..”

“Seçimlerde hep rüşvet dağıtıldı… İnsanlar onu görünce zıplayıp alkışlıyorlardı başta… En son 2005 seçimlerinde yüzde 87 gibi bir oy aldı… ‘Millet ne derse o’ demeye başladı… Şimdi millet ondan zor kurtuldu...”

“Pes…”

Giderken sordum:

“Sizinkinin adı neydi?..”

“Hüsnü…”

Pazar, Şubat 06, 2011

Halka Asıl Hakareti AKP zihniyeti yapıyor -Yılmaz Özdil

Başbakanımız hep ne der?

“Bunlar koyun güdemez.”
“Bunlar kaz güdemez.”
“Bırak davarı, koyun güdemez.”
*
Alışığız… Davar, kaz, koyun.
*
En son çıktı, ne dedi?
“Bunlar keçi güdemez.”
*
“Hayırdır inşallah, güzel güzel koyunduk, niye keçi olduk durup dururken” dememize kalmadı ki, anlaşıldı… Meğer, keçiyle aynı torbaya koymuşlar bizi.
*
Torba Yasa’ya…
*
İşçi hakları.
Keçi hakları.
Aynı torbada.
*
Oraya buraya saçılmayalım, yanlış patikalara sapmayalım diye, nizam intizam getiriyor torba… Bir maddesiyle keçilere ormanda yürüme özgürlüğü veriyor, öbür maddesiyleişçilerin sokakta yürüme özgürlüğünü alıyor mesela... Ki, sürüden ayrılmayalım.
*
O nedenle, bizler sıcacık oturma odamızda pijamayla dizi seyrederken, bizim haklarımızısavundukları için, Ankara’nın ayazında gözüne gaz sıkılan, coplanan, tazyikli supüskürtülerek yerlerde sürüklenen sendikacılar ne olmuş oluyor böylece… Günah keçisi.
*
Hayır, bi şey değil, hastalanıp keçi gribi olacaklar başımıza.
*
Aslına bakarsanız, nereye çekersen oraya gitmek lazım, kafamıza geçirilen torbaya keçigibi inat etmemek lazım… Çünkü, Adalet Bakanlığı’nın gardiyan eğitim merkezi nerede?Keçiören’de! Uyarmadın demeyin, kimvurduya giderseniz, Adli Tıp Kurumu da Keçiören’de.
*
Laf olsun torba dolsun değil haliyle, sadece keçilere özgürlük yok o torbada… Keriz miyim niye vergi vereyim diyerek devlete borç takan uyanık patronlara, salak mıyım niyeelektrik-su parasını ödeyeyim diyen sahtekâr vatandaşa, disiplin suçuyla okuldan atılana af getiriyor. Dağlar kadar zararı olan KİT’lerin müdürlerine yüzde 200 zam; Ferrari’ylegezen artiste, 5 milyon Euro’ya transfer olan futbolcuya sosyal güvence getiriyor. Aynızamanda, memura bu maaşla ev bile kiralanmıyor ama, memuru düğün sandalyesi gibikiralamak mümkün hale geliyor. Gençleri koruyoruz ayaklarıyla içki satışı ufak ufakyasaklanırken, derelerin üstüne, sit alanlarının üstüne santral mantral kurulmasına yasalizin çıkıyor.
*
E ilave et keçileri…
Öğretmen sığmadı tabii.
*
Elin ağzı torba değil, büzemiyorsun… Vay efendim neymiş, “Keçileri bile torbayakoymuşlar ama, kadro bekleyen 70 bin öğretmeni sokuşturamamışlar mı” filan, mesaj yağdırıyorlar.
*
Kardeşim!
“Milli” eğitimde çalışıyorum diye havaya giriyorsun ama, milli misin?
*
Küçümsediğin keçi, milli.
*
Devletimiz tarafından “milli” olarak tescil edilip, Resmi Gazete’de yayımlanan, Anadolumandası, sarı öküz, Sivas kangalı, Denizli horozu, Sinop tavuğu, Van kedisi, Bursaipekböceği, Karaman’ın koyunu gibi “milli” o… Ankara keçisi!
*
Sen kelaynak gibisin.
Tescil edilmedin henüz.
*
Hem zaten, bana niye mesaj atıyorsun, torba mı benim mesaj kutum… Madem keçiyikıskanıyorsun, Milli Eğitim Bakanı’na mesaj at, sana Abdurrahman Çelebi yasası çıkarsın.
*
Üstelik, keçi deyip geçme, daha geçenlerde İçişleri Bakanlığımız açıkladı, son nüfussayımındaki doğum günü tespitlerine göre, Türkiye’de en kalabalık burç hangisiymiş?
*
Oğlak…
*
Şaka bir yana, ölü poposuna pamuk tıkar gibi, tuttuklarını tıktıkları için, dünya rekoru bu torba… Bırak içeriğini, sadece başlığı bile 612 kelimeden oluşuyor.
*
İki sayfa tutan 612 kelimeyi yazarım yazmasına ama, hazır nizam intizam sağlanmışken, tatil günü keçileri kaçırmanın âlemi yok herhalde...