Cuma, Ağustos 15, 2014

ABD Tatili Gezi Notları 8 - Altıncı Gün (Los Angeles - Cambria - Route 1)

19 Nisan 2014 Cumartesi

Los Angeles yeter..

Daha önce de belirttiğim gibi, bence çok fazla zaman harcanmasını gerektirmeyen Los Angeles'ta daha fazla kalmamak için otelden bir gün önce çıkış yaptık.

Plana göre sabah erken yola çıkarak, Los Angeles'taki son duraklarımız olan Japanese Garden ve Balboa Gölü ziyaret edilerek orada bir yerlerde kahvaltı yapılacak, sonrasında da her ne kadar haritalarda 8 saatte gidilir dense de, bence en az iki gün sürmesi gereken ağırlığı ünlü 1 numaralı otoyoldan, Pasifik kıyısındaki enfes manzaralar eşliğinde San Fransisco'ya ulaşılacak. Arada bir gece konaklayacağımız yer olarak, küçük bir kasaba olan Cambria tercih edilmişti.

Hemen baştan söyleyeyim; yol o kadar keyifli ki, bence mümkün olduğunca vakit ayırın. Mümkünse sıkça duraklayın, kasabaları gezin, deniz kıyısına inin. Yani kesinlikle transit bir geçiş yapmayın.

405 numaralı karayolundan kuzeye doğru yarım saatli bir yolculukla ulaştığımız Sepulveda Rekreasyon alanında yer alan Japon Bahçesine geldiğimizde kapalı olduğunu görünce bir miktar üzülmekle beraber, kıymetli zamanımızdan zorunlu bir tasarrufun keyfini çıkartmaya karar verdik. Aynı alandaki Balboa Gölüne ulaştığımızda saat daha 8:30 civarlarındaydı.

Şehrin içerisinde kocaman bir yeşil alan olan Sepulveda içerisinde sadece Balboa Gölü ve Japon Bahçesi bulunmuyor. Alanın büyük bölümü golf ve diğer sporlara ayrılmış durumda. Sabahın erken saati olmasına karşın, golf sahaları ve özellikle bizim bildiğimiz futbol sahaları dolu ve cıvıl cıvıldı.
Balboa Gölü
Arabamızı araçlar için ayrılan yere park ettikten sonra, 20-22 derece civarında nefis bir sabah güneşi ile göl etrafında, sakin sakin tur atmaya karar verdik.
Balboa Gölü

Güzel hava ve müthiş göl manzarası eşliğinde, balık tutan, piknik yapan, mangalını körükleyen, göl etrafında spor yapan her yaştan Los Angeles ahalisi
arasında sakin bir turu attıktan sonra kahvaltı yapmamız gerektiğini hatırlayarak tekrar yola koyulduk.

Kahvaltı için kendimiz bir şeyler getirseydik göl pikniğini yaşasaydık keşke ama tecrübesizlik işte.. Daha önce üzerinde düşündüğümüz ama olmazsa olmaz demediğimiz Cheesecake Factory'ye gitme fikri, acıkan karınlarımızın biraz daha guruldamasına ve biraz da hızlı hareket etmemizi sağladı.

Rotamız olan 101 numaralı otoyol üzerinden azcık saparak ulaşacağımız Topanga'daki bir AVM'de Cheesecake Factory olduğunu öğrenip, navigasyon kolaylığı ile 5 dakika içerisinde olay mahalline ulaştık (tşk; Tripadvisor, Samsung, Googlemaps, GPS etc)

Saat 10'u geçmiş olmasına rağmen Cheesecake Factory açık değildi. 11'de açılacak dediler. Biz de biraz dolaşalım diyerek AVM'ye girdik. Önce biraz Apple Store'da zaman geçirdikten sonra, şimdi ismini hatırlamadığım ama içerisinde kendimizi kaybettiğimiz söyleyebileceğim bir oyuncakçıya daldık. Sadece zeka oyun(cak)ları satan bu dükkanda, her yaşa uygun eğlenceli ama bir o kadar zor oyuncaklar bulabilirsiniz. Belki 45 dakika kadar içerideki oyuncaklarla ve bizimle beraber oradan oraya koşturan 2 yaşlarındaki bir bebekle oynayarak vakit geçirip, Çağan için bir kaç oyuncak aldık veeee...
Mission Completed.

San Buenaventura Halk Plajı
Açlık giderildi, cheesecake mideye indirildi. Cheescake için o kadar yol tepmeye değeceğini düşünmüyorum açıkçası. Bizim İstanbul Çavuşbaşı'ndaki kendisi de Amerikan göçmeni olan (ne kadar garip geldi değil mi) Maria'nin küçük dükkanındaki cheesecakeler çok daha güzeldi. Asıl orayı öneririm. Bilmeyenler için: Maria's Cheescake

Varalım biz yolumuza bakalım. Zaman zaman ünlü "1" ile beraber ilerleyen 101 numaralı karayolundan kuzey yönüne vurduk kendimizi. İlk durağımız San Buenaventura Halk Plajı. Susuz
luk giderme, plajda henüz daha 24-25 derece olmuş, zaman zaman serin olan havada denize giren çoluk çocukları seyretme, e-posta kontrol etme ve sigara içme molası sonrasında ise Santa Barbara'ya kadar durmadan devam etmek istiyoruz.

45 dakikalık kesintisiz bir yolculuk sonrasında Santa Barbara'ya ulaştık. Pasifik kıyısındaki 100 bine yakın nüfusa sahip bu şehrin bu kadar ünlü ve şirin olduğunu gitmeden önce bilmiyorduk. Sayfiye kasabası görünümündeki bu şehrin sokakları cıvıl cıvıl. Güzel evlerin ve lüks ve pahalı mekanların çokluğu dikkatimizi çekmişti ama otururken telefondan Santa Barbara'yı araştırdığımda, çok ünlü Hollywood yıldızlarının büyük kısmının yaşadığı/yaşamış olduğu şehir olması nedeniyle bu kadar bilinen bir yer olduğunu öğrendim.

Santa Barbara
Los Olivos



Santa Barbara'yı geride bırakarak San Fransisco hedefimize doğru tekrar yola koyulduk. Yolu bir miktar kısaltmak için 101'e tekrar bağlanmak üzere 154 numaralı otoyola girerek kıyıdan bir miktar uzaklaştık. Yol üzerinde üzüm bağlarını takip ederken, ani bir kararla gördüğüm bir kasabaya dalıverdim. Los Olivos adındaki küçük kasabaya daldım.







Altı üstü 1300 kadar bir nüfusa sahip olan ve üstüne üstlük California'nın sahil bölgesinden uzak sayılabilecek yüksek bir noktasında neden bu kadar araç ve insan var önce anlayamadık. Arabayı park edip, yürümeye başladığımızda şarap tadım evleri ve satış ofislerinin bu kalabalığı çektiğini anladık.


 Yine bizim gibi gelişmişliği inşaat yapmaya indirgemiş uluslar için olağan olmayan bir hususu bu küççük, bizim köy bile saymayacağımız kasabada da gördük. Her aracın yayalara yol veriyor olması, yayaların da yandaki resimde de göreceğiniz üzere boş yollarda dahi yaya geçidi dışında karşıdan karşıya geçmemeye dikkat ediyor olması, sinir bozucu derecedeki düzen ve kuralcılığa karşı bir kıskanma yaşamamıza neden oldu. İnsanın hemen bir iş bulup yerleşesi geliyor bu tür insana değer veren ülkelere.
Morro Bay Semt Pazarı


Cambria'da konaklayacağımız için ve hala 100 mile yakın bir yolumuz olduğu için, fazla kalmadan çıktık yola. tarihi Route 1 yerine daha hızlı olması için yine 101'den devam ettik. Santa Maria'yı pas geçtikten ve yaklaşık 1.5 saat aralıksız gittikten sonra Morro Bay'de yine mola verdik. Şehre girdiğimiz cadde üzerinde dikkatimizi çeken ama dağılmak üzere olan pazarda dolaşmaya karar verdik. Sebze, meyve dışında hediyelik eşya ve diğer hazır yiyeceklerin satıldığı pazar esnafı mallarını toplamaya başlamış olduğundan detaylı bir bilgi edinemedik. Ne yazık ki, Morro Bay hakkında önceden bilgi sahibi olmadığımız ve zaman sıkıntısı nedeniyle, kasabanın geri kalan kısmını gezemedik. Gezemediğimiz için de şehrin sembolü olan, Morro doğal limanının ucunda yer alan ve bir volkanik patlama sonucu oluşmuş Morro Kayasını göremeden ayrıldık.



Creekside Inn - Sigara İçme Köşesinden
Route 1 üzerinde kuzey yönünde bir 20 mil kadar daha yol aldıktan sonra günün hedefine Cambria'daki otelimize (Creekside Inn) ulaştık. Yine sigara içmenin otoparkın köşesindeki 2 m2'lik alan dışında her yerde yasak olduğu, yeşile saygılı bu otelin ormana bakan odasına yerleştik. Rahat bir yatak ve sessiz bir ortam dışında özelliği olmayan otele girerken, resepsiyondaki ablaya sabah erken ayrılacağımızı söyleyince, giderken anahtarı resepsiyon kapsındaki mumluğa bırakmamızın yeterli olacağını söyledi. Sıcak bir ortam yani.

Yerleşme ve biraz dinlenmeden sonra güneş batmadan Cambria sokaklarını dolaşmak için kendimizi dışarı attık. Ama, hem akşam üzeri olması, hem de Nisan ayında Los Angeles'a göre kuzeye çokça yol almış olmamızın etkisi ile tişörtten kazak+monta terfi etme vakti gelmişti. Kendimizi yola attık ve dolaşalım dedik ama, kendisi lisans eğitimini Şehir Bölge Planlama üzerine tanımlamış olan sevgili karım planlamadan, evlerin güzelliğinden, bahçelerden kendini alamadı. Bolca ev resmi çekti. Ama gerçekten, küçücük kasabalarda da, koca metropollerde de yaşadıkları evlerin güzel olması için insanlar çok çaba harcıyorlar ve bu yaşam kalitesini kesinlikle arttırıyor.
Cambria Evleri

Biraz daha turladıktan sonra, gün batımı için okyanus manzarası bulmaya gittik Ağırlık olmasın diye çokça para verip aldığımız DSLR makineyi evde bırakıp, Samsung ve Blackberry cep telefonu kamerasına kalınca gün batımı ancak aşağıdaki gibi kaydedilebiliyormuş. 

Resmin çekildiği nokta için tıklayın

Cambira da, diğer Pasifik kıyısı kasabaları gibi 1800'lü yılların ikinci yarısında yerleşimin arttığı bir kasaba. Aslında pek de güzel olmayan bir iki plajı dışında bir özelliği olmayan 7000 nüfuslu kasabanın ana geçim kaynağının turizm olması ilginç. Ama LA ile SF'nin tam orta noktasında bulunması ve sonrasında Monterey'e kadar doğru dürüst otel bulunmaması nedeniyle, bizim gibi bir çok gezgin burada konaklamayı uygun görüyor.

Soğuk iyice kendisini hissettirip hava da kararınca, akşam yemeği için önceden Tripadvisor'dan belirlediğimiz Main Street Grill'e gittik. Uygun fiyatla, kaliteli ve nefis ızgara keyfi için kesinlikle öneririz. Küçük kasaba dedik ama her hangi bir akşam yemeği için bile sıra beklemeniz gerekir. 

Ve yol yorgunu gezginler otele gider, giderken yanlarına aldıkları biraları bile içemeden uyuyup kalırlar.

ABD Tatili Gezi Notları 7 - Beşinci Gün (Los Angeles)

18 Nisan 2014 Cuma

Stüdyolar, film platoları, ünlülerin evleri gibi görülmesi gerekenler statüsüne alınmış başlıklar bizi pek ilgilendirmediği ve bunun dışında çok da yapacak bir şey kalmadığı için bir gün kısalttığımız Los Angeles turumuzun bu son gününe Tripadvisor'dan işaretlediğimiz; Venice Cannals, Venice Beach, Natural History Museum, California Science Centre, Griffith Observation Centre ve Universal CityWalk noktalarına yetişmek için erkenden kalktık.

Venice Plajı
Resmin Çeklidiği Nokta İçin Tıklayın
İlk durağımız Venice Beach oldu. Bu ünlü plaj pasific kıyısında boylu boyunca uzanan ve 12 ay boyunca deniz ve dalga sevdalılarını ağırlayan keyifli bir gezi mekanı. Gittiğimiz gün hava epeyce serin olmasına karşın denizde onlarca sörf tutkunu güzel bir dalga gelir heyecanıyla tahtalarının üzerinde bekleşiyorlardı. Serin havada denize giren çocuklar ise ayrıca içimi üşütmedi değil.

Arabanız ile gittiğinizde biraz dolaşarak, 1 USD yükleme yaparak park edebileceğiniz alan bulmanız mümkün. Plaja yakın yerlerde yeme ve içme ihtiyaçlarınızı da rahatlıkla karşılayabilirsiniz.

Venice Fishing Pier
Resmin Çeklidiği Nokta İçin Tıklayın



Plajdan okyanusun 50 metre kadar içerisine giden seyir ve balıkçılık iskelesi çok keyifli bir manzara sunuyor. Burada da, tüm gelişmiş ülkelerde olduğu gibi, yapılan her yatırımın öncelikli özelliğinin İNSAN ODAKLILIK olduğunun izlerine rastlıyorsunuz. Özellikle engelliler için her şey düşünülmüş. Yanda da göreceğiniz üzere, seyir ve balık tutmak için engelliler düşünülerek, ahşap dayanaklar kısaltılmış.





Venice Kanalları
Resmin Çeklidiği Nokta İçin Tıklayın


Keyifli okyanus manzarasını arkada bırakarak, güneş bulutların arasından çıktığında yakan, saklandığında ise üşüten havanın değişkenliğine küfrederek, üzerimizdeki montları bir giyip, bir çıkartarak Venice kanallarına daldık. Yapay oluşturulmuş kanalların arasındaki mükemmel evler seyir için bile fazla lüks. Yaşamak için ise ideal.




Los Angeles'ta tarih yok falan diyoruz ama, zaten 1850 yılında kurulmuş bu şehirde bulabileceğiniz en eski eserlerinden birisidir Venice Kanalları. Tarihi 1905 yılına gidiyor. O tarihlerde Venedik'teki kanallara özenenler bu bölgeyi inşa etmiş. İyi de yapmışlar. Çok keyifli ve dinlendirici bir yürüyüş oldu. Bir not; yayınladığım resimlerde göremiyorsunuz ama insanlar gerçekten yaşıyorlar bu evlerde ve neredeyse her evin küçük bir de iskelesi ve önünde bağlı bir kanosu var.


Gelelim şehir gezilerinin olmazsa olmazı müzelere; Los Angeles'a bir Londra muamelesi elbette çekemeyiz. Ama çok sayıda, belki de yüzden fazla, müze var. Fakat gelin görün ki, bu müzelerin neredeyse tamamı özel ve küçük ölçekli (hatta çoğu sinema sektörüne dair) müzeler. Biz de zaman darlığı ve lokasyon sorunu nedeniyle çok iyi bir tercih yaparak Los Angeles merkezine yakın olan Exposition Bulvarı üzerindeki Natural History Museum ve California Science Center'ı ziyaret ettik. Toplu ulaşımla veya aracınızla rahatlıkla bulabileceğiniz, park sorunu olmayan
bu bölgede zamanın ne kadar hızlı geçtiğini aklınızda bulundurun.

Eğer Londra'da Natural History Museum'a gittiyseniz, aynı müzenin daha dar kapsamlı Los Angeles versiyonunda vakit kaybetmenize ve para ödemenize gerek yok. Ama yine de görmek isterseniz, yandaki ve üstteki resimde de göreceğiniz üzere doğal yaşama alanlarındaki vahşi hayvanların balmumu heykelleri etkileyici olabilir. Yine Londra'dan farklı olarak, dışarıdan içerideki çalışmaları da görebileceğiniz bir arkeoloji laboratuvarı bulunmakta.


Natural History Museum'dan çıktıktan sonra, eğer mevsim uygun ise muhteşem bir gül bahçesinden geçerek Science Center'a ulaşabilirsiniz.

Science Center içerisinde ücretsiz gezilebilecek bölümler de var ama asıl olay perdenin arkasında.. Ücretli olarak girilen ve bir labirent misali çeşitli bilimsel gerçeklerin prensiplerinin canlandırıldığı maket ve deneylerin sergilendiği, özellikle çocukların dikkatini çeken oyun ile bilim felsefesinin işlendiği pavyonlar çok eğlenceli.


Onlarca pavyonda, gezerek ulaşacağınız ve gezinin en heyecanlı yeri en sona saklanmış. 1992 - 2012 yılları arasında 25 kez uzaya çıkmış Endeavour uzay mekiğinin sergilendiği bölüm en çok ziyaretçi çeken bölüm bu merkezde.


Grand Canyon için kullandığım ifade Endeavour için de geçerli. "Kesinlikle çıplak gözle görülmeli".

İyi ki zaman ayırmışız, iyi ki gezmişiz.
Griffith Gözlem Merkezi
Resmin Çekildiği Nokta İçin Tıklayınız
Akşam gezmesi öncesindeki son durak olarak şehrin kuzeyinde yer alan ve ünlü HOLLYWOOD imgesinin de izlenebildiği ama bence ondan daha güzel bir orman ve şehir manzarasına sahip Griffith Park içerisindeki gözlem merkezini seçtik. 1930'lu yıllarda kurulan bu merkez, bağışçısı iç adamı Griffith Jenkins Griffith'in adını taşıyan park içersine kurulması nedeniyle Griffith Gözlem Merkezi olarak isimlendirilmiştir.
Griffith Gözlem Merkezi'nden LA Manzarası
Resmin Çekildiği Nokta İçin Tıklayınız

Muhteşem sakinlikte ve güzellikteki parkın içerisinde dolambaçlı bir yoldan çıkarak ulaşabileceğiniz gözlem evinde otopark bulunmakla beraber, çıkışta yakın bir yerde yol üstüne aracınızı da bırakabilir ve temiz havada yürüyebilirsiniz. Ücretsiz girebileceğiniz gözlemevine ulaştığınızda sizi karşılayan geniş açı Los Angeles manzarasını bir süre izleyerek dinlenebilirsiniz. Şehrin kuzey doğusu, şehir merkezi ve Pasifik kıyısını da içine alan çok geniş bir görüş açısı var.


Gözlemevindeki iki teleskop aktif olarak çalışmakta ancak, bilimsel araştırmalardan ziyade ziyaretçiler için aktif tutulmaktadır. Gezerken ilk uğradığınız ana hol içerisinde, bir süre gözünüzü alamayacağınız ve dünyanın eksenindeki dönüşünü temsil eden rotasını görmek için her 7 dakikada bir aşağıdaki blokları düşürüşünü görmek isteyeceğiniz sarkaç (Foucault Pendalum) göreceksiniz. Sağlı sollu uzanan iki ayrı salonda ise çeşitli fizik kurallarının ve uzaya dair fenomenlerin örneklerini görebileceğiniz alanlar ile vakit geçirebilirsiniz. Arzu ederseniz bina içerisindeki restoranda bir şeyler atıştırabilirsiniz.
Universal Citywalk
Griffith Park'ta dinlendikten sonra, akşam yemeği için seçtiğimiz ve plana sonradan dahil ettiğimiz Universal Citywalk'a geçtik. Kısa bir yolculuktan sonra ulaştığımız Citywalk'ta ilk dikkatimizi çeken, çok büyük otoparkı oldu. Çok yürümek istemeyenler için ücreti daha yüksek ayrı otoparkların da bulunduğu bu küçük şehir, Universal Studios tarafından kurulmuş, yeme-içme ve hediyelik alışverişi üzerine hizmet etmekle beraber, içerisinde ayrıca bir konser alanıda bulunduruyor. Burası için iki önemli not; çok kalabalık ve sigara içebileceğiniz hiç bir yer yok. Ayrıca 100 USD karşılığında iFly ile güvenli bir ortamda gerçek serbest düşüş deneyimi yaşayabilirsiniz.

Ve bir yorucu gün daha bitti. Yarın, uzun ama çok keyifli bir yolculuğa çıkacağız. Zamanında yatmalı.

ABD Tatili Gezi Notları 6 - Dördüncü Gün (Las Vegas - Los Angeles)

17 Nisan 2014 Perşembe

Öğlene kadar Las Vegas'ta otelden çıkış ve kahvaltı işlerini hallettikten sonra, yine normalde kısa sürmesi gereken ama benim Mustang'in hakkını veremeyen sürüşüm ve Mohave Şerifi Oscar'dan aldığımız uyarının da etkisi ile saat 16 gibi ancak Los Angeles'a ulaştık.

Konaklama için seçtiğimiz otel Crenshaw mahallesindeki Friendship Motor Inn oteliydi. Otelin hem fiyatı (gecelik 40 USD/kişi), hem de otoparkının olması bizim için tercih sebebi olmuştu. Ancak, Las Vegas'tan dönüşte programı kontrol ederken, tekrar fark ettik ki, baştan planladığımız Los Angeles için 4 gün fazla gelecekti. Burada geçireceğimiz fazladan bir günü, Pasific kıyısından San Fransisco'ya yapacağımız yolculuk için harcayabilir ve daha keyifli ve az yorucu bir hale sokabilirdik. Bunun için önce mevcut rezervasyonu değiştrimek gerekiyordu. Her ne kadar otelin yöneticisi olduğunu söyleyen ama 15 yaşındaymış gibi görünen eleman son gün değişikliği yapamazsınız, 3 gecelik ücret almalıyım dese de, Booking.com ile yaptığım telefon görüşmesinde derdimi anlattıktan sonra, telefondaki yetkili otel görevlisini telefona istedi ve artık ne dediyse sorunumuzu çözdü. Booking.com'u yeniden takdir ettik.

Tripadvisor üzerinden bulduğumuz Baked Potato isimli jazz performans barına rezervasyonu halletmiştik. Otele yerleşir yerleşmez, Los Angeles Belediyesine ait web sitesi, tripadvisor ve telefonun harita uygulaması sayesinde, Beverly Hills'in de kuzeyindeki bu bara nasıl gideceğimizi, hangi otobüse bineceğimizi öğrenmiştik. Otelin biraz ilerisindeki durakta bir miktar bekledikten sonra otobüsümüz geldi. ABD'de otobüslerle ilgili ilk dikkatimi çeken husus, her otobüsün önünde bisiklet koymak için aparatlar var. Bisikleti ile bir yerlere gitmek isteyenler, istedikleri toplu taşıma aracını da kullanabiliyor. Neyse, konumuza dönelim, otobüse binmek için bozuk paranız olması yeterli. 1.5 USD ise bir kişi 1.5 USD'nız olmalı. Fazla atarsanız paranızın üstünü alamazsınız. Aletler tek yönlü çalışıyor çünkü. Ayrıca, bozuk paralarınızı saymakla uğraşmayın, hepsini gönderin hazneye o içeride sayıyor kendisi, tekrar hatırlatayım para üstü yok, o nedenle yine de cepteki paranın tamamını atmayın.

35 dakika kadar süren bir otobüs yolculuğu oldu ama, Los Angeles'in o güzel caddelerine güzelliğini katan bir birinden muhteşem evlerini seyretmeden duramadık. Evler, resmen şehre ruh katıyor orada yaşamayı hayal ediyorsunuz.

Baked Potato... Jaz dinlemek için gidilesi yerlerden olduğuna dair okuduğum onca yazı ve yorumdan sonra beklentilerim çok büyüktü sanırım. Evet, yorumlardaki kadar küçük bir bar idi. Evet, yorumlardaki kadar basık bir mekandı. Evet, giriş ücreti de vardı (15 USD). Evet, iyi ki erken giderek en güzel masayı da aldık. Evet, çalan çocuklar da iyiydi ki, allahtan erken gittiğimiz için dinlemek zorunda kaldığımız prova parçaları değilmiş ve herkesten çok parça dinledik böylece. Ama, zaten dolu olmasının sebebinin ve yorumların o kadar güzel olmasının sebebinin, küçük mekanın performans için sahne alan kişilerin arkadaşları ve akrabaları tarafından dolduruluyor olmasındanmış. Biz hariç herkesin birbirini tanıdığı ve oğlu, kızı, arkadaşı, sevgilisi için yorum yaptığı bir mekanda geçirdiğimiz 3 saat bize yetti ve geri dönüşe geçtik.

Geri dönüşümüz biraz garip oldu, otobüse kadar gideceğimiz metro için vaktimiz vardı ama ineceğimiz durağa iki durak kala metro durdu ve bir anons ile herkes boşaldı. İçeride kalan evsizler ile başbaşa biraz vakit geçirdikten sonra biz de çıktık ve taksiye bindik. Taksi ile yaklaşık 45 USD'lık bir yolculuk ile otelimize ulaştık. ABD'deki taksilerin hemen hemen hepsinin benim de hastası olduğum Toyota Prius olması ayrıca deli etti beni. İnanılmaz sessiz ve konforlu bu elektrikli otomobile Türkiye'de 160 bin TL bayılmak zorundasınız ama ABD'de 22 bin USD'a sahip olabiliyorsunuz. Tatilden Öznur'un en çok hatırladığı repliklerden birisi şu oldu; "Hayatım bak Prius!!"

ABD Tatili Gezi Notları 5 - Üçüncü Gün (Grand Kanyon, Las Vegas)

16 Nisan 2014 - Çarşamba

Sıcak bir Las Vegas gününde daha, kendimizi çölün biraz daha derinliklerine atmak ve bir doğa harikası olduğunu okuduğumuz, duyduğumuz Grand Kanyon'u canlı olarak görmek için 3 saat sürmesini beklediğimiz 136 millik bir yolculuğa çıktık sabah erkenden.

Güneşli ve sıcak bir günde, 95 ve 93 numaralı otoyolları takip ederek MOHAVE Çölünün göbeğine doğru yol aldık. Sıcak havanında yanı sıra, neredeyse açtığımız her radyo istasyonunda çalan Pharrell Williams'tan "Happy" yolu biraz daha eğlenceli kıldı.
Las Vegas - Grand Canyon Rotası
ABD'deki üçüncü günümüzde, üçüncü eyalet sınırlarına doğru yol aldık. California ve Nevada'dan sonra Arizona.

Tamamen çöl olan bu rota üzerinde Boulder City ve ünlü Hoover Barajı dışında başka görülecek bir şey yoktu. Kayalık Şehir anlamına gelen Boulder City 1930'lu yıllarda, Hoover Barajı inşaatında çalışan işçiler için kurulmuş geçici bir kasaba iken, şimdi 15 bin nüfuslu ama son derece şirin, sakin ve
Mohave Çölünde selfie
Resmin Çekildiği Nokta İçin Tıklayın
zengin görünümlü, sayfiye kasabası tadında bir şehir olmuş.

Çöl yolculuğunun sonunda, muhteşem güzelliğe ulaştık. Colorado Nehrinin milyonlarca yıl boyunca yararak, kırarak oluşturduğu 500 km'lik dev yarık.

Kanyon hakkında bir şeyler yazmadan önce bölge ve ekonomisi üzerine de bir şeyler karalamak lazım.

500 km'lik kanyonun kuzey ucuna yakın bir bölgede 2007 yılında yapılan ve seyir zevkini arttırmak için tabanı kırılmaz camdan üretilen Skywalk, kanyon kenarından 20 metre açıkta yürüyerek yaklaşık 1.400 metreden kanyon zeminini izleme keyfi sunuyor. Yapım aşamalarını anlatan National Geographic'in Mega Yapılar belgeseli zaman zaman hala yayınlanmakta olduğundan, denk gelirseniz seyretmenizi öneririm.

Skywalk'ın yapımı ve konumunun yanı sıra, sahipliği, finansmanı ve yönetimi de çok ilginç. Büyük bir hukuk mücadelesinden sonra bölgenin kendilerine ait olduğunu kabul ettiren Hualapai Kabilesi, bu bölgeyi turizme açarak, kendileri için de büyük bir gelir kaynağı yaratmışlar. Hukuk mücadelesinin yanı sıra, sayıları sadece 2000 olan Hualapai yerlileri içerisinde kutsal sayılan bu topraklarda yapılmak istenen çalışmaya karşı olanlar da olmuş. Fakat nihayetinde, hatırladığım kadarıyla 25 milyon USD harcanarak skywalk inşaa edilmiş. Elbette, bu kadar emek, mücadelenin karşılığını almak isteyen Hualapai yerlileri karşılığını da almışlar.

Eagle Point
Resmin Çekildiği Nokta İçin Tıklayın
Bölgeye ulaştığınızda ilk dikkatinizi çeken sağda küçük bir havaalanı, solda da helikopter pistleri oldu. Bölge Skywalk sonrasında tam bir turizm patlamasına sahne olmuş. Bizim de gittiğimiz gün iğne atsanız yere düşmez şeklinde tabir edilebilecek kadar kalabalıktı. Onlarca tur otobüsü ve helikopter, yüzlerce otomobil ve binlerce insan.

Bölgeye ulaştığınızda ilk önce sizi satış toplanma alanı olarak da ifade edilebilecek ama aslında satış ve para toplama alanı sayılacak bölgeye alıyorlar..  Burada çeşitli hediyelik eşyalar, yiyecek ve içecek bulmak mümkün. Sonrasında ise size iki alternatif sunuyorlar, Skywalk yürüyüşü dahil ve hariç iki ayrı tur. Hatırladığım kadarıyla, Skywalk dahil ilk turun fiyatı kişi başı 85 USD kadardı. Biz gerek bütçe ayarlaması, gerekse Skywalk için 1-2 saati bulabilecek bir sıra beklemeye razı olmadığımız için 37 USD'lık küçük paketten satın aldık. Bu pakette, Hualapai Range, Eagle Point (Skywalk'un bulunduğu bölge) ve Guano Point turu vardı. Sizi dışarıdaki ring seferi yapan otobüslere gönderiyorlar ve hop on-hop off çalışan sistem ile tur içerisindeki 3 duraktan istediğinizde istediğiniz kadar vakit geçirebiliyorsunuz.

Guano PointResmin Çekildiği Nokta İçin Tıklayın
Öneri olarak ilk aklıma gelen, muhakkak bir yürüyüş ayakkabınız olsun. Benim ayağımdaki Converseler idare ederdi ama Öznur'un şirin ve narin sandaletleri yürüyüşü eziyete çevirmeye yetti. Allahtan manzara çok güzeldi de, eziyete değdi diyebildik. İkinci önerim ise şu; Hualapai Range denilen ve resmen uydurulmuş ve çok kötü dizayn edilmiş bir Hualapai yerleşim alanı replikasına zaman ayırmanıza hiç gerek yok. Tamamen turist yolma üzerine kurgulanmış saçmalık derecesinde kötü bir yer.

Guano PointResmin Çekildiği Nokta İçin Tıklayın


Sonrasındaki gözlem noktaları hakkında ise buraya yazılabilecek pek bir şey yok. Ne yazacaklarım ne de bu sayfada göreceğiniz resimler, çıplak gözle göreceğiniz güzelliğin binde birini anlatmaya yeter. Kısaca şunu söyleyeyim; doyumsuz ve hayranlık verici. İlla bir derece vereceksek Guano Point manzarası daha güzel.. Kanyonun büyüklüğünü daha rahat anlamanız için kanyon içerisinde tur atan onlarca helikopteri izlemeniz yeterli oluyor. Kamyonet büyüklüğündeki helikopterler kanyon içerisinde sivrisinek kadar kalıyor.

Uyarı
Uyarının alındığı nokta için Tıklayın
Kanyonda geçirdiğimiz yaklaşık 4 saatin ardından, Las Vegas dönüş yoluna verdik kendimizi. Burada ufak bir kaza atlattık. Normalde araba kullanırken mümkün olduğunca dikkatli olan ve yorulduğunu hisseder hissetmez dinlenmeyi tercih eden ben, kendime geldiğimde sol şeridi de aşmış ve çöle dalmış bir halde uyandım. Gözlerimin açık olduğuna yemin edebilirdim ama uyumuş olduğum gerçeği gün gibi ortadaydı. Yan koltukta uyuyan Öznur da en az benim kadar şaşkın ve korku dolu olarak uyandı. İş nedeniyle mecburan araba kullanan sevgili karım, bu kez yorgun kocası nedeniyle direksiyona geçti. Henüz daha 5 dakika olmamıştı ki, yol kenarında kurulmuş köy bile denilemeyecek, inlerle cinlerin seyircisiz maç yaptığı bir kasaba girişinde 25 mph hız sınırını gördük. Öznur yavaşlayayım mı diye sorduğunda, ABD'deki ilk 3 gün boyunca mümkün olduğunca hız sınırlarının makul seviyelerde aştığım için ve de genelde hız sınırlamalarına pek uyulmadığını düşündüğüm için "devam et" deyiverdim. Kasabayı henüz geçmeden arkamızdan bir siren ve Mohave Şerifi Oscar'ı gördük... Gitmeden incelediğim bilgilere göre polis çevirdiğinde araçtan inmememiz gerektiğini bildiğimizden bekledik, eli belindeki silahında gayet sakin ve kibar Oscar bazı sorular sorduktan ve aracındaki bilgisayarında bir miktar araştırma yaptıktan sonra, yandaki hediyemizi uzattı bize. Sadece bir uyarı olan bu kağıt parçası, bir kez daha yakalanırsak cezayı yiyeceğimizi beyan ediyordu.

Yol üzerinde Boulder City'ye kadar Öznur kullanmaya devam etti. Giderken hayran olduğumuz bu kasabada durduk ve Jack'in yerini keşfettik. Bütün kasabanın orada toplandığını tahmin edeceğimiz kadar kalabalık olan bu güzel restoran-barda yemeğimizi yedik ve tekrar yola koyulduk. Tripadvisor'da da yorumumuzu yaptığımız bu kasaba ve Jack's Place mutlaka uğranılması gerekenler listesine alınmalı.

Akşama doğru otelimize ulaştığımızda, Las Vegas'taki son gecemizde kendimizi sokaklara ve kumarhanelere bıraktık. Daha önce de bahsettiğim gibi, ihtişamın her şeyin önünde olduğu bu şehirde mutlaka Strip üzerindeki bir otelde kalmaya ve mümkün olduğunca çok otel gezmeye çalışın. Elbette tarihi değeri olan eserler göremeyeceksiniz ama her an hayretler içerisinde kalacağınız bir şeylere rastlamanız mümkün. Uzun bir yürüyüşün ardından zaten yorgun olan vücutlarımız "yatak yatak" diye yalvarırken, tatilden önce hayal ettiğim Las Vegas'ta Texas Hold'em oynama şansımı araştırmak adına kumarhanelere daldık. Poker meraklıları için tavsiyem şudur, kumarhanelerin içerisindeki krupiyeye karşı oynanabilecek en keyifli oyun Black Jack (21) iken, pokerden uzak durmanızı tavsiye ederim. Keyif almayacağınız garanti. Ama üzülmeyin, ben her ne kadar geç fark etsem de her kumarhanenin bir poker odası var. İçeride 10 kişilik masalarda krupiye sadece hizmet verip, oyun başına 1 USD kasa hakkı ve bahşiş ile idare etmekte iken siz keyfile 9 rakibiniz ile oyun oynayabilirsiniz. Rakamlar da ürkütücü değil. Herkese göre masa var. Genelde 300 USD azami chip hakkı tanınmakta ve limitli oyun imkanı da sunmaktalar. İsterseniz yine chip sınırı olmakla beraber limitsiz arttırma imkanı olan masalarda da oynayabilirsiniz. Ben de keyif aldım ama gece ilerlediğinde, tüm gün ayakta olmanın verdiği yorgunlukla da olsa gerek saat 2 gibi odaya gittik. Gezi öncesinde belirlediğimiz 250 USD kumar bütçemiz 25 USD eksiği ile yerinde duruyordu.





Perşembe, Ağustos 14, 2014

ABD Tatili Gezi Notları 4 - İkinci Gün (Las Vegas)

15 Nisan 2014 - Salı

Bir gün önce geç yatmış bile olsak, günü verimli geçirmek adına erkenden kalktık.

Kapı girişine 15 feet yakın alanlarda dahi sigara içmenin yasak olduğu Sturbacks'ta kısa bir kahvaltıdan sonra, tatil boyunca giyeceğimiz yazlık kıyafetler ile alınacak diğer hediyeleri bulmak için şehrin güneyindeki bir outlet alışveriş merkezine daldık. 1-2 saat içerisinde bu gerekli ama zaman kaybettirici faaliyetin akabinde kendimizi Las Vegas sokaklarına atma vakti gelmişti. Öncesinde, ABD'de kullanmak için bir internet paketi satın almamız gerekiyordu. Zorlukla da olsa, Özbek birisinin işlettiği bir telefon bayisi bulduk ve 4 GB'lık bir hatta 80 dolar ödeyerek internet sorunumuzu çözdük. Aslında çözdüğümüzü düşündük. Dünyanın önde gelen operatörlerinden AT&T resmen bir çöp oldu elimizde. Seyahatimizin en can alıcı yerlerinde 3G'ye ulaşamamak facia idi. Ne yazık ki, navigasyonumuz da yol tarifleri için internet bağlantısına ihtiyaç duyduğundan, zaman zaman sorun da yaşadık. Meğerse, büyük bölümü yerleşimin olmadığı çöllerden oluşan bu bölgede, AT&T müşterilerine doğru düzgün hizmet vermemeyi tercih etmiş. Sonradan öğrendiğimiz üzere Verizon bu konuda doğru seçenekmiş.

Her Şey Bir Dolar İçin
Resmin Çekildiği Nokta İçin Tıklayın
Her şeyin eğlence, ihtişam ve büyüklük üzerine kurulduğu bu şehirde zamanın ne kadar hızlı aktığını anlatabilmek pek mümkün değil. Şehrin en önemli eğlence merkezi, tanınmış otellerin de bulunduğu Strip. Bu cadde sınırsız eğlence imkanının yanı sıra, sıra dışı insan profillerinin de bulunduğu bir sosyolojik deney sahası gibi. Sokakta ellerinde bira ve bizim pek anlam veremediğimiz, yaklaşık yarım metre boyundaki kokteyl bardaklarıyla dolaşan her yaştan insanın bulunduğu bu caddede, turistleri kumarhanelerine çekebilmek için yarı çıplak kızlara da sıkça rastalayabilirsiniz. Öznur'un da ısrarıyla fotoğraf çektirme çabamız da, yanda göreceğiniz üzere kızların "ya 1 dolar verirsin, ya da kumarhanemizde oyun oynarsın" resti ile son buldu.

Eyfel Kulesi






Strip üzerindeki otellerin en dikkat çekici özelliği, dünyanın ünlü merkezlerinin replikalarından oluşuyor olması sanırım. Aynı caddede, Eyfel Kulesini, Özgürlük Heykelini, Venedik Kanallarını, Mısır Piramitlerini, Şanzelize Bulvarındaki Zafer Takı'nı görebilirsiniz.






Yine aynı cadde üzerinde göreceğiniz bir başka otel ise Bellagio... Gerek dış mimarisi, gerek kumarhanesi, gerek lobisi ve illaki caddeye bakan büyük havuzundaki su ve ışık gösterisi ile Las Vegas'ın en göz alıcı eseri olarak tanımlanabilir. 

Bellagio
Otelin önünde göreceğiniz havuzda her 15 dakikada bir gerçekleştirilen gösteriyi seyretmekten kendinizi alamayacağınız kesin. Çeşitli klasikleşmiş parçalarla son derece uyumlu su ve ışık gösterisini youtube'da da bulabilirsiniz ama emin olun hiç bir video canlı seyretmek kadar keyif vermeyecektir.

Bellagio Gölü


















Las Vegas'ın tüm ünlü otellerinde Cirque Du Soleil'in bir gösterisi var. The Mirage'da "The Beastles Love", New York-New York'da "Zumanity", Luxor'da "Beleive", Aria'da "Zarkana", MGM Grand'da "KA", Bellagio'da "O", Mandalay Bay'da "Michael Jackson's One" ve The Treasure Island'da "Mystere" adında, her biri ayrı bir tema içeren performanslar sergileniyor. Biz saati ve günü uygun olması nedeniyle Mystere'yi tercih etmiştik. Her ne kadar ne ile karşılacağımızı bilmesek de, daha önce Cirque Du Soleil'i canlı seyredenlerden aldığımız bilgilere göre çok eğlenceli olacaktı.

The Treasure Island'daki gösterinin öncesinde, Tripadvisor sayesinde daha önceden belirlediğimiz Wabo Cabo adındaki Meksika lokantasında güzel bir akşam yemeğini yedikten sonra, gösterinin yapılacağı otele kadar yürüdük. Gördüğümüz ilk şey salonun giriş kapısına kadar kumarhanenin sonuna kadar uzayan bir kuyruktu. Elinde bileti olan ve oturacağı yer garantili insanların neden 45 dakika kaladan itibaren ayakta sıra beklediğini anlamaz halde, bir miktar kumarhaneyi dolaşarak ve bir yerlerde oturarak sıranın bitmesini bekledik. Kişi başı 90 Dolar değerindeki bu gösterinin sonunda aklımızda kalanlar; muhteşem bir performans, ara vermeksizin süren aksiyon, müthiş parodiler, inanılmaz kostümler, gösteri ile son derece uyumlu canlı müzik ve vokaller. Ama her şeyden öte, insanın ağzını hayretle açık bırakan sahne. Bir otelin neden bu kadar büyük salonu olur sorusunun cevabını, haftanın dört günü, günde iki seans kapalı gişe sahnelenmesi ile almıştık ama, bir sahne nasıl havalanabilir ve yere dikey hale gelebilir, nasıl yer değiştirir, 10-15 metrelik dev hidrolik pistonlar nasıl bu kadar kıvrak ve hızlı kullanılabilir, bu kadar büyük mekanik sistemler nasıl kurulur sorusu hala yanıtsız. Kısacası, 90 dolar verdik diye üzülmeyeceğiniz müthiş bir gece geçireceğiniz garanti.
Saat 23 gibi gösteri bittiğinde, yine strip üzerinden yürüyerek otele döndük. Las Vegas'a kadar gelmişken kumar oynamadan dönülmeyeceğine göre, bir yerden başlamamız gerekiyordu. Tatil öncesinde kendime 250 Dolar limit koymuştum. Tüm kumar harcaması 250 Doları aşmayacaktı. Her ne kadar neredeyse her oyunun (rulet ve barbut hariç) nasıl oynandığını bilsem de, o geceyi masaları seyrederek geçirip, işin raconunu öğrenmekle geçirmeyi planlamıştım. Öznur tüm günün yorgunluğu ile yattıktan sonra, Monte Carlo'nun Strip'teki diğer otellere nazaran kötü sayılabilecek kumarhanesine yollandım.
Las Vegas'ın kumarhanelerinde dikkatimizi çeken bazı küçük detaylardan bahsetmek isterim. Birincisi ve en önemlisi, irili-ufaklı, lüks-orta halli demeden her yer dolu. Binlerce insan aynı anda kumar oynuyor. İkinci olarak, kollu makine de denilen, bir çeşit bilgisayarla yönetilen ve son derece sıkıcı oyuncaklarda kumar oynanma oranının diğer klasik oyunlara göre daha yüksek olması. Bu oyunlar için o kadar yol tepip Las Vegas'a gelen ve neredeyse tuvalete gitmeden aynı makinede, aralıksız bir düğmeye basarak 5-6 saat tüketen insanlar var ki bence saçmalık. Üçüncüsü, masalarda kumar oynayanların devamlı sohbet etme ihtiyacı duyması ve benim nazarımda bu insanların doğdukları günden bugüne kadar kumar oynadıkları izlenimi vermeleri. Dördüncüsü, güzel, çirkin, beyaz, siyah, çekik gözlü, iri, çok iri, daha da iri, cılız, seksi, itici, sıkıcı, konuşkan, somurtgan her cinsten krupiyelerin varlığı ve bu kuripiyelerin müthiş hızlı elleri ve hesaplama yetenekleri. Ve krupiye-müşteri arasındaki sıcak ilişkilerin varlığı kadar, hiç esnemeyen enteresan kat-i kurallar. Mesela masada sigara içebilir, küfür edebilir, telefonunuzla oynayabilirsiniz, ama kesinlikle telefonla konuşamazsınız, krupiyenin ve diğer oyuncuların kağıtlarına dokunamazsınız, koyduğunuz fişi geri alamazsınız ve sorun çıkartamazsınız. Sorun çıkarsa yöneticiler hemen geliyor ve kimin haklı olup olmadığına bakmaksızın önce krupiye değişiyor, sorun devam ediyorsa oyuncu kalkıyor.
Las Vegas kumarhanelerinde vakit geçirmek için ufak bir tavsiye; rahat olun, kasmayın. Oyunu bilip, bilmemeniz, ingilizcenizin durumu, paranızın ne kadar olduğu hepsi hikaye. Hastalık derecesinde kumar tutkunu olanlar hariç geri kalan herkes eğleniyor ve her zaman kasa kazanıyor. Sizin kazancınız güzel geçen vakit.
Benim gibi bir Texas Hold'em sever için bir krupiyenin kağıt dağıttığı ve karşısındaki beş oyuncunun ayrı ayrı kendisi ile oyun oynadığı masalar çok itici geldi. Gerçek bir Hold'em masasına oturmak istiyordum ama o masalar için ayrı odalar var idi. İçerisi çok kalabalık olmasına karşın benim bütçemin üzerinde olmalıydı. Yanıldığımı son gün anlayacaktım.
Bunun üzerine Hold'em'den sonraki eğlenceli tek oyun olan 21'i denemek için 40 dolarlık fiş aldım. Çoğu otelde masada söylenen içkiler ücretsiz iken, Monte Carlo'da ne içersen 4 Dolar olarak fikslenmişti. Bir bira ve sigara ile black jack gayet keyifli ve kazançlı geçti. 2 saatlik bir oyun sonrasında 80 dolarlık fiş ile kalkarak yatmaya gittim. Erken başlayan gün, sabahın erken saatlerinde sona erdi. 

ABD Tatili Gezi Notları 3 - Birinci Gün (Yolculuk - Los Angeles - Las Vegas)

14 Nisan 2014 Pazartesi

3 saatlik kötü kahvaltılı ama güzel Alp Dağları manzaralı Paris uçuşu sonrasında Paris Charles de Gaulle havaalanına 8:30'da indik. Bu hava alanı ile ilgili daha önce duyduğum ama sonra unuttuğum bir husus var; Hava alanı çok büyük ve uçak yere indikten sonra terminalinize göre, uçağın içinde ama karada 15 dakika kadar seyahat etmek durumunda kalabiliyorsunuz. Hava alanının taxi yollarından bir kaçı bildiğiniz üst geçit gibi, otoyolun üzerinden geçiyor. Anlayacağınız, arabanızla seyahat ederken, üzerinizdeki üst geçitten bir A380'in geçtiğine şahit olabilirsiniz.

ALPLER
LA uçuşu için iki saatimiz olmasına rağmen, öncelikle biniş kapımızı bulmak istedik. 3 terminali olan ve arasında 3 duraklı bir tren ile seyahat etmek zorunda kaldığınız havaalanında, gideceğimiz kapı için tekrar ve düşündüğümden de uzun bir kontrol noktasında 1 saatimizi harcadık.

Sonuçta, gösterişsiz, küçük ve kalabalık terminalde kapımızı bulduğumuzda, uçağın kalkışına 1 saat kalmasına rağmen yolcu alımına başlanmıştı bile. Dile kolay yaklaşık 550 yolcunun uçağa iki kapıdan binmesi gerekiyordu.


Uzun süredir hayal ettiğim ve 11 saat sürmesi beklenen A380 yolculuğu öncesinde son sigaramı içmek için sigara odasına yollandım. Gördüğüm ise sadece 3 m2'lik bir alanda 5-6 kişinin sigara içtiğiydi. Sigaradan nefret ederek vazgeçtim ve yerime döndüm.

Ve A380 ile tanışmamız...

AirFrance - A380
LA'da iner inmez yaklaşık 4-5 saat sürecek bir araba yolculuğumuzu da düşünerek uyku düzenimi oluşturabilmek için uçuşun ortasında planladığım 3-4 saatlik uyku için, içki servisi başlar başlamaz biraya başlamıştım bile. Ne hikmettir ki uyku bir türlü gelmez iken, ha bire tuvalet ihtiyacı gelmesi nedeniyle pek başarılı olduğum söylenemez. Bu arada, uzun uçak yolculuklarında önerilen spor aktivitesi için mükemmel olan A380'nin üst kata çıkan merdivenlerinde bir aşağı, bir yukarı koşan insanların konuya olan hassasiyetlerine de hayran olmadım değil. Önce kitap okumayı denedim. Okuduğum roman Carrie (Dean R. Koontz), ya ingilizce olduğu ve çokça hiç duymadığım kelime içermesi nedeniyle, ya da bu yazarın okuduğum tüm kitaplarındaki akıcılığı sağlayamadığı için elimden kayıverdi. Ahhh!!! Gitti güzelim uyku... Öznur ise Livaneli'nin  Sonra da uçak içi eğlence sisteminde Frozen seyretmeyi denedim. Nihayet!! Filmin bir başını, bir de sonunu gördüm. 1 saat 35 dakikalık uyku benim için yeterliydi.

14 Nisan Pazartesi günü Türkiye saati ile 06:35'de başlayan yolculuğumuzda yine Türkiye saati ile 23:00, LA saati ile 13:00 gibi ilk hedefimiz olan Las Vegas üzerinden LA'a inişe geçtik.

Pasaport kontrolü ve valiz işlemlerinden sonra, daha önce skyscanner üzerinden kiraladığımız aracımızı teslim almak için rent a car ofislerini aradık. Burada dikkatinizi çekmek isterim; Los Angeles ve Honolulu'da ve sanırım ABD'deki tüm havaalanlarında, check in hattından geçmeden oturup dinlenebileceğini bir yer bulmanız neredeyse mümkün değil. Şanlıysanız Starbucks bulup oturursunuz ama ister inanın ister inanmayın koca Los Angeles Uluslararası Havaalanının kapanış saati var.

Neyse konumuza dönelim. Biz kontrol noktaları sonrasında remt a car ofislerine uğrayıp arabamızı almayı planlarken, sorduğumuzda, havaalanı önünden kiralama şirketlerinin servislerinin kalktığını söylediler. Meğer havaalanından uzak bir bölge kiralama bölgesi imiş. Onlarca kiralam şirketinin devamlı ring seferi düzenlediğini ve her ringin neredeyse dolu olduğunu düşünün. Sanırım Los Angeles'a gelen herkes araç kiralıyor.

Uzun bir uğraştan sonra Dollar'ın servisine yerleştik. Allahtan sadece iki kabin tipi valizimiz vardı ki çok zorlanmadık. Koltuğuna sığamayan, sığamadığı için yanlamasına oturmuş Afro-Amerikan kadın şoförümüzün yol boyunca hayli küfürlü ve kahkahalı telefon sohbetini dinleyerek 15 dakikalık bir yolculuktan sonra hedefimize ulaştık. Hesaplamalarıma göre, saat 15 gibi arabayı alsak ve 5 saatte de Las Vegas'a ulaşsak, otele yerleşme, yemek yeme ve bir tanışma turu atma için yeterli zamanımız olacaktı.

Dollar - araba kiralama kuyruğu
Ama o da ne; beni kapıda karşılayıp, "buyrun arabanızın anahtarı" diyeceklerini beklerken, yanda da göreceğiniz üzere yaklaşık 2 saat sürecek bir kuyruğa girmek zorunda kaldım.

Öznur telefonunda oyun oynayarak vakit geçirirken, ben de sıradaki bir kaç kişiyle sohbet ederek zaman öldürdüm.

Teddy; sevimli abimiz bizim araç kiralama işlerini hallederken Öznur'un ehliyetini inceledikten sonra "Alman mısınız?" diye sordu. Türk olduğumuzu söylemeden önce neden bizi Alman zannettiğini sorduğumda, Alman bir futbolcu tanıyorum, Özil, sizin ile aynı soyisminde dedi. Her ne kadar Öznur'un ehliyetinde soyisim olarak Özel yazsa da Teddy'yi bozmadık ama Türk olduğumuzu ve Mesut Özil'in de Türk asıllı olduğunu söyledim. İşlemler tamamlanırken futbol yani soccer hayranı olduğunu öğrendiğim Teddy ile kısa bir futbol, Galatasaray ve Fenerbahçe geyiği yaptık. İş bitip ayrılırken Teddy konuyu değiştirip acayip bir soru sordu; "Ülkenizdeki seçimlerde yine bir şey değişmedi. Madem Erdoğan bu kadar kötü neden her seçimi o kazanıyor?" dedi durup dururken. Şok vaziyetten çıkmadan "Biz de bilemiyoruz.." dedik.

Teddy'nin sorusundan bir anda "acaba Mustang var mıdır ellerinde, bize Mustang verebilecekler mi" düşüncesine kaydık. Aracı teslim almaya giderken belgelerimizde hala "Mustang or Similar" yazıyordu. Bir süre sonra beyaz bir kuğu gibi geldi Cabrio Mustang...

9 günlük kira için 440 $ ödediğimiz Mustang'i teslim aldık. Genelde daha önce ABD'ye giden ve araç kiralayan tanıdıklarım, mümkün olan en iri arabaları tercih ederken ben nedense çocukluğumdan beri çok sevdiğim Mustang'i istemiştim. Her ne kadar konfor konusunda sınıfta kalsa da, motoru bile Mustang seçimi için yeterli bir sebep ne de olsa.

Saat 5 gibi nihayet arabayı alıp yola çıkabildik. 15 numaralı otoyola çıkmamız gerektiğini biliyorduk ama ona ulaşmamız için önce Los Angeles trafiğini çözmem ve doğru yola girmek için kombinasyon kurmam da gerekiyordu. Öznur telefon üzerindeki harita uygulamasının aynı zamanda navigasyon olarak kullanmaya başlayınca iş çözüldü. Tripadvisor üzerinde planlama aşamasında kayıt altına aldığım, gidilecek, görülecek yerlere, "yol tarifi al" seçeneği ile rahatça ulaşabiliyorduk artık.

Belirtmeliyim ki, coğrafi imkanların da etkisi ile Los Angeles yatay olarak o kadar genişlemiş ki, Pasifik kıyısından 15 numaralı otoyol üzerinden şehrin dışına çıkmamız bile bir saat sürdü.

Bu arada şehir trafiği ile ilgili dikkatimi çeken bir kaç hususu belirtmek isterim. Trafiğin hayli yoğun olduğu Los Angeles'ta, otoyolların sol şeritleri 2 kişi ve fazlası ile seyahat eden araçlara ayrılmış durumda. Bu sayede yoğunluktan kısmen kurtulabiliyorsunuz. Arada her hangi bir bariyer olmamasına rağmen sürücülerin kurala gösterdikleri saygı ise kusursuz. Ayrıca, kelebek tabir edilen kavşak katılımı hiç yok. Otoyollar Doğu-Batı ve Kuzey-Güney olarak istikametine göre adlandırılıyor. Örneğin Los Angeles'tan Las Vegas'a giderken önce 91 Doğu yönüne giriyor, sonra ilk 15 Kuzey çıkışından çıkarak Las Vegas'a kadar ilerliyorsunuz.

Trafik ile ilgili ikinci tespitim, otoyollara katılımlarda, katılım yollarında sadece kırmız ve yeşil ışık bulunan ve her yeşil ışıkta bir aracın geçebilmesine izin verilen bir sistem. 5 veya 10'ar saniye ile değişen bu ışıklar sayesinde otoyollara belirli aralıklarla tek tek araçların katılımına izin verilerek, günün saatine göre yoğunluk ayarlaması yapılabiliyor.

Özellikle normal kavşaklarda DUR-GEÇ sisteminin son derece saygılı bir şekilde işlemesi ile bu tür açık kavşaklardaki burada tarif bile edemeyeceğim sola dönüş kuralı mükemmel.

Neyse, 24 saate varan uzun bir yolculuk ve 10 saatlik saat farkının da etkisi ile zor olacağını tahmin ettiğim Las Vegas yolu çokça dinlenme ve kahve molası ile yaklaşık 6 saat sürdü. Las Vegas'a yaklaşırken ilk dikkatimizi çeken durum, yol üstü tesislerinin içerisinde bile kollu kumar makinelerinin olması ve daha da ilginci neredeyse her makinede oyun oynayan birilerine rastlanmasıydı. Bir diğer şaşırdığımız durum ise saat 22 sıralarında Mohave çölündeki, içinde sadece tuvalet ve bir kaç içecek makinesi olan, hiç bir görevlinin bulunmadığı bir dinlenme alanındaki tuvaletlerin temizliği oldu. Kim, hangi aralıklarla çöldeki bu tuvaletleri gelip temizliyor, sabunlukları dolduruyor, tuvalet kağıtlarını ve klozet havlularını tazeliyor bilemiyorum ama "temizlik imandan gelir" düsturuyla mangalda kül bırakmayan ama bir o kadar da leş tuvaletlere sahip biz müslümanların yanında bu kafirlere nasıl bir sıfat bahşetmemiz gerekiyor bilemedim.

Sonuç olarak 23:30 gibi Las Vegas'a giriş yapıp, tam da Strip'in göbeğinde ünlü Aria ve Bellagio otellerinin hemen yanındaki Monte Carlo Oteli bulduk. Daha önceki araştırmalarımda da tespit ettiğim üzere, Las Vegas'ta otopark sorununun olmaması, her otelin mutlaka en az oteli kadar büyük otoparklarının olması içimizi rahatlattı. Geç saat olması nedeniyle hızlı bir check-in ve duş sonrasında gece 1 sıralarında Las Vegas sokaklarına attık kendimizi. Bir ışık ve insan selinin ortasında kısmen yaşanan ay tutulmasını izleyerek ama çoğunlukla sokak ve otelleri ve kumarhaneleri seyrederek yaklaşık 2 saat tur attık.

Ama yorgunluk bizi yatağa çağırıyordu.