Cumartesi, Nisan 30, 2011

Güne Dair

Çılgın proje açıklandı;

Karadeniz ve Marmara arasında İstanbul boğazına rakip bir kanal açılacak.

Yapılması mümkün değil demeyeceğim. Diyemem, çünkü konunun uzmanı değilim. Yapılabilir, teknik olarak mümkün. Ama, olay tam Menderes mantığıdır. Yani bize plan değil pilav lazım mantığının ürünüdür, bu bir ben yaptım oldu cinliğidir.

Bu oyunu yutacak milyonlarca seçmenin olduğunu bildiği için zaten rahat rahat atıp tutuyor RTE.

Fizibilitesi yapılmadan, kanunlara, yıllar önce imzalanmış uluslararası anlaşmalara aldırmadan kanal yapmak, ya da yapacağını iddia etmek, YGS gibi, yolsuzluklar gibi olaylara bir miktar ilgi gösteren seçmeni başka tarafa baktırmaktır.

Tabi bu söylentilerle birilerine rant sağlaması da cabası. Boşa değil elbet, Ali Ağaoğlu gibi, Fettah Tamince gibi, Vahit Kiler gibi vergi vermeden cebini dolduran sihirbazların hemen projeye sahip çıkması.

Fatih Altaylı bugün köşesinde konuyu şöyle özetlemiş;

Hesap iyi şeydir.
....
Eski Bakan Binali Yıldırım ise projenin 20 milyar TL’ye mal olacağını ve rantabl olduğunu söyledi.
Başbakan Erdoğan ise Boğaz’dan yılda 60 bin gemi geçtiğini açıkladı.
Şimdi hesap yapalım.
Boğaz’dan geçen gemilerin tümünü, bedava geçtikleri Boğaz yerine parayla geçilecek Kanalist’e yönlendirseniz, yılda 60 bin gemi bu kanaldan geçer.
Her bir geçişten ortalama 5 bin dolar alsanız yılda 300 milyon dolar eder.
10 yılda 3 milyar dolar. 100 yılda 30 milyar dolar eder.
Açıkçası ben bir rantabilite göremedim.
Demek ki, bu projenin asıl rantı gemilerin geçişinde değil. Gemi geçişi işin halka gösterilen “havuç”u.
Demek ki, asıl rant, bu kanalın çevresindeki arazilerde, burada yapılacak inşaatlarda, şehirlerde. Gemiler işin süsü, boyası.
Orada mangır yok. Belli ki, kanalın çevresine yeni yeni şehirler kurulacak. Ciddi bir emlak rantı elde edilecek.
Projeyi kim veya kimler alacaksa, parayı buradan çıkaracaklar.
Gemiler büyük ihtimalle yine Boğaz’dan geçmeye devam edecek.
Projenin yerinin gizli tutulması ise ayrı bir acayiplik.
Bahane, rant sağlanmaması...
Ama asıl rantın gizlilikle sağlandığını unutuyorlar.
Bu arada kanalın iki ucuna birer Deniz Feneri yapılırsa şahane olur.
Rantın nerede olduğuna ışık tutarlar.

Görüldüğü gibi Fatih Altaylı' nın sözlerinin üzerine diyecek bir şey yok.

Ama dedim ya, RTE kendisine oy veren veya vermeye eğilimli seçmenin bu tür hesaplara girmediğini, hatta bu tür hesapları yapanları okumadıklarını çok iyi biliyor.

Ayrıca, RTE ve ekibi hiç bir zaman bir rakibin önünde veya muhalif gazetecilerle bir araya gelip canlı yayınlara katılmadığı için rahatlar. Her yalanı yüzleri kızarmadan söyleyebiliyorlar.

Ben bu satırları yazarken RTE Muş' ta seçim mitingi yapıyordu. Ve orada büyük alkış alan bir laf etti. Dedi ki; "Ergenekon' dan medet uman CHP zihniyetiyle, faili meçhuller aydınlatılamaz, aydınlatılmasını istemezler"...

Bunu diyen adam, CHP' nin en az bir düzine faili meçhulleri araştırma komisyonu kurulması önerisi AKP oyları ile ret edilmiştir.

Yine bu satırları yazarken, Kemal Kılıçdaroğlu ise Hatay' dan RTE' ye çağrı yapıyordu: "SSK' yı batırdığımı söylüyorsun. İstediğin kadar Bakanını, istediğin Sosyal Güvenil uzmanlarını, istediğin gazetecileri, istediğin televizyon kanalında karşıma çıkar. Söz veriyorum, SSK olayından başka konulara da girilmeyecek. Çıkabilir misiniz benim karşıma?"

Çıkmayacaklarını elbette biliyoruz.

Söğüş Kanalı - Yılmaz Özdil

Haybeden 400 kilometre yol yapıp Mora Yarımadası’nın etrafından dolaşacağına, zırt diye, Ege Denizi’nden Adriyatik’e geçivermeni sağlar.

Rusya’da Volga-Don Kanalı var. Volga ile Don nehirlerini öpüştürür, böylece, arasında denizyolu irtibatı olmayan Hazar Denizi’yle Karadeniz’i birbirine bağlar.

Almanya’da Kiel Kanalı var. Git babam git, taaa Danimarka’nın etrafını dolaşacağına, kestirmeden, Kuzey Denizi’nden Baltık Denizi’ne geçersin.

Finlandiya’da Saimaa Kanalı var.
Deniz gibi kullanılan ama, eskiden denizle irtibatı olmadığı için oturma odasındaki küvet gibi duran Saimaa Gölü’nü Finlandiya Körfezi’ne bağlar.

Kanada’da Welland Kanalı var.
Bizim oturma odasındaki leğen gibi duran Van Gölü’nün benzeri Ontario Gölü’nü, Erie Gölü’ne bağlar, oradan Atlas Okyanusu’na yol açar… Böylece, deniz ebatındaki göllerinde anca sandalla kefal tutacağına, vızır vızır tanker dolaştırırlar.

Panama Kanalı malum…
Zart diye Atlas Okyanusu’ndasın, zort diye Pasifik Okyanusu’nda.

Süveyş Kanalı desen…
Antalya’dan demir alıp, boydan boya Akdeniz’i geçip, Atlas Okyanusu’nun dibine kadar inip, Afrika kıtasınınaltından kıvrıla kıvrıla dolanacağına, tereyağından kıl çeker gibi Kızıldeniz’e süzülürsün. İster Aden’e git, ister Basra’ya.

Ya bizimki?

Karadeniz’i Marmara Denizi’ne bağlayacakmış iyi mi…
Arada irtibat yoktu çünkü.

Arazileri çılgın’casına kapatan ileri görüşlü (!) arkadaşlarla, memlekete boru döşeme uzmanı olan müteahhitlerin cebi arasında güzel bi kanal olacak sanırım…

Yırtarım semtleri
cüzdanlara sığmam, taşarım
kükremiş sel gibiyim
İstanbul’u çiğner, aşarım
hangi çılgın bana zincir vuracakmış?
Şaşarım.

E adını koyalım.
Arap’ınki Süveyş…
Bizimki olsa olsa, söğüş kanalı

Bahis - Yılmaz Özdil

Prens Çarls’la Leydi Dayana’nın oğlu Vilyım, sıradan vatandaş Keyt’le evleniyor…Tören sabahın köründe, 9

’da başlıyor, nikâh 11’de, kına gecesi yok, damadın halasından bilezikkkk filan da yok, takan takmış zaten, gerdek işinin çoktan halledilmiş olduğu tahmin ediliyor.

*
Başka ne tahmin ediliyor?
*
Bahis siteleri birbirinden enteresan iddialar koydu, ahali şakır şakır para yatırıyor.
*
“Gelinliği hangi terzi dikti?” iddiasının seçenekleri arasında, Valentino, Armani, Marchesa, Matthew Williamson, Bruce Oldfield, Vera Wang, Carolina Herrera, Oscar de la Renta, Dior, John Galliano bulunuyor… Chanel 1’e 33’ken, Amanda Wakeley 1’e 4 veriyor.
*
“Gelinliğin kuyruğu kaç metre olacak?” iddiası, 8’e kadar yolu var’dan başlıyor, 8’den fazla olur’a kadargidiyor… En fazla para, 2 metreden kısa’ya yatırılmış vaziyette.
*
“Gelinlik ne renk olacak”ın kataloğu ise, beyaz, lila, pembe, ton ton…
Kırmızı, 1’e 50.
*
Peki, Kraliçe ne renk şapka giyecek? Açık mavi ve gri en çok beklenen, oranı 1’e 5, mor 1’e 6, yeşil 1’e 8, sarı 1’e 10, kırmızı 1’e 12, siyah 1’e 16, beyaz 1’e 20… Göreceğiz.
*
Kraliçe’nin kocası Prens Filip törende uyur mu? 1’e 10.
*
Gelin arabası kiliseye giderken bozulur mu? 1’e 5 bin.
*
“Ne zaman çocukları olur”da en çok para, dokuz ay sonra’ya yatırıldı. İlk çocuğun cinsiyeti de bahis konusu…“İlk çocuğun adı olsa olsa ne olur”un favorisi, merhum kaynana Dayana.
*
“Bunlar ne zaman boşanır?” var iyi mi… 10 sene dolmadan, 1’e 8 veriyor.
*
“Prens kazmadır, takayım derken yüzüğü düşürür” diyenler, 1’e 20 alacak… “Damadın sağdıç kardeşi PrensHeri, serseridir, yüzükleri getirmeyi unutur” diye düşünenler, 1’e 25 kapacak.
*
Davetlilerden biri “Durunnn, onlar evlenemez” diye bağırıp, nikâha mani olmaya kalkarsa… “Kalkar mı kalkarabi” diyenler, 1’e 50 indirecek.
*
Gelinin anası sakız çiğner, 1’e 23… Fırsatı kaçırmaz, ilk ağlayan Eltın Con olur, 1’e 8.
*
Balkondan selamlama sırasında damat gelini dudağından öper, 1’e 5… Yanağından öper, 1’e 4… Heyecandaneli ayağına dolanır bu salağın, kulağından öper, 1’e 33.
*
İlk öpücüğün süresi ne olur? 0-3 saniyeye günahını koyan bile olmadı henüz… 3-10 saniye 1’e 5, 10-60 saniye 1’e 25, yapıştı mı bırakmaz kardeşim, bi dakkadan fazla öper 1’e 250.
*
Damadın pantolonu patlar, 1’e 25… Gelin damadı bırakıp, kiliseden kaçar, 1’e 100… (Ben her ihtimale karşı,gelin kaçar’a 5 sterlin koydum.)
*
“Düğün yemeğinde ne yenecek?” derseniz… At eti, 1’e 500 veriyor.
*
İlk dans şarkısı ne olacak?
Angels 1’e 8
Nothing compares to you 18
Sex on fire 1’e 50!
*
Balayına nereye giderler? Nişanlandıkları Kenya, en çok tahmin edilen adres… Las Vegas 1’e 100 verirken, Disneyland 1’e 125.
*
Bakın, Disneyland deyince, bizim çılgın proce’nin çizgi filmi geldi aklıma… Şu İngiliz bahis siteleri “söğüş kanalıne zaman biter?” diye iddia açsa da, para koysak azizim…
*
Malum, mevzu’bahis söğüşse, gerisi teferruattır… Seçenekler “sittinsene, çıkmaz ayın son çarşambası, hamsikavağa çıkınca, 13 Haziran 2011” falan!

SON DAKKA NOTU:
Hazır, herkes çılgın mılgın hayalleriyle meşgulken, haşırt diye, şifre var, sorun yok deyip, üniversite sonuçlarını açıkladılar. Böylece, sadece şifreyi kapan çağla bademler kazanmadı… “Kalıbımı basarım” bu rezaleti örter bunlar, diye iddiaya girenler de kazandı

Deşifre - Yılmaz Özdil

Star Haber’de söylemiştik.
Bi de yazarak verelim.
*
Şifre var, faydalanan yoksa…
Bu ne?


*
Google’a girin, “google trends” yazıp, tıklayın, açılan sayfanın “kelimeyi ara” bölümüne “mod medyan” yazın,bi grafik çıkıyor, sağ üst köşedeki “ülkeler” bölümünden Türkiye’yi seçip, ülkelerin hemen yanındaki “zaman” bölümünden “son 12 ay”ı tıklayın… Bu çıkıyor.
*
Mod medyan kelimesinin, son 12 ay içinde, Türkiye’den aranma istatistiği.
*
Şimdi lütfen, sayfayı sağa çevirin, öyle bakın... “Jan 2011” çizgisi, yılbaşı…
İlk dilim şubat ayı, ikinci dilim mart ayı, “Apr 2011” çizgisi, Nisan ayının başı.
*
2010 boyunca arayan yok.
2011 Ocak, yok.
2011 Şubat, yok.
Mart’a girince, ayın 5’i gibi
aranmaya başlıyor, ay sonuna
doğru adeta füze gibi fırlıyor.
Vızır vızır.
Arayan arayana.
Çılgın’ca.
*
Sınav ne zamandı?
27 Mart.
*
Sonra çakılıyor.
Kimse aramıyor.
*
Hâlâ ne diyorlar bize?
Şifre var, faydalanan yok.
*
“Şifre var, keriz çok” deselerdi,
daha tatmin edici olurdu aslında!

Perşembe, Nisan 21, 2011

Çılgın Proce - Yılmaz Özdil

Kendi kendine yeten yedi ülkeden biriyken… Buğday ambarı’nın buğday ithalatında şampiyon olacağı, nohut’u Meksika’dan, mercimek’i Kanada’dan, sarımsak’ı Çin’den alacağı, el âlemin patates’ine fasulye’sine muhtaç kalacağı, topraklarımızın İsrail’e satılacağı aklınızın ucuna gelir miydi? Taaa Uruguay’dan inek getirmek çılgın proje değil de nedir?

“Aziz vatanın bütün tersanelerine girilmiş olabilir” uyarısına rağmen… 16 Mayıs’ta, Mustafa Kemal’in Bandırmavapuruyla Samsun’a gitmek üzere yola
çıktığı günün tıpatıp aynısı, 16 Mayıs’ta, Bandırma Limanı’yla Samsun Limanı’nın satılması, çılgın proje değil denedir?
*
Şeref madalyalı subayların “terörist” ilan edileceğini; şehitlerin “kelle”, Apo’nun “sayın” olabileceğini, PKK’lıların üstü açık otobüsle şehir turu atıp, milletvekili adayı yapılabileceğini hayal edebilir miydiniz? “Anayasa’dan Türkkelimesi çıkarılsın” denirken, devlet büyüklerimizin “Güzel şeyler oluyor” demesi, çılgın proje değil de nedir?
*
Hukuk ulemaya sorulacak, polisimiz
imamın ordusu olacak, Nutuk suç delili sayılacak; tembel kedi Garfield’le külkedisi Cinderella gözaltına alınacakdeseler, inanır mıydınız Allah aşkına? Anne-babasıyla restoranda yemek yiyen bebelere, matiz’likten suçüstüyapılması, çılgın proje değil de nedir?
*
AB’ye sittinsene giremeyeceğimizi belki düşünmüşsünüzdür ama… Papa heykelinin önünde, yani, manevi huzurunda, AB Anayasası imzalayacağımızı, sonra da
“Ya Allah, bismillah” diye güpegündüz havayi fişek fırlatacağımızı tahmin edebilir miydiniz? Gençlerimiz havayauçurulurken, çocuklarımız sellerde boğulurken istifini bozmayanların… 85 yaşındaki Papa’nın yatağında vefatetmesi üzerine, İçişleri
Bakanlığı genelgesiyle, tüm yurtta bayrakları yarıya indirmesi, çılgın proje değil de nedir?
*
Türk Telekom Arap, rakı İngiliz olacak deselerdi, hadi ordan demez miydiniz?
Meyveli ithal cıvık’lar rahat rahat satılsın diye, ahalinin damak alışkanlığını değiştirmek için, Bakanlık emriyleyoğurdumuzun kıvamını değiştirmek, çılgın proje değil de nedir?
*
Telefonlara kulak, makam odalarına böcek konulmasını, 10 sene önce hangi vizyoner hayal edebilirdi? Yatakodalarına kamera döşenmesi, çılgın proje değil de nedir?
*
12 Eylül’de “evet” deyip, postalını yaladığı darbeciye evinde parti veren yalakaların, öbür 12 Eylül’de hiçutanmadan “hayır” diyenlere darbeci demesi… Yargılanacak denen Evren’e zam yapılması… Muhtıra verene,zırhlı makam aracı hediye edilmesi, çılgın proje değil de nedir?
*
İşsiz çoğalırken, işsizliğin azalması… Dünyanın en pahalı benzinini kullanırken, enflasyonun düşmesi…Donumuzu satmamıza rağmen, borcun büyümesi… Son 8 senede 80 şehrimizde 888 kere petrol bulunması…Kişi başına milli gelir hesaplanırken, nüfusun 7 milyon kişi eksik çıkması… Seçim yaklaşırken, seçmen sayısının7 milyon kişi artması, çılgın proje değil de nedir?
*
Atamamız niye yapılmıyor diye soran öğretmenlerin gözüne gaz sıkılırken, yurtdışından öğretmen ithal edilmesi… Hekimlere dolandırıcı, eczacılara yankesici muamelesi yapılırken, rabbimin Cleveland demesi…Pantolon paçasının çoraba sokulması, Nobel’e aday gösterilmesi gereken çılgın proje değil de nedir?
*
Çevrecinin daniskası olup, ormana gecekondu kondurmayı, bi nebze akıl etmiş olabilirsiniz ama… Ha nükleersantral kurmuşsun, ha evine tüp bağlatmışsın, çılgın proje değil de nedir?
*
Kız çocuklarımızın okula gitmesi için son nefesine kadar gayret eden profesör’ün “Fahişe bu” diye evibasılırken…
“Dekolte giyen kadınlar tecavüzü hak eder” diyen profesör, hâlâ görevinin başındayken… Üniversitesorularına alenen şifre koyup, gençlerimizin hayallerinin ırzına “şehven” geçilirken… Yetkililerimizin “tatmin”olması, çılgın proje değil de nedir?
*
Sanatın içine tükürmek, tiyatroları kapatmaya çalışmak, Taliban gibi heykel yıkmak… O heykel yıkılmasın diyemücadele veren Atatürkçü, çağdaş, onur duymamız gereken ressamımızı bıçaklamak… Bırak çılgını mılgını,cinnet projesi değil midir?
*
Ahali hâlâ çılgın proje bekliyor iyi mi.
“Yetmez ama evet” diyorlardı…
İnanmıyorduk.

Cumartesi, Nisan 02, 2011

Sayın Sapık - Yılmaz Özdil

Sapık yakalandı.

Türkan’a tecavüz etmiş.

Türkan henüz bebe.
Bıçaklaya bıçaklaya öldürmüş.
8 yaşındaki Ahmet’i boğmuş.
6 yaşındaki Dilruba’yı da.
Dilburacık çok çırpınmış.
Öyle anlatıyor.

Adı ne bu sapığın?
U.V.G.

U’ğursuz
V’icdansız
G’eberesice sanırım.

Kodlayarak veriyoruz.
Ki, rencide olmasın.
Toplum içindeki saygınlığı zedelenmesin, aman diim…
Ele güne mahcup olmasın.

“Sayın” çünkü sapık.

Dilruba’yı Dilruba diye yazıyoruz.
Türkan’ı T. diye kodlamıyoruz.
Annesini-babasını…
Adıyla soyadıyla yazıyoruz.
Evlerinden canlı yayın yapıyoruz.
Duyduk duymadık demeyin…
Aha işte burda oturuyorlar!

Sapığı kolluyoruz bu arada.
Ki, insan hakları var sapığın.

(Televizyonlardaki sigara sansürü gibi bi şeydir bu… Dizilerde, filmlerde tecavüz sahnesi serbest, cinayet sahnesi serbest, tecavüz ve cinayetten sonra sigara tüttürürken buzlama konuluyor!)

Ha denebilir ki, sapığın sapık olduğu mahkeme kararından sonra sabit olur... Peki o halde niye, şöyle tecavüz etti, böyle bıçakladı, şu şekilde bavula koydu, buraya gömdü diyoruz? Hani mahkeme kararı?

Madem, açık açık itiraf eden sapık bile mahkeme kararıyla mahkûm ilan edilmeden suçsuzdur… Niye o zaman, iddianamesi bile olmayan gazetecilerin evini basarken kamera çağırıyoruz? Şeref madalyalı subayların, uluslararası ödüllü profesörlerin, suçlu olup olmadıkları belirsizken… Neden “terörist, darbeci, vatan haini” diye manşetlere asıyoruz?

Hukuki haklarından faydalanmak için illa sapık mı olmaları gerekiyor?

İnsanları domuz bağıyla öldürüp, oturma odasına gömen şeriatçıları sokağa sal.
Bölücüye halay çektir.
Keriz Feneri’ni ört.
Sapığı koru.
Namuslu insanları infaz et.

Adalet’in A’sı bu kardeşim…
K’sını zaten biliyorsunuz.

Nükleer - Yılmaz Özdil

Libya Mibya dalgasına bi türlü yazamamıştım, Suriye patlamadan aradan çıkarayım şunu bari.

*
Japonya 9’la sallandı, Star Haber’in şövalyeleri Turgut Erat ve şef kameramanımız Mustafa Şap, ilk uçakla uçtu. İzlemiş sinizdir mutlaka, hazin tabloların yanı sıra, artçı depremleri bile canlı yayında aktardılar. Ve, ekranlara yansımayan çok enteresan bir hadiseye şahit oldular.
*
Gazze’ye Mavi Marmara’yı gönderen İnsani Yardım Vakfı, Tokyo Camisi’nde bağış topladı,bu bağışlarla bisküvi filan aldı, apar topar kamyonet kiraladı, tsunaminin vurduğu Sendai kentine doğru yola çıktı. Bizim çocuklar da oraya gidiyordu… Peş peşe otobana girdiler,ki, şak, polis durdurdu. Sendai’ye gitmek için özel izin kâğıtları gerekiyordu. Gösterdiler izin kâğıtlarını… Polis, bizimkilere “Gidebilirsiniz, buyrun geçin” dedi. Ancak, İnsani Yardım Vakfı gönüllülerine “Siz gidemezsiniz” dedi. Turgut baktı ki, kamyonete izin vermiyorlar,bastı frene, indi, gitti polisin yanına “Kardeşim, size yardım götürüyorlar, niye engelliyorsunuz?” diye sordu. Polis ne cevap verdi biliyor musunuz?
*/_np/8215/13028215.jpg
“Muayenesi yok!”
*
Evet… O imkânsızlıklar ortamında anca bulunan,alelacele kiralanan köhne kamyonetin muayenetarihi geçmişti, trafiğe çıkmasına bu yüzden izinvermiyordu polis.
*
9 şiddetinde sallanmış, okyanus memleketi yutmuş, üstüne nükleer santral patlamış, hâlâ, trafiğe çıkan araçların muayenesini kontrol ediyor… Çünkü, biliyor ki o Japon polis, doğal afete amenna ama, insani vurdum duymazlığa göz yumulması mümkün değildir. Biliyor ki,nükleer santral dahil, yaşadığımız faciaların birinci sebebi, gereğini yapmayan insandır.
*
Döndü Türkiye’ye Turgut’la Mustafa… “Gidin radyasyonunuzu ölçtürün” dedik. Çünkü, ahaliburda suşi yemeyi bile kesmişken, telefonda yalvarmamıza rağmen, bizi dinlememiş, patlayan nükleer santralın burnunun dibine kadar girmişlerdi. (Bu mesleği yaptığım için kendimden iğrendiğim haftalardan biriydi, çünkü, Turgut’la Mustafa’yı oraya gönderirken, mesleğin gereğini yapacaklarını, böyle bi şeye kalkışacaklarını biliyordum aslında.)
*
Çok şükür, temiz çıktılar…
Ve, taaa Japonya’ya göndermemize rağmen, nükleer felaketle ilgili en
müthiş haberi İstanbul’da yakaladılar.
*
Taksim Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ndeki Nükleer Tıp Merkezi’ne gittiler. Ki, İstanbul’daki en önemli
radyasyon ölçüm merkezlerinden biridir.
Hasta kayıt odasında beklerken, bu manzarayı gördü Turgut, çıkardı cep telefonunu çekti, bana getirdi.

*
Semavere dokunmayın
Elektrik kaçırıyor…
*
Ha memlekete nükleer santral kurmuşsun.
Ha evine tüp bağlatmışsın yani!

Binbir Surat - Yılmaz Özdil

Vay efendim neymiş, Sarkozy denilen arkadaş Kaddafi’ye kırmızı halı sermişmiş de, Elysee Sarayı’nın bahçesine çadır kurdurup, deve bağlatmışmış… Silvio da, Kaddafi’ye manken kızlar göndermiş de, onuruna parti verip, elini öpmüşmüş…

Bu ne ikiyüzlülükmüş filan.
*
Evren’in postalını şapur şupur öpen, evinde ince sazlı parti veren, devran döndüktensonra da utanmadan Evren’in diktatör olduğunu yazan bukalemunlar…
Le Monde’da mı çalışıyor şu anda?
*
12 Eylül’ü Roma dondurması gibi yalayan, “darbe değildir, meşru müdafaadır, hayırlı uğurlu olsun” diye methiyeler düzüp, öbür 12 Eylül’de mağdur rolü kesenler…
Sophia Loren midir?
*
28 Şubat sürecinde kasket partisine yılışan dönek, takke’den milletvekili adayı olmuyormu?
*
Özal varken papatya olan… Ayak bileğinde dövme, göbek deliğinde piercing bulunan botokslular, purolu kocaları takunyalı belediyeden ihale kapsın diye umre yolunu tutmuyor mu?
*
“Gelene ağam, gidene paşam” Fransız özdeyişi midir? “Düşenin dostu olmaz” İtalyanatasözü müdür? “Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın”ı hangi millet tekrarlar papağangibi?
*
İnek gibi sağmışlar da, uçak satıp, petrolünü almışlar falan… Bizim müteahhitler niye gidiyor peki Libya’ya? Kızılay yardımı için mi? Yağlı müşterinin petrodolarlarını almıyoruzda, çöl kumu mu alıyoruz? “Üzümünü ye, bağını sorma” zihniyeti, Amerikalıların mıdır?
*
Makyavel güya Floransalıdır ama… Bizimkiler her yol mübahçı Makyavel’i suya götürüp susuz getirmez mi?
*
Bi yandan cemaat kahvaltısında namaz kılıp faizsiz bankacılıktan kredi cukkalayan, beriyandan laik düşünce derneğine bağışta bulunup muhafız alayı ihalesini tokatlayanlar Marsilyalı işadamı mıdır? Kandilde viskiyi devirip, sanki oruçluymuş gibi iftar çadırında ezan
pozu verenler Venedik taciri midir?
*
Bi tarafa gidip “köprüyü geçene kadar ayıya dayı demek zorundayım şekerim” diye zırıl zırıl ağlayan da sensin… Öbür tarafa gidip “bunlar köprüye bile karşı çıkıyor muhterem” diye fısır fısır ispiyonlayan da!
*
Sarko’yla Silvio kendi halkının çıkarı için, Arap’ı sömürüyor, Arap’ı dövüyor… Sen kişiselçıkarın için, memleketi Arap’a satıp, Mustafa Kemal’i sırtından hançerlemiyor musun?
*
Mübarek’i istemediği için sokağa dökülenler “demokrasi isteyen halk” ise, Cumhuriyet mitinglerine katılanlara niye “ruh hastası vatan haini” dedin o zaman? Tunus’taki muhaliflerin sesine kulak vermek gerekiyorsa, muhaliflerin niye hapiste? Kaddafi’nin elinesilah alıp sokağa çıkanların üstüne tank sürmesi Birleşmiş Milletler bombar dımanını gerektiriyorsa eğer, sen yıllardır nerelere tank-panzer sürüyorsun, Fizan’a mı?
Onlar halk, bunlar kelaynak mı?
*
Adamlar ikiyüzlü hiç olmazsa…
Sen binbir surat değil misin?

Kriz Masası - Yılmaz Özdil

- Beyler Libya işini napçaz?
- Benzine zam yapalım.

- Bi dakka dur be kardeşim, ne benzini gözünü seveyim, zaten canımız sıkkın…
- Van münüst diyelim.
- Fransızca bi şeyler demek lazım.
- Jötem desek…
- Mersi de kulağa fena gelmiyor hani.
- Yav ne alakası var birader…
- Jömanfu diyelim.
- O ne?
- Eyfel’den aşşa Kasımpaşa.
- Ha yaşa!
- Obama kızarsa?
- E açıp soralım abi…
- Sorcaz sormasına da, saat farkı var, Vaşington’da gece şimdi, uyuyodur.
- Bu küresel işler de zor valla.
- En iyisi Amerika’da gündüz olana kadar uzatalım toplantıyı, neme lazım,
akıl danışmadan çıkmayalım dışarı.
- Ben çıkıp ağlayayım isterseniz…
- Ağla ama bizi bağlama.
- Ferdi ferdi ağla.
- Benzini unutmasak diyorum…
- Başlıycam benzinine de sana da!
- Şimdi bakın şöyle yapalım, birimiz çıksın Kaddafi’ye yapılan fena haksızlıktır desin, birimizçıksın Kaddafi bunları çoktan hak etti desin, hem öyle diyelim, hem böyle diyelim, zaman kazanalım.
- Bitaraf olalım diyosun yani.
- Bertaraf olmayalım?
- Oofff of!
- Geçenlerde bi televizyonda sordular Libya nerde diye, bizim ahali Marmaris’te
dedi. Uruguay’da diyen bile oldu. Kimsenin umurunda değil. Biz de öyle yapalım, bize neLibya’dan Mibya’dan diyelim, sıyrılalım işin içinden.
- Ya Afganistan’dan size ne derlerse?
- O da var di mi…
- Lübnan mevzuu da var.
- İki ucu malum değnek arkadaş…
- Ben bi yurtdışına kaçayım bari.
- En iyisi… Bi dolan gel.
- Arayan olursa evde yok deriz.
- Benzini ıskalamasak…
- Ölümü öpün atın şunu dışarı!
- Güzel abim, Araplar beş dakkada satıverdi, Kaddafi’nin elini öpen Silvio bile kıvırdı, sayıyla mı verdiler bu Libyalıları bize, gönderelim iki-üç uçak, bombalayalım gitsin anasını satayım…
- Genelkurmay havaya girmesin?
- Aman ha.
- Sarpa sarıyor bu iş, darbe marbe ayağıyla üç-beş kişiyi gözaltına alalım.
- Şahane olur, gündem değişir.
- Almışken, sekiz-on kişi alalım.
- Haberal’ı hücreye koyalım.
- Güzel fikir bu, arayın yalakayı manşet yapsın, Libya’da tavrımızı koyduk desin.
- Ne tavır koyduk desin?
- Onu demesin.
- Arada benzine de geçireyim mi?

Balık Ayhan - Yılmaz Özdil

"80 ihtilali öncesi… Hacıhüsrev.
Çocuğum o zamanlar.
Devrimci abiler vardı, hava karardıktan sonra cami duvarına yazı yazıyorlardı, ellerinde koca koca Marshall boya kutuları olurdu. Geceleri onları beklerdim, gizli gizli seyrederdim. Bi gece gördüler beni, ne arıyorsun lan burda deyip, çıkıştılar. Ben de onlara, boyanız bittiyse boya kutularınızı istiyorum dedim. Niye diye sordular. Darbuka yapacağım abilerim dedim. Gülüp gittiler. Ertesi sabah, camiye benim için darbuka bırakmışlar. Bakırdan, kocaman, güzel bir darbuka… Sonraları sordum o boyacı abilere, kim bıraktı diye… Mahir Çayan’ın emriyle aldıklarını söylediler. O söylemiş arkadaşlarına, çocuğa darbuka alınsın diye… Allah rahmet eylesin, ilk darbukamı Mahir Çayan almıştı yani… İlk gerçek darbukam oydu.”

Kim bunları anlatan?
Balık Ayhan.

Mahir Çayan?
Devrimci öğrenci lideri.

İsrail’in İstanbul Başkonsolosu’nu kaçırdı, evi basıldı, yaralandı, yakalandı, Maltepe Askeri Cezaevi’nden kaçtı, Ünye radar istasyonunda çalışan iki İngiliz, bir Kanadalı teknisyeni kaçırdı, karşılığında Deniz, Hüseyin ve Yusuf’un bırakılmasını istedi, Tokat’ın Kızıldere Köyü’nde oldukları tespit edildi, baskın yedi, alnından vurularak öldürüldü.

Gel zaman git zaman…

Mahir’in darbukası, gariban roman çocuğunun hayatını değiştirmişti. İdealist motiflerle bezenen öykü, Mahirlerin kelleyi koltuğa aldığı dönemlerde araziye uyan entel dantel takımının malzemesi oldu. Mahir’i sokakta görse tanımayacak tipler, romantik manzumeler döşendi. İdealist cenazeler, alabildiğine sömürüldü. “Kardeşim saçmalamayın, dümbeleklik yapmayın” diyenlerin itirazları “ırkçı”lıkla suçlandı. Balık da, işi ilerletmiş, “müzik değil, felsefe yapıyorum” filan demeye başlamıştı. Velhasılıkelam…
Balık Ayhan, Balık Ayhan oldu.

Gel zaman git zaman…

AKP geldi, açılım yapıldı.
Devrimci romantizm…
Roman’tizme dönüştü.

Başbakanımız “kırmızıyı severler, birbirini överler” dedi. “Birbirini överler” lafını duyan Kiboş, dayanamadı, “çuk yakışıklı adamsın, üstüne tanımam anacım” dedi. Faytoncular Derneği Başkanı ile Kırkpınar cazgırı Pele Mehmet’in manilerinden sonra sahneye çıkan Balık Ayhan, noktayı koydu: “Sen adamın kralısın, kasım kasım Kasımpaşalısın!”

E haliyle…
Siyasete kulaç attı Balık.
AKP’den mebus adayı oldu.
Olunca ne oldu? Şu oldu…

Yıllar önce “ilk darbukamı Mahir Çayan aldı” diye röportaj verdiği gazeteye, gene röportaj verdi: “Hayatım roman olur. Hayatımın film olması için yazdığım senaryolar var. Hatta, ilk darbukamı Mahir Çayan aldı diye yazdım, herkes gerçek sandı. Oysa senaryoydu!”

Atasın palavracıkları…
Kafalayasın medyacıkları.

Enteller alkışlarken…
“Beni Mahir abi yarattı.”
Takunyalılar alkışlarken…
“Mahir filan tanımam anacım.”

U dönüşünün böylesi…

Milletvekili olsun Balık.
Hatta Kültür Bakanı olsun!

Sakura - Yılmaz Özdil

2010 Japon Yılı’ydı.
Türkiye’de…

Japonya Yılı’ydı.
Sembolü sakura’ydı.
Kiraz ağacı.
*
Aslında, meyve vermeyen bir tür kiraz ağacıdır… Çiçekleri makbuldür.

Ağır ağır açar ama,çok çabuk dökülür. Hem baharı müjdeleyip, hayatın başlangıcını, hem de kısacık ömrüyle, kaçınılmaz sonu simgeler. İki kapılı han’dır yani… Japon kültüründe, gelip geçiciliğeduyulan hevesin, hüznün, faniliğin eşanlamıdır. Japon ruhu’dur aynı zamanda…Kahramanca vuruşup düşen samuraylar, hayatlarını yaprak gibi savuran kamikazeler, sakura’yla özdeşleştirilir.
*
Doğa, insandır özetle.
İnsan, doğa.
*
Japon yılı ilan ettik.
Teşekkür olarak, Türkiye’nin dört bir yanına binlerce sakura fidanı diktiler.
*
Buraya kadar okuyanlar zanneder ki, kiraz’ın anavatanıdır Japonya… Bu mevzularla alakamız “Birader kilosu kaça”dan ibaret olduğu için, bilmeyiz. Kulağa filan takarız, yeriz, çekirdeğini yere tükürürüz, gerisiyle ilgilenmeyiz. Halbuki, dünyanın bir numaralı kirazüreticisi, Türkiye’dir. Hatta, Japonya’ya kiraz ihraç eden ülkeyiz. Yalova’dan göndeririz.
*
Bakın, Japonya-Yalova falan deyince, aklıma deprem geldi ister istemez…
*
Çünkü, Yalova hem kirazın merkezlerinden biridir, hem depremin.
*
2 bin 500’den fazla insanımızı kaybettik orada… Her iki konuttan biri ya yıkıldı, ya hasargördü. 16 bin kişi yıllarca prefabrikte yaşadı. Fay hattının kilit noktasıydı Çınarcık…Facianın sembolü Veli Göçer ise, Yalova’da yaptığı kartondan evler yüzünden hükümgiydi.
*
İnsanı doğa’da, doğa’yı insan’da gören Japonya’nın depremlerden nasıl ders aldığını,8.9’luk kıyamette bile binalarının yıkılmadığını gördük… Peki, ya Yalova?
*
Enerji Bakanlığımız tarafından 67 tane maden arama ve işletme ruhsatı verildi. Bu madenruhsatları, Yalova ormanlarının yüzde 37’sini kapsıyor. Orman İşletme Müdürlüğü’nünraporuna göre, sıkı durun, 6 milyon 996 bin ağaç kesilecek! Meşe, kayın, kestane, ıhlamur, karaçam, fıstıkçamı, kızılçam, gürgen ve tabii kiraz… 6 milyon 996 bin ağaç kesilecek!
*
Üstelik, söz konusu ruhsatlar, altın, bor filan gibi değerli madenler için verilse, belki kâr-zarar hesabı yapılabilir… Bizzat valilik diyor ki, bu ruhsatlar, değerli madenler aramak içindeğil, Körfez Köprüsü ve otoyol için gerekli olan taş ve kumu çıkarmak için veriliyor!
*
Uzun lafın kısası…
El âlem, kiraz ağacı.
Biz, keriz ağacı.
*
Hani hep şikâyet ederiz ya,
depreme karşı hiçbir şey yapılmıyor diye… Hiçbir şey yapılmasa, ben kendi payıma razıyımkardeşim… Bari ormanlarımızı ellemeyin de, enkazdan kurtulursak altına çadır kuracağımız bi ağacımız kalsın hiç olmazsa!

Blognot

Dangalak adamların yönettiği ülkemizde normal bir olay oldu ve tüm bloglar bir süre kapatıldı... Ülkemiz için normal demek benim normal olarak karşıladığım anlamına gelmiyor.

Kimler için mi normal;

Kendinden başkasını düşünmeyen, okumayan, araştırmayan, mümkünse düşünmeyen, her şeyi kadere ve tanrıya bağlayanlar için

Neyse, arada sırada açılıyor bloglar... Arada kaçırdığımız sürede çok şey oldu. Şimdilik Yılmaz Özdil' in yazılarını öncelikle tamamlayalım da sonrasına bakarız.