Cumartesi, Ocak 31, 2009

DAVOS

Bizim başbakan Davos' ta devam eden Dünya Ekonomik Forumunun henüz 2. gününde İsrail Cumhurbaşaknı Simon Peres ile ağız dalaşına girdi. Detaylara sonra gireriz ama sonucunda ne olduğuna bakalım hemen.


Erdoğan Türkiye’ ye gelişinde gecenin bir vakti AKP il örgütü tarafından organize edilen bir kalabalık tarafından kahraman, dünya başbakanı ve Türkiye’ nin gururu olarak karşılandı.

29 Mart seçimleri öncesinde;


1- Özellikle İstanbul’ da, gerek Kemal Kılıçdaroğlu’ nun dürüst ve güven veren duruşu, ve gerekse Kadir Topbaş’ ın canını çok sıkacak dosya ve iddilarının olması


2- Numan Kurtulmuş ile birlikte Saadet Partisinin tabandan daha fazla oy koparacak gibi durması

gibi sebeplerle puan kaybetme ihtimali olan, ama bir türlü Türkiye hakkındaki planlarından ve tek adam olma hırsından vazgeçmeyen bir lider için bulunmaz bir nimetti. Hemen zaten, "çok konuşacaklarım var ama arkası yarın" diyerek, ertesi gün İBB’ nin metro durağı açılışında şov yapacağının sinyallerini verdi.


Öyle de yaptı.

Peki Türkiye Cumhuriyeti başbakanı Davos' ta gerçek bir arabuluculuk ve kalıcı ateşkese ilk adım imkanı yakalamışken, bu şekilde mi davranmalıydı? Dünya barışı ile ilgili mesaj bu şekilde mi verilmeliydi? Elbette hayır. Erdoğan ile Peres arasında, toplantı sonrası yapılan telefon görüşmesi göstermektedir ki, iki lider de tribünlere oynamış ve her ikisi de ilk golü atan yıldız olmak için çırpınmıştır.


Ayrıca Peres – Erdoğan arasında gerçekleşen telefon görüşmesi tutanakları Başbakanlık tarafından yayınlanmıştır. (Tam metin için http://w9.gazetevatan.com/Iste_Erdogan_ve_Peresin_telefon_gorusmesi__/220877/1/Gundem )


Okuduğunuzda anlayacaksınız ki, ikisi de son derece kibar, dostlar arasında bu tür görüş ayrılıklarının ve tartışmaların yaşanabileceğine dair, bu olayın iki ülke arasındaki ilişkileri bozmamasını dileyen diplomatik görüşler. MONŞER (?) diplomatların tam da yapması gereken davranışlar. Deyim yerindeyse birbirine gebe iki ülke liderinin sohbeti ancak böyle olur.


Peki Erdoğan, kendi tavsiyesiyle 3 çocuk yapmayı düşünen, zaten okumadığı gazete ve kitapları Başbakan telkini ile bir kenara atıveren, bütün dünyayı yerli dizilerdeki gibi sanan, haber seyretmeyen, seyrettiklerinde ise ne de olsa Başbakan' ın populist çıkışlarından başka bir şey görmeyen bu halka rağmen nasıl bir tavır içerisinde olmalıydı. Telefon görüşmesinden de anlaşılacağı üzere dış politika ağırdan alma, beş kere düşünüp bir kere konuşma, ülke çıkarlarını her şeyin önüne koymayı gerektirir. Ama Erdoğan tribüne oynadığı için halkın okumayacağı ve bilmeyeceği yerlerde MONŞER gibi davranıp muhatabına devlet adamlığına yakışır bir şekilde davranıyor ama halkın gözünün önünde ise kendince MONŞER tarzı benzetmeleriyle mazlum ve halk adamı edebiyatı yapar (kişisel zenginliği, bütün ailesinin villada oturması, eşinin giyim tercihi, oğullarının gemileri, damadının işleri falan zaten başka mevzu). Ya da diklenmeden dik durmaktan bahseder ama hiç alttan almayı, hoşgörüyü bilmez, herkese kafa tutuverir.


Simon Peres zamanında Nobel Barış ödülü almış olmasına rağmen İsrail devletinin Hamas' a karşı yürüttüğü operasyonlarda sivil ve masum hayatlara saygı göstermesini sağlayamamış acz içerisinde bir zavallıdır. Ve aslında bunu herkes bilir ancak kimse yüksek sesle söyleyemez. Böyle bir durumda bölgede kalıcı barışın sağlanması, Gazze' nin (Hamas' ın değil) ve insanlık onurunun korunması için bir fırsat yaratılabilirdi. Bunu yaparken Türkiye' nin yıllar boyu uluslararası alanlarda PKK mücadelesini meşru tutabilmek ve destek bulabilmek adına harcanmış zaman ve emekler göz önünde tutulabilirdi. Şiddetin her türlüsüne karşı olunduğu belirtilebilirdi. Tam işte orada, Nobel Barış ödülü almış eski bir kurta insan hakları dersi verebilirdi. Kendi ülke bütünlüklerini ve vatandaşlarının güvenliklerini koruma isteklerine saygı duyulduğundan başlanıp, barış ödülü sahibi bir başkanı olan ülkenin sivilleri ve çocukları hedef almasının meşru müdaafa da olsa insan hakları ihlali olduğunu belirterek golü kendi kalesine değil Peres' in koruduğu kaleye atabilirdi. Peres' in “İstanbul' a füzeler yağsa siz ne yapardınız” lı karşı atağına karşın hemen savunmayı öne çıkartıp “Ben de sizin gibi ülkemi savunurdum ama sivilleri ve çocukları öldürmeden” yanıtını verebilirdi. Bu “İstanbul'a füzeler düşse” konusu ile ilgili şahsi düşüncelerimi daha sonra ayrıca yazacağım.


Ama bunlar olmadı. Bir futbol maçı vardı, iki sönmek üzere olan yıldız tekrar eski günlerine dönebilmek için halkın kendilerini parlatmasını istiyordu. O da oldu.


Bir anda organize edilen binlerce AKP sempatizanı, binlerce tertemiz bayrak, sanki iki gün önce hazırlıklara başlanmış pankartlar.

Gece yarısı sadece belediye başkanının izni ve talebi ile halkın ortak kullanım aracı olan ve halkın vergileri ile finanse edilen toplu ulaşım araçlarının siyasi amaçlara hizmet ettirilmesi ise tam bir skandal ki biz bunlara da alıştık AKP sayesinde.

Hiç yorum yok: